29 Eylül 2023 Cuma

Hikâyecinin Hikâyesi


Kapıyı tıklattı ve bir adım geri çekildi.

Neden yapıyordu bunu?

Bazen kendisi de veremiyordu bu sorunun cevabını. Elinde yıpranmış bir bond çantanın içindeydi yılların emeği. Bu kaçıncı kapıydı geldiği? Yazdıkları değer görmüyor muydu yoksa değersiz miydi hakikaten?

Değeri bilinmeyen cevherler olarak görüyordu yazdıklarını. Yayımlatmak için kime gitse yayımlanmıyordu yazdıkları bir bahaneyle. Kimileri nazikçe reddediyor olsa da bazıları kırıcı da olabiliyordu.

Ümidini kaybettiği dönemler de olmadı değildi aslında. Yapamıyorum herhâlde bu işi deyip vazgeçme noktasına geldiği de olmuştu. Yazdıklarını gösterdiği arkadaşları hep methiyeler düzüyorlardı oysa ki yazdıklarına.

Acaba üzülmesin diye mi böyle davranıyorlardı? Birçok dergiye gönderdi yazdıklarını, yarışmalara katıldı. Ama netice yine, sıfır elde var sıfır. Dergilerin kendi kadrolarının olduğunu ve sadece kendi yazarlarının yazdıklarını bastıklarını duydu sonra birilerinden. Yarışmalar da şaibeli zaten diye düşündü ümidi tükenmek üzereyken yine.

Kapıyı bir kez daha tıklattı nezaketle.

İçindeki ümidi yitirmek istemiyordu. Yılların emeği, birikimi, uykusuzluğu, baş ağrısı, gözünün feri vardı o çantada. Vazgeçemezdi. Vazgeçmek kendini, yıllarını inkâr etmek olurdu. Direnmeliydi. Değil miydi ki, ancak azmedince başarabilirdi? Yoksa bir Molla Kasım’a mı ihtiyacı vardı gerçekten? Yıllarını heba mı ediyordu? Okul yılları bile ağır aksak gitmişti bu sevda uğruna. Yaşı ilerliyor, anne babasının ve çevresinin de beklentileri artıyordu. Hala para kazanacak bir işi yoktu ve gününün çoğunu babasının “boş iş” dediği çalışmalarla geçiriyordu. Yazdıklarının yayımlanması ve insanlar tarafından takdir edilmesini istiyordu artık. Yıllarının emeği vardı orada ve en azından emeğe hürmeten yapılmalı değil miydi bu?

Kapı üzerindeki tokmağa takıldı gözleri birden. Üçüncü kez olacaktı bu. Ne kadar zamandır oradaydı? Yıllar olmuş gibi geldi. Yıllarının emeği, çabası geldiği için mi zihnine, böyle hissetti yoksa? Yoksa artık yılgınlık mı hissediyordu yaşadıklarından? Buradan geri dönebilir miydi? Kendini inkâr olurdu dönmek. Yılların heba oluşunu itiraf olurdu bu. Bunu yapamazdı, yapmamalıydı. Ne yapmalıydı peki? İşte açılmıyordu bu kapı da. Daha ne kadar beklemeliydi?

Bir kez daha tıklattı kapıyı.

Belli ki açılmayacaktı ama olsundu. Bir müddet daha beklemeliydi belki de. Babasının dedikleri doğru muydu yoksa? Zihninin allak bullak olduğunu hissetti. Yıllarını verdiği bu yazılar “boş iş” miydi? Hayatın realitesine yenilmeli miydi? Toplumun istediği gibi işinde gücünde, sabah işine giden akşam evine dönen, okumayan, yazıp çizmeyen ve her şeyi biliyormuş gibi ahkâm kesenlerden biri mi olmalıydı? Ütopya mıydı umduğu? Elinden birden düşüverdi yere elindeki yılları. Ani bir kararla çantayı oracıkta bıraktı ve gitti. Aslında ani kararlar ve fevrîlik adeti değildi. Neden aniden yenildiğini o da anlamadı. Giderken de belki ben yazdım diye basılmadı bunlar diye düşündü. Belki de kapının önünde çantayı bulan yayınevi görevlileri, yazıları yayınevi sahibine götürürler ve yazdıkları sahipsiz birer metin olarak basılırdı. Hala içinde kalan bu ümit kırıntısına güldü ve hızlı adımlarla yürüdü, yürüdü, sadece yürüdü ardına bakmadan…

Epeyce uzaklaştıktan sonra bir an durakladı.

Şeylerini kaybetmiş veya bir şeyleri arıyormuş gibiydi. Şimdi ne yapmalıydı?

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder