28 Kasım 2017 Salı

Mevlid-i Nebi Haftası ve Peygamberimizin Örnekliği

            Peygamberimizin dünyaya gelişlerinin anısına kutlanması gelenek halini almış olan bir Mevlid Kandili'ne daha ulaştık. Bu yıl "Mevlid-i Nebi Haftası" adıyla değişik etkinliklerle kutlanacak olan hafta münasebetiyle peygamberimiz, insanların gündeminde bir haftalığına da olsa daha fazla yer edinecek. Bu etkinliklerin peygamberimizin insanlar tarafından tanınmasında önemli katkılarının olacağı muhakkaktır. Bu etkinliklerin abartıya kaçmadan ve peygamberimizi olduğu gibi tanıtan programlar olarak icra edilmesi çok mühim.
            Peygamberimizin kısmen de olsa daha fazla tanınmasına vesile olacağını düşündüğümüz bu günlerde bizler de peygamberimizin örnekliği üzerine birkaç söz etmek istiyoruz. Kur'an-ı Kerim'inde Allah'ın "üsve-i hasene" yani "en güzel örnek" olarak tanımladığı peygamberimizin hayatında, biz ümmeti için çok güzel paylar vardır. Peygamberimizin hayatındaki bu paylardan hissedar olmak için öncelikli olarak peygamberimizi tanımamız gerekli. Çünkü tanınmayan birinin örnek alınması mümkün değildir. Peygamberimizi örnek almak demek de onun yaptıklarını taklit etmek değildir. Zira taklit taassuba, taassup da radikalizme götürür. O nedenle içinde bilinçli bir eylemin varlığını da saklayan örnek almanın, taklitten çok uzak olduğu unutulmamalıdır.
            Allah'ın "üsve-i hasene" diye nitelediği peygamberimizi örnek almak için onu tanımak gerekli demiştik. Peki peygamberimizi örnek almak demek ne demektir?
Peygamberimizi örnek almak demek; Güvenilir olmak demektir. Zira peygamber olmazdan evvel bile insanlar peygamberimizi Muhammed'ül Emin (Güvenilir Muhammed) diye isimlendirmişlerdi.
Peygamberimizi örnek almak demek; Affedici olmak demektir. Mekke fethedildiği zaman kendine türlü işkenceler yapan ve sahabesiyle beraber onu memleketi Mekke'den çıkaran müşrikleri affetmişti.
Peygamberimizi örnek almak demek; Merhametli olmak demektir. Taif'e İslam'ı anlatmak için gittiğinde çocuklara taşlatıldığı ve vücudunun değişik yerlerinden yaralandığı halde Taifli'lere beddua dahi etmemiş ve onların helak edebileceği teklifinde bulunan Cebrail'in (as) teklifini de geri çevirmiştir.
Peygamberimizi örnek almak demek; Hoşgörülü olmak demektir. Bedevilerden biri gelip de Mescid-i Nebi'nin kenarına bevledince sahabesinden, bedeviye tepki gösterilmemesini isteyerek bevlettiği yerin bir kova suyla temizlenmesini istemiştir.
Peygamberimizi örnek almak demek; Sözünde durmak demektir. Hudeybiye Barışı imzalandığında anlaşmanın maddelerinden biri de Mekkeli'lerden hiç biri -Müslüman olsalar dahi- Medine'ye alınmayacaklardı. Ebu Cendel Medine'ye geldiğinde Rasulullah Ebu Cendel'in Müslüman olmasına rağmen anlaşmanın hükümlerini çiğnememek için onu Medine'ye almamıştır.
Peygamberimizi örnek almak demek; Cömert olmak demektir. Peygamberimize bir sepet hurma hediye olarak gelecek olsa hemen o sepeti oracıkta bulunan kişilere dağıttırırdı.
Peygamberimizi örnek almak demek; Alçakgönüllü olmak demektir. Bir adam peygamberimizin karşısına gelmiş ve tir tir titriyordu. Peygamberimiz ona "Korkmana gerek yok, ben kral değilim. Ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum…" demişti.
Peygamberimizi örnek almak demek; Çalışkan olmak demek, kendi yapabileceğin bir işi kolay kolay başkasına buyurmamaktır.
Peygamberimizi örnek almak demek; Dosdoğru olmak demektir. "Şu tepenin ardında bir ordu var desem, bana inanır mısınız?" diye sorduğunda orada bulunan tüm insanlar "Elbette, sana inanırız. Sen emin bir kişisin." demişlerdi.
Peygamberimizi örnek almak demek; Adaletli olmak demektir. "Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa onun da elini keserdim." buyuruyor Allah'ın Rasulü.
Peygamberimizi örnek almak demek; Vefakar olmak demektir. Yıllar sonra bile kendini yetiştiren amcası Ebu Talip'in eşi Fatma'yı gözleri nemli ve "O benim ikinci annemdi." diye anmıştı.
       Hayatından daha birçok güzel hasletin sıralanabileceği peygamberimizin hayatını öğrenmek, onu anlamak, onun hayatına benzer bir hayat yaşayabilmek dualarımla...

       Kandilimiz mübarek olsun.

2 Kasım 2017 Perşembe

Hız ve Haz Çağının Popüler Akımı: Deizm

Hız ve haz çağı diye de tanımlanan modern çağın en önemli problemlerinden biri inançla ilgili herhalde. Sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok yerinde karşılaşılan bu problem esasında toplumların kökünü dinamitlemeye aday. İnsanlığın yüzyıllardır oluşturduğu kültür ve medeniyet birikimini de ciddi şekilde tehdidi altında bulunduran bu probleme henüz tam olarak bir çözüm de üretilebilmiş gibi gözükmüyor. Bu manada toplumların kültürlerini eriten baskın kültürlerin varlığı gözlemlenebildiği gibi inanç noktasında da insanlar arasında değişik akımların varlığı da son zamanlarda daha görünür hale gelmekte.
Hiçbir yaratıcı kuvvetin olmadığını düşünen ve inançsızlık anlamına gelen ateizm toplumda genel olarak bilinirken, deizm akımı ise pek fazlaca bilinmemekte. Batılıların "emekli tanrı anlayışı" diye de tarif ettikleri deizm anlayışına göre tüm evrenin bir yaratıcısı vardır fakat tüm evreni var eden yaratıcı evrenin ve içerisindekilerin hiçbir şeyine karışmamakta ve her şey sebep sonuç dairesi içerisinde determine bir şekilde devam etmektedir. Kainat yaratıldığında, kurmalı saatin kurulması gibi yaratıcı tarafından belli bir süreye kadar var olmak üzere kainat yaratılmış ve saatin durması gibi zaman bittiğinde de kainat yok olacaktır.
Bir yaratıcının var olduğunu inkar edemeyen fakat tabir yerindeyse "mümkünse benim işime karışmasın" gibi bir hezeyana kapılmış bu akımın tarifi belki de Kur'an-ı Kerim'de Furkan Suresinin 43. ayetinde kendi hevasını yani nefsinin isteklerini ilahlaştıranlar diye tarif edilenlerden. Kainatı görüp, içindekileri ve tüm mevcudatı görüp bir yaratıcısız bunlar olamaz diye düşünerek zorlamayla da olsa bir yaratıcı fikrine sahip olan bu akım "canım ne isterse onu yapacağım, keyfim nasıl isterse ona göre yaşayacağım"ı yani kendi heva ve isteklerini kendine din edinmiş görünmektedir. Adı konulamamış bir ateizm kokusu olan deizm bir manada "bir yaratıcı olduğunu bilip yokmuş gibi yaşamanın" da adı. Bu manasıyla dünyevîleşme diye dilimize çevrilen sekülerizme de çok yakın duran deizm maalesef gençlerimizi tehdit ediyor.
Son yıllarda ülkemizde de popüler kültürün etkisi ve teknolojinin gelişiminin sağladığı çok farklı bilgilere kısa sürelerde ulaşılabilirlik insanların kafalarında çok ciddi karmaşalara da sebebiyet vermiş gibi. Özellikle saatlerce akıllı telefon, tablet veya bilgisayar başında zamanını geçiren ve "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya" meyyal gençlerimiz ve genç yetişkinlerimiz arasında ateizm veya deizm gibi akımların revaç bulduğunu görmek üzücü. Geçtiğimiz ramazan ayında MAK Araştırma Şirketi tarafından ülkemizde yapılan bir ankette "Allah’ın sadece varlığına ve bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karıştığını karışacağını düşünmüyorum" diyenlerin oranı % 6'dır. Deist diye niteleyebileceğimiz bu zümre hiçbir yaratıcı olduğunu düşünmüyorum diyen ve % 4'lük bir oranı oluşturan ateistleri de geçmiştir.
Ülkemizde artmakta olan bu akıma karşı çocuklarımıza ve gençlerimize bilgilendirmelerde bulunulmalıdır. Din konusunda değişik sorular soran çocuklarımızın ve gençlerimizin sorularına aklın ve bilimin de kabul ettiği doyurucu cevaplar verilebilmelidir. Çok farklı bilgilere çok kısa sürede ulaşabilen gençlere klasik, kalıplaşmış ifadelerle artık seslenilememekte, ulaşılamamaktadır. Sürekli olarak "dinden çıkarsın" veya "o ne biçim soruymuş öyle" gibi ifadelerle bastırılan soruların ilerde sapkın bazı akımların kucağına gençlerimizi ve çocuklarımızı itebileceği unutulmamalıdır. Bu konuda tabi ki devlet kurumlarına Millî Eğitim Bakanlığı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı'na ve diğer ilgili kurumlara çeşitli vazifeler düşmektedir. Fakat bireysel bazda ebeveynlere de bu konuda ciddi görevler düşmektedir. Çünkü çocuğun eğitiminden birincil derecede sorumlu olan ailedir yani anne babadır. Hz. Ali'nin "Çocuğunuzu kendi çağınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin" ilkesi mucibince çocuklarımızın karşılaşabilecekleri bu akımlara karşı onları bilinçlendirmek de öncelikli olarak anne babaya düşer. O nedenle bu konularda önce anne babaların bilinçlenmesi ve bilgilenmesi gerekir. Ve belki de en önemlisi anne babalar çocuklarının inançla ilgili kendilerine yönelttikleri sorular ne kadar absürt veya kendilerini rencide edici de olsa hiçbir şekilde çocuklarının sorularını bastırmadan onlara akla uygun, mantıklı ve dinimizin ölçüleriyle çelişmeyen cevaplar verebilmelidirler.

