15 Nisan 2023 Cumartesi

Eşik


Kapının önüne kadar zorlukla gelebildi. Kapının karşısında, kalabalık koridorda flulaşan sesler ve görüntüler arasında öylece kalakaldı. Sanki zoraki, bir el onu oraya kadar getirmiş ve o elin etkisi üzerinden kalkınca oracıkta öylece kalakalmıştı. Bırak bir adım daha atmayı kolunu dahi kaldırabilecek mecali kendinde hissetmiyordu. Ağzı, boğazı kupkuru, avuçları ise aksine ter içerisindeydi. Birden kendinden geçer gibi oldu, soğuk bir ter boşandı üstünden. Gözleri dalgınlaştı. Mazide bir anı arar gibi oldu ve yine o ana sabitlendi. Herkesin hayatında bazı önemli kırılma noktaları vardır ya hani... Hayatının kırılmayı bırak paramparça olduğunu hissettiği o güne gitti yine...

Kalabalıklar arasında yapayalnız hissetmişti o gün kendini. Çevresindeki birçok insan onu teselliye çalışıyordu. Bazıları başını okşuyor, bazıları ise babasının ne kadar güzel bir adam olduğundan bahsediyordu. Hiç kimse içinden kopan dağın farkında değildi. Hiç kimse yalnızlığını giderebilecek gibi de değildi. Hele toprağa konduğu ve her mezarının başına gittiğinde toprağını baba diye kucakladığı o an aklına gelince gözlerinden belli belirsiz yaşlar boşandı.

Bu yoksunluğu kim giderebilirdi ki? Bu boşluğu kim doldurabilirdi? Sana en yakınım diyen kişiler bile bu yoksunluğu gideremedi. Hep bir yanı eksik kaldı, hep... Her babalar günü geldiğinde okula gitmedi mesela, sokağa çıkmadı. Sokakta babasının elinden tutmuş yürüyen bir çocuğu her gördüğünde gözleri buğulandı, göğsü sıkıştı. Okuldan çıkışta arkadaşlarını babaları almaya geldiğinde hep böyle hissetti yine. Her sene, sene başında derse yeni giren öğretmenlerin “Baban ne iş yapıyor?” şeklindeki sorularına muhatap olmamak “Benim babam yok, öldü” dememek için türlü bahaneler uydurup ilk haftalar okula gitmedi örneğin. Ve bunu kimseye söyleyemedi. Ya şimdi, babasından sonra bir yoksunluğu daha gönlü kaldırabilir miydi? Bunu düşünmek bile istemiyordu. Tekrar yutkundu, kuruyan boğazını ıslatmak için.

Kalakalmıştı işte öylece... Ne ileri gidebiliyor ne de geri gidebiliyordu. Verilecek haberden korkuyordu belli ki... Bir de kendini korkusuz addederdi. Delikanlılığın da verdiği o deli kanlılıkla hiçbir şeyden korkmadığını zannediyordu. Belki de babasının yoksunluğundan doğan güven duygusu eksikliğini böyle kendini inandırarak tatmine çalışıyordu. Güçlü olduğuna kendini gerçekten inandırabiliyor muydu? Şimdi karşısında durduğu o kapının koluna dahi dokunmaya cesaret edemiyordu. Sanki kapının koluna dokunsa çökecekti kalbi.

Elini uzatıverdi sonunda istemsizce kapının koluna. Sanki eli vücudundan bağımsız hareket edivermişti. Kapı açıldı ve eşikten atıverdi kendini içeri. Karşısında odanın kapısını cepheden gören masasında elindeki evrakla ilgilenen doktor başını kaldırdı, bir an göz göze geldikleri doktorun gözleri yeniden düştü evraka. Belli ki vereceği haberin ağırlığından diye yorumladı ve onun da çöktü içindeki sarsılmaz zannettiği dağlar. Elleri titredi, dizleri titredi, içi titredi. Ellerinin titremesini durdurmak istercesine bir eliyle diğerine destek vererek ellerini birleştirdi önünde istemsizce. Boş gözlerle bakakaldı doktora... O da mı bırakacaktı onu? Babasının mezarının toprağını kucaklayan o kollar şimdi de annesinin toprağını mı kucaklayacaktı?