19 Ekim 2017 Perşembe

Edebiyatımızın Kayıp Yılları: Wattpad Edebiyatı

Türk Edebiyatı kökü derinlere inen köklü bir edebiyat. Şiir, hikaye, roman, hatıra, biyografi vb. birçok alanda her biri kendi alanında mahir yazar ve şairlerimizce vücut bulmuş binlerce eser yer alıyor bu devasa kütüphanede. Bazıları yüzyıllardır okunmakta, bazılarının bölümleri ise ezberlerimizde, hafızalarımızda...
Bu kadar köklü bir geleneği olan edebiyatımıza son yıllarda katkı sunan birbirinden değerli onlarca şair ve yazarımız var. Fakat edebiyatımız içerisine son yıllarda zehirli bir yılan sokulmaya başlayan farlı bir fraksiyon daha var. Son yıllarda çocuklarımızın ve gençlerimizin ellerinde ciltli, kalın ve pahalı, genelde roman tarzı enteresan kitaplar görmeye başladık. İsimleri dahi tuhaf olan bu kitapların yazarları ise çok genç ve bazıları ise hala öğrenci. İnternet ortamında satış yapan sitelerde satış rakamları binlerle ifade edilen bu kitapların içeriğini tabi ki ben de merak ettim.
Ve karşıma wattpad.com isimli bir site çıktı. Yabancı bir kuruluş olan bu sitenin üyeleri genelde gençler. Bir şeyler yazabildiğini düşünen kişiler burada yazdıklarını herkese açık paylaşıyorlar ve diğer üyeler de bu siteye girerek bu yazılanları okuyorlar. Bu yazılar genelde roman ve hikaye bölümleri gibi yazan kişi tarafından oluşturulmuş ve yavaş yavaş paylaşılıyor. Yani bir kişi kitap olarak tasarlayıp yazıları bölümleyip toptan yayınlamıyor da peyderpey sitede paylaşıyor. Bu da şu anlama geliyor ki, akla ne gelirse veya içten ne geçerse o anda yazılıyor ve yayınlanıyor. Bu platformda yazılar yazan kişilerin takipçileri var ve yazılanları bölüm bölüm okuyorlar. Ve bazı kişilerin yazdıkları bölümlerin tıklanma sayıları ise milyonları geçiyor. Tabi ki işi ticari olarak düşünen yayınevleri de bu bölümleri yazan kişilerle bağlantıya geçip bu kişilerle anlaşarak yazdıklarını kitap olarak basıyor ve piyasaya sürüyorlar. Artık bazı yayınevleri neredeyse sadece bu tarz kitaplar basmaya başladı. Türkiye'nin en büyük internet ortamında satış yapan sitelerinden biri "wattpad kitaplığı" diye bir bölüm dahi oluşturmuş. Bu bölümde yer alan ve sadece ilgili sitede satış miktarı bu yazı yazılırken (18/10/2017) 11.079 (onbirbinyetmişdokuz) olan bu bölümdeki en çok satılan kitabın yazarı sadece yirmi yaşında. Bu bölümün en çok satanlarında ikinci sırada yine aynı kişiye ait diğer kitabın devamı niteliğinde olan kitabın satış rakamı ise 6931. Bu iki kitabın ciltli, ciltsiz, kutulu vb. şekillerdeki satışları da dikkate alınırsa satış rakamları 20.000'i geçmekte neredeyse. Listede yer alan diğer kitapların biri altı binden fazla, diğeri beşbinin üzerinde...

Ülkemizde her yıl basılan binlerce kitaptan birçoğunun satışı binleri dahi bulmazken sürekli yeni baskılar yapan bu kitaplarda ne var? Edebî olarak bu kitapların değeri nedir? Tabi ki, bu sorulara en iyi cevabı edebiyatçılar verebilecektir. Lakin sıradan bir okuyucunun da yukarda ismini andığım siteye girip bu yazılanlara şöyle bir göz atması dahi bu kitapların ne denli kaliteli! şeyler olduğunu anlaması için yeterli olacağını zannediyorum. Genelde içerisinde argo, küfür, çarpık ilişkiler, aşağılama, alay, hakaret gibi birçok olumsuz öğe barındıran bu eserlerin kesinlikle çocuklarımızdan ve gençlerimizden uzak tutulması gerektiğini düşünüyorum. Burada anne - babalara ve öğretmenlere büyük görevler düşmekte tabi ki. Lütfen "çocuğum okusun da ne okursa okusun" demeyin. Çocuğunuzun ne okuduğuna dikkat edin. Çünkü çocuklarımızın dimağları okuduklarıyla bina olunuyor. 

13 Ekim 2017 Cuma

"arkesanat" Üçüncü Sayısıyla Raflarda


Çarşamba Ali Fuat Başgil Anadolu Lisesi tarafından yayınlanmaya başlayan "arkesanat" dergisinin üçüncü sayısı çıktı. İlk sayısında amacını ve nedenini "Neden arkesanat? Çünkü sormanın ilk hallerinden biri olan arke problemine atıfta bulunduk. Her bir cümlemiz, varlığımız ve ne idiğimize dokunsun ve onlardan neşet eden çözüm yolları oluşsun istedik. Nedir arkesanat ? “arkesanat”, Çarşamba Ali Fuat Başgil Anadolu Lisesi kaynaklı, Çarşamba menşeli, derdi Türkiye, derdi dünya, derdi “iyi bir şey yapmak” olan bir yayındır. Cümlelerimiz -bir katre olsun- hayatınıza değer katsın isteriz. Kattığımız değer ile ölçüleceğimizin bilincindeyiz." diyerek ortaya koyan "arkesanat" üçüncü sayısıyla raflardaki yerini aldı. 
Okul menşeli bir dergi olmakla beraber etki alanını tüm Türkiye olarak belirleyen ve devamlılığı da esas tutan derginin ilk sayısında yayın ekibinde karşımıza çıkan iki öğretmenden biri ve dört öğrencinin dördü de artık o okulda değil. Fakat aynı simaları yine bu sayıda da karşımızda buluyoruz. Okullarda genelde bir heyecanla başlayan ve birkaç istekli ve idealist öğretmenin sırtında giden fakat sonradan o öğretmenlerin tayini veya çeşitli sebeplerle akim kalan okullardaki dergiciliğin "arkesanat"ın da başına gelmemesini diliyoruz. Okulun Felsefe öğretmeni olan ve aynı zamanda derginin Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenen Ömer Vural hocamın dergi konusundaki istekliliği ve azminin "arkesanat"ın başına böyle bir şey gelmeyecektir ümidini bizde artırdığını söyleyebilirim. Samsun kamuoyunun Çarşamba'da düzenlenen kitap fuarlarının organizesinde görev alan en önemli kişilerden biri olarak da tanıdığı Ömer Vural hoca Türkiye çapında yayın yapan çeşitli dergilerde ve "arkesanat"ta şiirleri yayınlanan bir şair ve derginin felsefe bölümünün de mesulü.
Edebiyat, kültür, sanat alt spotuyla okuyucu karşısına çıkan "arkesanat" içerik olarak da zengin. Çarşamba özelinde tüm Samsun ve Türkiye'nin kültürel birikimine çok ciddi bir katkı sunacağından emin olduğum derginin muhtevası çok renkli. İçerisinde şiir, hikaye, deneme tarzı yazılar olduğu gibi özelde yerele ama genelde umuma hitap eden dosya konularının yanı sıra sinema yazıları, film eleştirileri, felsefe bölümü ve kelime bölümleri derginin muhtevasına değişik bir hava katıyor.
İkinci ve üçüncü sayılarında birer dosya ile karşımıza çıkan derginin belirlediği konular hem yerele hem de ülke geneline hitap eder cinsten. Acizane şahsımın da bir yazısının yer aldığı ikinci sayıdaki dosya konusunu "Çarşamba'yı Sel Aldı" olarak belirleyen derginin bu sayısındaki dosya konusu Çarşamba'nın önemli değerlerinden "Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil"
            Dosya konularının yanı sıra birbirinden bağımsız ve farklı konulardaki yazı ve şiirlerin serpiştirildiği dergi gerçekten okuyanın elinden bırakamayacağı ve merakla okuyacağı cinsten. İlk sayısından itibaren Sadık Yalsızuçanlar, Mustafa Ruhi Şirin, Bilal Sami Gökdemir, Sıddık Akbayır, Selvigül Kandoğmuş Şahin, Kaan Murat Yanık gibi tanınan isimlerin yazı, şiir ve denemeleri dergide yer aldı. Dergiyi Samsun'un yanı sıra İstanbul, Ankara, Amasya, Konya, İzmir, Kayseri, Bursa, Mardin gibi bazı şehirlerde de bulmak mümkün.

            Derginin bu son sayısı olan üçüncü sayısında dosya konusu olan "Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil"le ilgili Prof.Dr.Mustafa Kara'nın Vefatının 50. Yılında Ali Fuat Başgil, Doç.Dr.Mustafa Said Kurşunoğlu'nun Ali Fuad Başgil ve Siyasi Mücadelesi, Emrullah Kılıç'ın Materyalizm Karşısında Ali Fuad Başgil ve Yasemin Kahraman'ın  Ali Fuad Başgil Sempozyumu'ndan Kesitler yazılarının yanı sıra Sadık Yalsızuçanlar'ın Semazen Dönerci, Mustafa Aydoğan'ın Başka, Ebru Akkuş'un Çaresizlik Denizindeki Can Halatı, Orhan Aydoğdu'nun Âlem-i Misal, Güçer Kafa'nın Rabia,  Yılmaz Türker Demirbaş'ın Şehir ve Nun, Hüseyin Ak'ın Bir Nazar Kıl ki Serinleyim / Sevineyim, İsmail Delihasan'ın Kendilik Nedir?, Cahid Efgan Akgül'ün Hoşçakal Balıkları, Halime Yıldız'ın Kırık Kanatlar, Mustafa Karaosmanoğlu'nun Sayılar, Ahmet Sezgin'in Aşk Medeniyetine Yolculuk, Vahdettin Baran'ın Karanlığa Serenat, Fatih Duman'ın Bir Fotoğrafım Olsa Yalnızca Siyah ve Beyaz, Kübra Abukan'ın Bahar Esintisi, Hüseyin Doğan'ın Ölme Çiçeği, Ömer Vural'ın İyioyuncu, Ebru Akkuş'un İlhami Çiçek Üzerine Söylenenler / Adnan İpekdal'ın Aksâ Mersiyesi, Ömer Vural'ın Yaşama Sanrısı, Servet Küçükkerniç'in Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm, Sıddık Akbayır'ın Biz Mevlâna'dan Ne Anlarız?, Mehmet Alp Güven'in Zanaattan Sanata Sepetteki Mısralar, Adem Tokur'un Al Pacino : Ferrari Süren Kör, Harun Apaydın'ın Türk Sinemasında Samimiyetin Yönetmeni : Çağan Irmak, Mehmet Kemiksiz'in Bir Orkestra Şefi : Kaymakam Günalp Varol, İsmail Irmacık'ın Film Üzerinden Yaratıcı Okumalar, Hasan Baylan'ın Şair Yürekli Bahadırlar ve Ömer Vural'ın Görecilik Üzerine adlı eselerini okumak mümkün.


6 Eylül 2017 Çarşamba

Kurban: Rabbine Yaklaşma

             Kurban, kulun rabbine yaklaşmasının adı. Kurban, İbrahim'ce bir duruşun, İsmail'ce bir teslimiyetin adı. Kurban Hacer'in sabrı ayrıca.
            Kurban ibadeti ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem döneminden bu yana var olsa da bildiğimiz manada hayvan boğazlama şeklinde kurban ibadeti, Hz. İbrahim'den bu yana devam etmektedir. Dinimize göre kurban, kulun rabbine yaklaşmasının (kurbiyet) bir yoludur. Kur'an-ı Kerim'de Allah: ‘Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. (Hac Suresi,37)’ buyurarak Allah'a ulaşacak şeyin ne et ne de kan olmayıp kulun rabbine karşı olan kulluk bilincinin ve kulun rabbi karşınında kendini konumlandırdığı yerin önemine dikkat çeker. O nedenle kurban kişinin rabbine yaklaşmasının bir vesilesidir.
            Dinen nisap miktarı mala sahip her kişinin sığır, manda, deve cinsi hayvanlardan (yedi kişiye kadar) veya koyun keçi gibi küçükbaş hayvanlardan birini (tek kişi) kesmesiyle gerçekleşen kurbanın bir ibadet olduğu unutulmamalı ve bu bayram "Et Bayramı" gibi algılanmamalıdır. Dostluk, sevgi ve birlikteliklerin geliştiği zaman dilimleri olan bayramlarda insanların bir arada olması, bayramlaşmaları, sevinçlerini paylaşmaları, modern hayatın insanları birbirinden uzaklaştırdığı çağımızda daha da önemli hale geldiğini düşünmekteyim. O nedenle bayram günlerinde muhakkak büyükler ziyaret edilmeli, tüm aile bayramda bir arada olmalı ve varsa eğer küslükler muhakkak ortadan kaldırılmalıdır.
            Kurban kesildikten sonra kurban etinden fakirin, mazlumun, komşunun hakkı da unutulmamalıdır. Peygamberimizin sünnetine uygun olarak kurban eti üçe ayrılmalı ve üçte biri kurban kesemeyen fakirlere dağıtılmalı, üçte biri kurban kesmiş olsalar dahi komşu, misafir, hısım, akraba ile yenmeli diğer üçte biri ise eve ayrılmalıdır. İkram edilecek veya dağıtılacak etlerin de mümkün olduğunca iyi taraflarından ayrılması daha yerinde olacaktır.
            Kurbanın derisinin kurbanı kesen kişi tarafından kesinlikle satılmaması ve parasının kullanılmaması gerekmektedir. Kurban derisi fakir veya muhtaç durumda olana verilebileceği gibi bir hayır kurumuna da bağışlanabilir. Kurban derisinin kasaplık ücreti gibi kurbanı boğazlayan veya parçalayan kasaba verilmesi de uygun değildir.
Kurban bayramı arifesinden itibaren unutulmaması gereken diğer bir husus da teşrik tekbirleridir. Arife günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar her namazın farzı kılındıktan sonra teşrik tekbirleri getirmek vaciptir. Terki halinde kazası gerekmektedir. Teşrik tekbirleri şu şekilde söylenmektedir. Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd.
Hadis-i şeriflerde duaların en çok kabul edildiği günlerden olarak zikredilen bayram gün ve gecelerinde ülkemiz ve Müslümanlar için de dua etmeyi unutmayalım. Özellikle dağılmış tespih taneleri gibi bir türlü bir araya gelemeyen ümmetin birliği için ve özellikle de Arakan'da sadece Müslüman oldukları için katledilen ve yurtlarından sürülen binlerce Müslüman kardeşimizi de dualarımızda unutmayalım.

Bayramınızı kutlar, bayramın bizi rabbimize yakınlaştırmaya vesile olmasını dilerim.

#İyikiVarsınEren

Daha on beşinde...
Genç bir delikanlı...
Çok şeyler hatırlattı aslında hepimize. Bu topraklar için "Onbeşliler"in bitmeyeceğini haykırdı ardına bakmadan giderken aslında.
Trabzon Maçka'nın bir dağ köyünde ormanın ortasında iki gözlü küçük bir evde yaşıyordu Eren. Şehit olduktan sonra adının verildiği Maçka Anadolu İmam - Hatip Lisesi öğrencisiydi. On üç kardeşin dokuzuncusu, on dört aylık da yetimdi. Babasının acısı tazeydi henüz yüreğinde. Garibandı, yoksuldu, on üç kardeş arasında da olsa yalnız hissediyordu ki kendini "Biri de çıkıp demiyor ki, Eren iyi ki varsın" yazmıştı sosyal medya hesabına.
PKK teröristlerinin yerini gösterirken çatışmanın içinde kalıp şehit düştü on beşinde Eren. Bütün sevinçlerini, umutlarını, garibanlığını, yalnızlığını bırakarak gitti. Tanımadığı on binlerin göz yaşlarıyla gitti. Yiğitliğin, namusun ne olduğunu herkese tekrar hatırlatarak gitti. Şimdi cennetlikler arasında, özlediği, istediği şehitlik makamında. Şahadetin kutlu olsun Eren.
İçi sızlıyor insanın annesinin konuştuklarını duyunca, hakim olamıyor göz yaşlarına. Muhabir soruyor odasını eşyalarını... Ne odası diyor annesi, odası mı vardı Eren'in? Eren'in kendine ait kıyafeti, eşyası  mı vardı? Hepi topu iki göz olan evde kaç kardeş hep beraber yatıyorlardı, diğer iki kardeşiyle ortak kullanıyordu kıyafetlerini de... Yani kendisine ait bir hayatı dahi olamamıştı Eren'in. O yaşında yevmiye çalışıp eve para getirmeye çalışmış Eren. Kazandığı parayla bir tane annesine bir tane de kendine lastik ayakkabı almış. Muhabire gösteriyor annesi "bu ayakkabıları almıştı" diye.
Yokluğun, garibanlığın küçük yaşında sırtına vurduğu zorlukları solukladı kısacık ömründe Eren. Şehit olduğu ve yaptığı kahramanlık duyulunca ülkenin gündemine oturdu sosyal medya hesabında yazdığı mesaj. Hashtag'ler oluşturuldu adına. Oluşturulan hashtag ülke sıralamasında en üstlerde yer aldı. Komandolar eğitimleri sırasındaki yürüyüşlerinde "İyi ki varsın Eren Bülbül" diye inlettiler ortalığı, hakeza özel harekat polisleri de öyle. Tutkunu olduğun Trabzonspor'un maçında stat ismiyle inledi Eren'in. Pankartlara kocaman kocaman ismi yazıldı, resimleri basıldı.
Anadolu'nun bağrında bulunan bu ruh 15 Temmuz gecesi çıkmıştı ya ortaya sen o ruhun hala ölmediğini gösterdin Eren. O gece bir pankart taşıyordu biri. Yazmıştı pankarta "Ev kira ama vatan bizim" diye. İşte o ruhu biz sende tekrar gördük, tekrar hissettik Eren. Ruhun şad, mekanın cennet olsun. Peygamberimize komşu olasın...
Bu kadar değerli olduğunu hissetmemiştin belki hiç değil mi? Belki de hissettin...

#İyikiVarsınEren 

TEOG Tercihleri ve Samsun'da Yeni Tip Okullar

              TOEG sonrası yerleştirme puanlarının da açıklanmasıyla tercih maratonu başlamak üzere. 14 - 24 Temmuz tarihlerinde yapılacak tercihler için veli ve öğrenciler heyecan içerisinde. Okullar araştırılıyor, bilen kişilerden soruşturuluyor, rehber öğretmenlerden fikirler isteniyor. Tabi ki her öğrencinin hedeflediği bir okul veya okul türü var. Liselerde birden fazla çeşidin olması ve lise türlerinin her birinin de birbirinden farklı olması ciddi araştırmaları gerektiriyor.
            Anadolu Liseleri, Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri gibi okulların yanında yetenek sınavlarıyla öğrenci alan Güzel Sanatlar ve Spor Liseleri... Meslekî ve Teknik Anadolu Liseleri, Anadolu İmam - Hatip Liseleri... Meslekî Eğitim Merkezleri de artık TEOG yerleştirme puanına göre öğrenci alıyor. Öğrencilerin hangi okulları tercih edebilecekleri ve okulların kontenjanları e-okul sistemi üzerinden duyuruldu. Bu okul türlerinin yanında Millî Eğitim Bakanlığı'nın son yıllarda yaygınlaştırmaya başladığı "Proje Okullar" ve "Tematik Meslekî ve Teknik Anadolu Liseleri" de Samsun'da boy göstermeye başladı.
            Bu yıl ilk defa öğrenci alacak olan "Tematik Meslekî ve Teknik Anadolu Liseleri"nden biri de Samsun'da açılıyor. Tekkeköy'de açılacak olan Tıbbî Cihaz Teknolojileri Meslekî ve Teknik Anadolu Lisesi, bu yıl "Makine Teknolojisi" alanına öğrenci alacak. Bu okula başvurular 3-13 Temmuz arasında okul müdürlüğüne yapılmakta...
            Samsun'da proje okulu olarak üçüncü yılını dolduran, hem Arapça hem de İngilizce hazırlık sınıflarına öğrenci alma özelliğiyle Türkiye'de sayılı Anadolu İmam - Hatip Liseleri arasında olan ve ayrıca öğrencilerini dil eğitimi için yurt dışına gönderen, okul içerisinde yabancı hocaların dil derslerine girdiği Atakum Anadolu İmam - Hatip Lisesi, bu yıl bünyesine yeni bir alan daha açarak "Fen ve Sosyal Bilimler Programı"na da öğrenci alıyor. Fen Lisesi ve Sosyal Bilimler Liselerinin programının okutulacağı bu program Arapça ve İngilizce hazırlıklı programların aksine diğer liseler gibi dört yıl.
            Atakum Anadolu İmam - Hatip Lisesi'nin yanında bu yıl İlkadım Emine Ahmet Yeni Kız Anadolu İmam - Hatip Lisesi, İlkadım Samsun Anadolu İmam - Hatip Lisesi ve Tekkeköy Anadolu İmam - Hatip Lisesi de "Fen ve Sosyal Bilimler Programı"na öğrenci alacaklar.
            Ayrıca birçok okul kendine başarılı öğrencileri çekebilmek için sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği halinde burs imkanı ve değişik hediyeler sunmakta. Mesela Çarşamba'da ÇİMDER (Çarşamba İmam - Hatipliler Derneği) Çarşamba'da bulunan Çarşamba Anadolu İmam - Hatip Lisesi, Çarşamba Kız Anadolu İmam - Hatip Lisesi veya Yeşilırmak Anadolu İmam - Hatip Liselerinden birine TEOG'dan 400 üzeri puan alıp yerleşerek eğitimine bu okullarda devam eden öğrencilere aylık 100 TL burs vermekte. İki yıldır bu faaliyetini sürdüren dernek, 2017-2018 eğitim öğretim yılında da 400 ve üzeri TEOG puanı alarak Çarşamba'daki Anadolu İmam - Hatip Liseleri'ne kayıt olup, eğitimine bu okullarda devam edenlere burs taahhüdünü sürdürüyor.

            Tercih sürecinde veli ve öğrencilerin işi zor gibi gözüküyor. 

Her Yer İmam - Hatip Mi Oldu?

TEOG yerleştirme puanları açıklandı. Tabi ki, hem velileri hem de öğrencileri tercih heyecanı sardı. 14 - 24 Temmuz tarihleri arasında yapılacak tercihler için okullar araştırılıyor, değişik kişilerden fikirler alınıyor. Bütün bu çaba öğrencilerin daha iyi bir kurumda iyi bir eğitim alabilmeleri için.
            Tabi ki, bu süreçte gündeme sürekli getirilmeye çalışılan "Her yer İmam - Hatip oldu", "gayrimüslimleri bile İmam - Hatiplere yerleştiriyorlar" gibi haberleri temcit pilavı misali görecek yine bazı yazarların gazetelerinde bu türden yazıları yazdıklarını göreceğiz. Peki, gerçekten de öyle mi? Her yer İmam - Hatip mi oldu? Gayrimüslim bir öğrenci de İmam - Hatibe yerleşebilir mi?
            Son soruyla başlayalım. Gayrimüslim bir öğrencinin eğer kendisi tercih etmemişse İmam - Hatibe yerleşme ihtimali sıfır yani yok. Çünkü öğrenciler tercihleri dışında bir okula yerleştirilemiyorlar.
            Gelelim diğer soruya. Her yer İmam - Hatip olmadı. Hatta İmam - Hatibe giden öğrenci sayısı Türkiye'deki toplam öğrenci sayısına bakıldığında çok büyük bir yekunu da oluşturmuyor. Rakamlara bakılacak olursa;
            Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2016 - 2017 Eğitim Öğretim Yılının birinci dönemi istatistiklerine göre Türkiye genelinde İmam - Hatip Ortaokullarının genel görünümü şöyle:
            Türkiye genelinde 410 adet İmam - Hatip Liselerinin bünyesinde, 2.367 adet de bağımsız olmak üzere 2.777 tane İmam - Hatip Ortaokulu bulunmaktadır. Bu kurumlarda 309.406'sı erkek, 347.614'ü kız toplam 657.020 öğrenci öğrenim görmektedir. Bu okullarda 22.532 derslikte 280.732 erkek 304.445 kadın öğretmen eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir. Türkiye genelinde 17.889 Ortaokul ve İmam - Hatip Ortaokulu olduğu dikkate alınırsa tüm Ortaokullar arasında İmam - Hatip Ortaokulunun oranının %15 olduğu, Türkiye genelinde 5.519.689 öğrenci olduğu dikkate alındığında da İmam - Hatip Ortaokullarında okuyan öğrencilerin oranının %11,9 olduğu görülecektir. Yani Ortaokul sıralarındaki öğrenci mevcudunun %88,1'i Ortaokullara giderken mevcut öğrencilerin yalnızca %11,9'u İmam - Hatip Ortaokullarına gitmektedir.
            Samsun'daki İmam - Hatip Ortaokulu verilerine gelince; Samsun'da 44 İmam - Hatip Ortaokulunda  389'u erkek 429'u kadın 818 öğretmen tarafından 543 derslikte 7.211 erkek, 7.220 kız, toplam 14.431 öğrenciye eğitim verilmektedir. Samsun ili genelinde toplam 313 Ortaokul ve İmam - Hatip Ortaokulunda 81.826 öğrenciye eğitim verildiği düşünülürse İmam - Hatip Ortaokullarının il genelindeki Ortaokul ve İmam - Hatip Ortaokulları toplamına oranının %14 olduğu, bu kurumlarda eğitim gören öğrenci oranlarının ise %17,6 oranında olduğu görülecektir. Samsun il geneli olarak İmam - Hatip Ortaokulundaki öğrenci sayısı oranının Türkiye oranından yüksek olduğu okul sayısı oranlarında ise Samsun'un Türkiye ortalamasının çok az da olsa altında olduğu gözükmektedir. Bu da Samsun'daki İmam - Hatip Ortaokullarının Türkiye ortalamasından daha kalabalık olduğu anlamına gelmektedir.
            İmam - Hatip Liselerine gelecek olursak; Türkiye genelinde 1408 adet İmam - Hatip Lisesinde 239.155'i erkek, 277.936'sı kız olmak üzere 517.081 örgün öğrenciye, 41.872'si erkek, 75.453 kız 40.974 öğrenciye de Açık Öğretim İmam - Hatip Lisesi'nde yüz yüze eğitim şeklinde 20.817'si erkek, 20.157 kadın 40.974 öğretmen 29.701 derslik de eğitim vermektedir. Örgün eğitim ve Açık Öğretim İmam - Hatip Lisesi beraber düşünüldüğünde 281.027'si erkek, 353.379'u kız olmak üzere 634.406 öğrencinin İmam - Hatip Liselerinde eğitim aldıkları gözükmektedir. Türkiye genelinde 10.596 lise türü okulda 2.910.634'ü erkek, 2.603.097'si kız toplam 5.513.731 öğrencinin 189.783 derslikte eğitim aldıkları düşünüldüğünde Türkiye genelindeki İmam - Hatip Liselerinin tüm liselere oranının % 13,2 olduğu, İmam - Hatip Liselerinde eğitim gören öğrencilerin tüm lise öğrencilerine oranının da % 11,5 olduğu görülecektir.
            Samsun'daki İmam - Hatip Liseleri ile ilgili verilere gelince, Samsun'da 24 adet İmam - Hatip Lisesinde 5.299'u erkek, 5.831'i kız 11.130 örgün, 883'ü erkek, 1.410'u kız 2293 yaygın eğitim öğrencisi, toplamda 6.182'si erkek, 7.241'i kız 13.423 öğrenciye 893 öğretmen 547 derslikte eğitim vermektedir. Samsun'da 175 lisede 48.054 erkek, 46.426 kız toplam 94.480 öğrenciye 6.195 öğretmenin 3.126 derslikte eğitim verdiği göz önünde bulundurulursa il genelindeki İmam - Hatip Liselerinin tüm liselere oranının % 13,7 olduğu, liselerde okuyan öğrenci sayısının İmam - Hatip Lisesi öğrencilerine oranın da % 14,2 olduğu görülecektir. İl genelindeki okul sayısı ve öğrenci sayısı oranlarının Türkiye geneli oranlarıyla karşılaştırması yapılınca okul adeti oranlarının Türkiye ortalamalarında olduğu fakat öğrenci sayı oranlarının karşılaştırmasında ise Samsun il oranının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu da il genelindeki İmam - Hatip Lisesi öğrenci mevcutlarının Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu göstermektedir.

            Rakam ve oranlara boğduğumuz yazımızın sonunda "Türkiye'de her yer İmam - Hatip oldu" ezberini yeniden düşünmenizi tavsiye ediyorum.

4 Temmuz 2017 Salı

Türkiye Dindarlaşıyor Mu? (Üstünde Düşünülmesi Gereken Bir Anket)

MAK Araştırma Değerlendirme Danışmanlık AŞ tarafından 12 Haziran - 18 Haziran 2017 tarihleri arasında "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Araştırması" üst başlığı ile 30 Büyükşehir ve (Ağrı, Aksaray, Artvin, Bayburt, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Giresun, Gümüşhane, Karaman, Karabük, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Osmaniye, Sinop, Bilecik, Yozgat, Uşak ) 23 il, 154 ilçe de 5400 kişi (Türkiye'deki seçmen sayısının onbinde biri) ile yüz yüze Görüşmelerle yapılan anketin sonuçlarını yorumsuz olarak paylaşıyor ve "Türkiye dindarlaşıyor mu? Türkiye'de son yıllarda dinî eğitim veren kurumların sayısındaki artış gerçekten gerekli mi?" gibi soruları tekrar sorarak anketi yorumsuz olarak paylaşıyoruz.
            "Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?" şeklindeki sorumuza yıllardır %99 u Müslüman diye ifade ettiğimiz toplumun % 86 sı "Evet, Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyorum", derken aynı soruya; "Evet, Allah’ın sadece varlığına bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karıştığını karışacağını düşünmüyorum" diyen literal anlamda deist diye ifade edilebileceklerin oranı % 6, "Hayır, Allah’a inanmıyorum diyerek ateist olduğunu ifade edebileceklerimizin oranı % 4", farklı çekincelerle bu soruya cevap yok / Kararsız diyenlerin oranı % 4 olarak değerlendirilmiştir. Deist ve ateistlerin ağırlıklı olarak büyükşehirlerde yoğunlaştığı, taşrada bu oranın % 1 lerin altına indiği görülmektedir.
            "Meleklere inanıyor musunuz?" sorusuna araştırmamıza katılanların % 75 i "Evet, meleklere inanıyorum." derken "Hayır, gözümle görmediğim varlıklara inanmam." diyenlerin oranı % 15. Cevap yok / Kararsız oranı ise % 10.
            "Kur'an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?" sorusuna katılımcıların % 76 i "Evet, inanıyorum." derken "Hayır, inanmıyorum" diyenlerin oranı % 14, cevap vermeyen veya Kararsız oranı ise % 10.
            "Evinizde Kur'an-ı Kerim var mı? Ve düzenli aralıklarla okuyor musunuz?" sorusuna toplumun % 25 i "Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ve düzenli aralıklarla Kur'an-ı Kerim okuyoruz" cevabını verirken, "Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ama pek okuduğumuz söylenemez." diyenlerin oranı % 32, "Hayır, evimizde Kur'an-ı Kerim yok." diyenler % 33 ken, katılımcıların % 10 i bu soruya cevap yok / Kararsız şeklinde yaklaşmış.
            "Peygamberlere inanıyor musunuz? Hz. Muhammed (sav) sizin için her anlamda örnek alınacak rol model / örnek insan mıdır?" sorusuna katılımcıların % 63'i "Evet, peygamberlere inanıyorum ve ama benim için her anlamda rol modeldir." derken % 20 si "Evet, peygamberlere inanıyorum ama bazı konularda örnek alsam da her konuda Hz. Muhammed (sav) örnek alınacak rol model / örnek değildir." cevabını veriyor. "Hayır, peygamberlere inanmıyorum." diyenlerin oranı % 9. Cevap yok / Kararsız oranı ise % 8
            "Kadere (Hayır ve Şerrin Allah'tan geldiğine) inanıyor musunuz?" sorusuna araştırmaya katılanların %55 i "Evet, kadere (hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine) inanıyorum." derken % 15 i "Evet, kadere inanıyorum ama insan kendi kaderini kendi yapar" diye cevaplarken, "Evet, kadere inanıyorum çünkü insanın zaten hiçbir iradesi yok." diyen % 15. İmanın 6 şartından biri olan kadere imanı ret eden "Hayır, kadere (Hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine) inanmıyorum." diyenlerin oranı %10. % 5 ise cevap yok / Kararsız demiş.
            "Öldükten sonra dirileceğinize ve bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinize inanıyor musunuz?" şeklindeki soruya % 73 "Evet, öldükten sonra dirileceğime ve hesaba çekileceğime inanıyorum." diyerek inandıklarını ifade ederken, aynı soruya katılımcıların % 10 u "Evet, öldükten sonra dirileceğime inanıyorum ama hesaba çekilmeye inanmıyorum." derken, "Hayır, öldükten sonra dirileceğime ve bu dünyada yaptıklarımdan hesaba çekileceğime inanmıyorum" diyenlerin oranı % 9 cevap yok / Kararsız diyenlerin oranı da % 8.
            "Kur'an-ı Kerim'i Arapça hattından okuyabiliyor musunuz?" sorusuna katılımcıların % 32 si Evet, % 54 ü Hayır derken % 14 bu soruya Kararsız / Görüş yok.
            "Hiçbir Kur'an Kursu'na eğitim almak amacıyla gittiniz mi?" sorumuza Evet diyenlerin oranı % 25, Hayır diyenlerin oranı % 65, Kararsız / Görüş yok oranı ise % 10.
            "Kur'an-ı Kerim'in Türkçe mealini hiç okudunuz mu?" sorusuna katılımcıların % 17 si Evet, % 60 ı Hayır, % 23 ü ise Kararsız / Görüş yok şeklinde yaklaşım sergiliyor.
            "Cennete gideceğiniz kesin olsa; şu an cennete gitmek için ölmeyi düşünür müsünüz?" sorusuna Evet diyenlerin oranı % 15, Hayır diyenlerin oranı % 65, Kararsız / Görüş yok oranı % 20.
            "Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sav) hayatını hiç okudunuz mu?" sorusuna katılımcıların % 23 ü Evet, % 65 i Hayır derken, Kararsız / Görüş yok oranı % 12
            "Camiye / mescide hangi sıklıkta gidiyorsunuz?" sorusuna "bayramdan bayrama" diyenlerin oranı % 12 iken, "cuma namazları ve bayram namazları bir de kandil günlerinde" diyenlerin oranı % 32, "zaman zaman vakit namazları dahil camiye gidiyorum" diyenlerin oranı % 13, "hiç gitmiyorum" diyenlerin oranı % 30, Kararsız / Görüş yok diyenlerin oranı % 13.
            "Ramazan ayında oruç tutuyor musunuz?" sorusuna "Evet, tüm ramazan boyunca oruç tutarım" diyenlerin oranı % 45, "Evet ama tüm ramazan boyunca değil ramazanın bir kısmında oruç tutarım." diyenlerin oranı % 25, "Hayır, hiç tutmam" diyenlerin oranı % 20, cevap yok / Kararsız oranı % 10.
            "İslam dini ile ilgili bilgileri daha çok hangi kaynaklardan öğreniyorsunuz?" sorusuna katılımcıların % 30 i "dini kitaplar" derken % 45 i "internet", % 20 i "birine sorarak" % 5 i de Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Hangi sıklıkta namaz kılıyor musunuz?" sorusuna katılımcıların % 22 si "5 vakit namaz kılıyorum." derken, % 26 sı "arada vakit namazları kılarım ama cumaları ve teravihleri ve bayram namazlarını tam kılarım." % 24 i de "arada cuma namazlarını, teravihleri ve bayram namazlarını kılıyorum." derken "hiç namaz kılmıyorum" diyenlerin oranı % 22, Kararsız / Görüş yok diyenlerin oranı ise % 6.
            "Herhangi bir dini cemaate veya tarikata bağlı bulundunuz mu / bulunuyor musunuz?" sorusuna Evet diyenlerin oranı % 15 iken, Hayır diyenlerin oranı % 60, Kararsız / cevap yok diyenlerin oranı % 25.
            "Dini bir cemaat görünümlü FETÖ tarafından tapılan 15 Temmuz darbe teşebbüsü dini grup, cemaat yada tarikatlara bakışınızı nasıl etkiledi?" sorusuna vatandaşların % 30 u "dini grup, cemaat yada tarikatlara olumsuz yada şüphe ile bakmama neden oldu" derken, % 50 si "dini grup, cemaat yada tarikatların daha sıkı, illegal yapılanmalara zemin oluşturmayacak şekilde denetlenmesi gerektiğini" ifade etmektedir. % 12 si ise "dini grup, cemaat ya da tarikatlara bakışım değişmedi" demektedir. % 8 i ise Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Dua eder misiniz? Hangi sıklıkta dua edersiniz?" sorusuna katılımcıların %75 i "Evet, çok sık dua ederim." %10 u Evet, "ara ara dua ederim." % 6 sı "Hayır, dua etmem." % 4 ü Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Eş seçiminde eşinizin dinine düşkün biri olması sizin için ne kadar önemli?" sorumuza katılımcıların % 51 i çok önemli, % 24 ü kısmen önemli, % 20 si önemli değil, % 5 i Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Eşinizin dini değerlere bakışı ve yaşayışı sizinle kıyasladığınızda nasıl olmalıdır?" sorumuza toplumun % 30 u; "benim gibi, benim kadar dindar olmalıdır." % 45 i "benden daha dindar olmalıdır." % 15 i "benden daha az dindar olmalıdır." % 10 u ise bu soru karşısında Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Bir topluluk içine yada birinin yanına gittiğinizde genelde nasıl selam verirsiniz?" sorusuna araştırmamıza katılanların % 41 "Selamün Aleyküm", % 24 ü "merhaba günaydın vs.", % 30 u "na'ber vb." % 5 i Kararsız / Görüş yok şeklinde ifade etmişlerdir.
            "Siyasi bir seçimde(belediye- milletvekili vs.) Adayın dinine düşkün biri olması sizin için ne kadar önemli?" sorumuza katılımcıların % 51 i çok önemli, % 24 ü kısmen önemli, % 20 si önemli değil, % 5 i Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "İslam ülkelerinin (hıristiyan ülkelerin dini lideri papalık gibi) halifelik benzeri bir dini liderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?" sorusuna araştırmamıza katılanların % 54 ü Evet derken, % 40 u Hayır demektedir. % 6 sı ise Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Günah işlediğinizde pişman olur musunuz?" sorusuna Evet diyenlerin oranı % 90, Hayır diyenlerin oranı % 2, Kararsız / Görüş yok oranı % 8 dir.
            "Gusül abdesti alır mısınız?" sorusuna katılımcılardan "Evet, asla gusül abdestim olmaksızın dışarı çıkmam" diyenlerin oranı % 65 iken, "ara sıra gusül abdesti alırım" diyenlerin oranı % 17, "gusül abdestini bilmiyorum / almam" diyenlerin oranı ise % 13, Kararsız / Görüş yok diyenler ise % 5.


19 Mayıs 2017 Cuma

Şaban Kuzgun'un Şahsiyeti ve İlim Dünyasına Katkıları


Son senen geldi çattı ey Şaban!
Ne idin, ne oldun, ne olacaksın?
Hayat bir su içimi kadar kısa...
Gençliğine doymadan geçiyor...
Ölmeye hazır ol!
            Bu dizelerin sahibi Çarşambalı önemli bilim adamlarından olan Şaban Kuzgun. 1974 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi son sınıfta iken karnesinin arkasına yazmış bu mısraları... Daha o yılarda "Ölmeye hazır ol!" diyerek kendini her an ölüme hazırlamaya çalıştığı anlaşılan Şaban Kuzgun, ani bir kaza sonucu genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti. İlmî olarak en velûd olacağı çağda vefat eden Şaban Kuzgun'u tanıyanları, akademisyen arkadaşları ve öğrencileri çalışkan, merhametli, sevgi dolu, milletini ve vatanını çok seven, haksızlığa tahammülü olmayan tam bir "Gönül İnsanı" olarak tanımlamaktadırlar.
            İlahiyat eğitimimde Dinler Tarihi dersime giren hocamın ve yüksek lisans eğitimimde danışmanlığımı yapan hocamın da yetişmesinde büyük emekleri olmuş Şaban Kuzgun hocanın… Yani hocalarımın hocasıdır, Şaban Kuzgun. Lisansüstü eğitimim sırasında bir gün hocamız paramızın olup olmadığını, bir sıkıntımızın olup olmadığını sormuştu ve Şaban Hoca'nın her zaman onlara paralarının olup olmadığını, sıkıntıları olup olmadığını sorduğunu ve hocalarından böyle öğrendiklerini anlatmıştı. Her dersimizde muhakkak bize en azından çay ikramında bulunan hocam yine bu özelliğinin de hocası Şaban Hoca'nın bir özelliği olduğunu söylemişti. Şaban Hoca'nın öğrencisi olmuş ve sonrasında akademisyen olduğu okulunda hocasıyla yedi yıl aynı odayı paylaşmış Huzeyfe Sayım, Şaban Hoca'nın zor şartlar altında okuduğunu anlattığını hatta öğrencilik yıllarında pazarcılık ve işportacılık dahi yaptığını anlattığını söyleyerek, Şaban Hoca'yı yardım istemek için her öğrencisinin başvurabileceği bir hoca olarak anlatmaktadır. Hoca'nın çok eski arkadaşlarından olan Dinler Tarihçisi Harun Güngör, Şaban Hoca'nın bir öğrencisine kız istemek için Ankara'ya gittiğini kızın verilmek istenmemesi üzerine kızın babasını ikna için akşam sekizden ertesi gün sabah üçe kadar dil döktüğünü ve yine başka bir öğrencisi için de kız istemeye Çankırı'ya kadar gittiğini hatta dönüşte kaza yapmasına rağmen bundan hiç şikayetçi dahi olmadığını anlatır.
            Türkiye'de Ahmet Mithat Efendi, Hilmi Ömer Budda, Annemarie Schimmel ve Hikmet Tanyu sonrası Dinler Tarihi alanında yetişmiş en önemli kuşaktan Şaban Kuzgun. Prof. Dr. Hikmet Tanyu'nun yetiştirdiği Günay Tümer, Mehmet Aydın, Abdurrahman Küçük, Ömer Faruk Harman ile aynı kuşaktan. Arapça, İngilizce yanında az miktarda da olsa İbranice ve Farsça bilen Şaban Kuzgun, "Dinler Tarihçilerinin Kutbu" olarak kabul edilebilecek Prof. Dr. Hikmet Tanyu ve Prof. Dr. Bahattin Ögel'in yönetiminde "Hazarların Yahudileşmesi ve Karaî İnancı Üzerine Bir Araştırma" adlı çalışmasıyla doktor, "İslam Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik" adlı çalışmasıyla da doçent unvanını almıştır. Yıllarca Yüksek İslam Enstitüsü ve İlahiyat Fakültelerinde "Dinler Tarihi Bilim Dalı"nda akademisyen olarak görev yapmış olan Şaban Kuzgun, birçok öğrenci yetiştirmiştir. Akademik hayatı boyunca yüzlerce lisans öğrencisini eğitmenin yanı sıra yedi doktora, on tane de yüksek lisans tezi yönetmiştir. Basılmış olan beş tane kitap, çeşitli akademik hakemli dergilerde yayınlanan onlarca akademik makale, değişik yerlerde sunulan tebliğler, bildiriler, araştırma raporları bırakmıştır ardında. Özellikle Yahudileşmiş bir Türk boyu olan Hazar Türkleri ile ilgili yapmış olduğu doktora çalışması akademik dünyada çok ilgi görmüş ve bu araştırma "Hazar ve Karay Türkleri" adıyla kitap olarak da basılmıştır. Şaban Kuzgun'un İlahiyat çevrelerinde heyecan oluşturan diğer bir eseri de "Dört İncil, Yazılması, Derlenmesi, Muhtevası, Farlılıkları ve Çelişkileri" adlı eseridir. Hıristiyanların kutsal olarak gördükleri dört İncil arasındaki çelişkilerin ortaya konduğu bu eser sahası açısından çok önemli bir eserdir. Hocanın doçentlik tezi de "Hz. İbrahim ve Haniflik" adıyla kitap olarak basılmıştır. Bu eserlerin yanında "Kayseri ve Çevresindeki Ziyaret ve Ziyaret Yerleri" ve "Dinler Tarihi" isimli iki eseri daha bulunan hocanın Dinler Tarihi alanında onlarca akademik makalesi de mevcuttur.
            Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü ile Erciyes Üniversitesi ve Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültelerinde görev yapmış olan Şaban Kuzgun, 1988-1989 yılları arasında Kuveyt Üniversitesinde Araştırmacı Öğretim Üyesi olarak, 1994-1999 yılları arasında da Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde dekan olarak görev yapmıştır. 1996 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından bir heyetle on beş günlüğüne İran'a görevli olarak gönderilmiş, 1997 yılında da Cumhurbaşkanlığı tarafından Türk-İsrail Antlaşması için bir heyetle İsrail'de bulunmuştur.   
            Hocalarına karşı da çok vefalı olan Şaban Kuzgun hocası Hikmet Tanyu'nun yapmayı planladığı fakat gerçekleştiremediği bir projeyi yapmayı hedefliyordu. Türkiye'nin tamamının inanç coğrafyasını çıkarmayı amaçlayan bu çalışmaya başlayan Şaban Kuzgun, bu çalışmasını maalesef nihayete erdirememiştir. Lisansüstü eğitim gören öğrencilerine yaşadıkları ilin veya memleketlerinin inanç coğrafyalarını geleneklerini araştırmayı tez konusu olarak veren hoca buradan elde ettiği veriler ve kendi topladıklarıyla büyük bir proje hayal etmişti. Şüphesiz siyasî olarak karşılığı da olan bu projenin tüm ülke sathında ses getirmemesi olanaksızdı. "Dinlerarası Diyalog" konusunda çekinceleri olan ve daha önceden Urfa'da yapılan Dinlerarası Diyalog Sempozyumu'na alternatif olarak yapılan bir sempozyum sonrası dönüşte Şaban Kuzgun, Kayseri yakınlarında 14.05.2000 tarihinde elli yaşındayken vefat etmiştir.
            Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 2000 yılında basılan "Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi"nin 5. Sayısı ‘Prof. Dr. Şaban Kuzgun Armağanı’ başlığıyla hoca için basılmış; ayrıca Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 2001 yılında basılan "Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi"nin 11. Sayısı ‘Prof. Dr. Şaban Kuzgun’un Anısına’ başlığıyla hocaya armağan edilmiştir.

            Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Çarşamba'yı Sel Aldı

           

             Bir Çarşambalının memleketinden ayrılıp gurbete gittiğinde, nereli olduğu sorusunun ardından vereceği "Çarşambalıyım" cevabından sonra muhatabı olduğu ilk soru "Gerçekten Çarşamba'yı sel aldı mı?" sorusu olacaktır. Tabi ki, Çarşamba'yı sel alıp almadığının merak edilmesinin sebebi "Çarşamba'yı Sel Aldı" türküsü. Kendisi de Çarşambalı olan rahmetli Yıldıray Çınar, anonim olan "Çarşamba'yı Sel Aldı" türküsünü tüm Türkiye'de meşhur etmiş ve 1970 yılında Çarşamba'da türküyle aynı adı taşıyan "Çarşamba'yı Sel Aldı" adıyla çektiği filmle de hem Çarşamba'nın hem de türkünün tüm Türkiye'de tanınırlığını kuvvetlendirmiştir. Sonraki yıllarda türküyü Adalet Büyükkaya'dan Hülya Polat'a, Orhan Hakalmaz'dan Mahsun Kırmızıgül'e, Burçin'den Yavuz Bingöl'e birçok şarkıcı seslendirdi ve türkünün nâmesi ve sözleri hem zihinlerde hem de gönüllerde yer edindi.
            Peki, gerçekten Çarşamba'yı sel aldı mı? Tabi ki, hem de sayısını bilmediğimiz kadar çok. Şu an Ayvacık ilçesi sınırları içerisinde bulunan barajlar inşa edilmeden önce sel, Çarşamba'nın bir yıl olmazsa diğer yıl mutlaka gerçekleşen neredeyse sıradanlaşmış bir gerçeğiymiş. Çarşamba'yı ilk defa ne zaman selin aldığı bilinmemekle beraber Çarşamba'nın tarihsel gelişimine biraz değinelim istiyorum.
            Çarşamba'nın şu an bildiğimiz merkezinde yerleşimlerin ne zaman başladığı ve ilçenin kimler tarafından kurulduğu net olarak bilinmemektedir. Fakat Çarşamba'da bulunan ve yapım yılları 1200'lerin başlarına kadar dayanan Göğceli ve Şeyh Habil Camileri, ilçede Müslüman nüfusun uzun zamandır var olduğunu da göstermektedir. Şu anki ilçe merkezinde kurulan ve çarşamba günleri kurulduğu için daha sonradan ilçenin adının da verilmesine sebep olan pazar dolayısıyla ilçe merkezinde yerleşimin arttığı düşünülebilir. İlçenin ovada kurulu oluşu ve iklim şartları itibarıyla bölgenin meyve ve sebze ziraatına uygun oluşu Çarşamba'da kurulan pazarın gelişimini de beraberinde getirmiştir. Ovada yetişen ürünlerin yanı sıra ilçeyi ikiye bölen Yeşilırmak üzerinde kayıklarla yapılan taşımacılık sayesinde Ayvacık ve Salıpazarı'nın yüksek kesimlerinden de çeşitli ürünlerin pazara geldiği ve çeşitlilik oluşturduğu varsayılabilir.
            Çarşamba ovasının yakın geçmişe kadar bazı bölgelerinin bataklık ve sazlık alanlar olduğu ve 1900'lü yıllarda ancak kurutulabildiği ve ıslah edildiği bilinmektedir. Hatta ilçenin doğu yakasında bulunan ırmağın eski yatağı "Körırmak" bataklık ve sazlık halindeyken yakın zamanda ıslah edilmiş ve imara açılmıştır. Özellikle ovanın doğu yakasında denize yakın köylerin büyük bölümü Cumhuriyet döneminde yerleşime açılmış ve yeni oluşan arazilere diğer köylerden ve ilçe dışından gelen göçlerle yerleşim sağlanmıştır. Islah çalışmaları öncesinde sivrisineklerden dolayı halkın çok rahatsızlığının olduğu ve hatta sivrisinekler sebebiyle ilçede yakın zamana kadar sıtma salgınlarının yaşandığı ve bu salgınlarda yüzlerce insanın öldüğü de bilinmektedir.
            Çarşambadaki bilinen sel ve su taşkını hadiselerine gelmeden önce sel ve su taşkını arasındaki farka değinelim. Sel, dağların dik yamaçlarından düşercesine inen ve bu sırada yolu üzerinde bulunan taşı, toprağı aşağı indiren ve çevresine hasar veren şiddetli akıntıya verilen isimken, su taşkını ise akarsuların çeşitli sebeplerle yatağından taşarak etrafındaki arazilere, yerleşim yerlerine veya canlılara zarar vermesi olarak tanımlanabilir. Bu manada şunu söyleyebiliriz. Çarşamba, hem seller hem de su taşkınlarına maruz kalmıştır. Samsun Meteoroloji İstasyonu verilerine göre yıllık toplam yağış miktarı (1974-2003) 670.2 mm’dir. İl sınırları içerisinde yağış miktarları batıya, doğuya ve iç kesimlere doğru gidildikçe değişmektedir. Nitekim Bafra’da yıllık yağış toplamı 754.9 mm, Havza’da 623 mm ve biraz daha yüksek olan Ladik’te 704 mm iken Çarşamba’da yıllık yağış miktarı 985.9 mm'dir. Sel oluşumunda bir gün içerisinde düşen yağış miktarı, özellikle kısa sürede çok su bırakan yağışlar daha etkili olmaktadır. Bu sel ve taşkınlar çevreye, ekili - dikili alanlara zarar vermenin yanında ölümlere de sebebiyet vermişlerdir. Mesela 28 Haziran 1967 tarihinde gerçekleşen sel felaketinde ırmak kenarında bulunan Boyacılı köyünden dokuz kişi vefat etmiş; 1 Temmuz 2006 tarihinde Çarşamba Köroğlu köyünde yaşanan felakette sel sularına kapılan bebeğini kurtarmaya çalışan cami imamı ve kundaktaki bebeği sel sularına kapılarak vefat etmiştir. Yeşilırmak'ın Çarşambayla buluştuğu dik yamaçlarda 1971 - 1981 yılları arasında  inşa edilen Hasan Uğurlu ve 1975 - 1982 yılları arasında inşa edilen Suat Uğurlu Hidro Elektrik Santralleri ile Abdal Deresi üzerine 1985 - 1988 yılları arasında sulama amaçlı olarak inşa edilen Çakmak Barajı'nın su tutmaya başlaması ve suyun kontrollü olarak salınması ile Çarşamba ovası içerisinde yakın zamanda yapımı tamamlanan sulama kanalları neticesinde Çarşamba ve çevresindeki sel ve taşkınlar tamamen son bulmasa da ciddi oranda azalmıştır. Ayrıca sel ve taşkınların yanı sıra özellikle Ayvacık ve Salıpazarı'nın Çarşamba ovasına bakan yamaçlarında ve bu ilçelerde selle beraber meydana gelen heyelanlarda da hem can kayıpları hem de maddi kayıplar yaşanmıştır.  Çarşamba ovasında sel ve taşkınlara sebebiyet veren sadece Yeşilırmak değildir. Yeşilırmak'ın yanında Abdal Deresinde meydana gelen bazı taşkınlarda maddi hasarlara sebebiyet vermiştir. Samsun ili genelinde 1960'lardan 2012'ye kadar 96 adet sel ve taşkın tespit edilmiştir. Tespit edilen sel ve taşkınların sayısal olarak ciddi oranı Çarşamba'da gerçekleşmiştir. 1960'lı yıllardan itibaren Çarşamba'da gerçekleşmiş bazı sel ve taşkınları inceleyelim.
Akarsuyun Adı
Taşkın Debi (m3 / sn)
Tarih
Yeşilırmak
920
27/04/1963
Yeşilırmak
1914
28/06/1967
Yeşilırmak
1288
14/03/1968
Yeşilırmak
921
28/04/1969
Yeşilırmak
973
14/06/1975
Yeşilırmak
979
29/04/1977
Yeşilırmak
1160
11/04/1978
Yeşilırmak
1475
15/05/1980
Yeşilırmak
902
27/05/1986
Yeşilırmak
1641
01/07/1988
Yeşilırmak
1417
13/05/1990
Yeşilırmak
1000
24/06/1992
Yeşilırmak
?
05/06/1998
Yeşilırmak
?
27/05/2000
Yeşilırmak
?
01/07/2006
Yeşilırmak
?
3-4/07/2012
Abdal Deresi
230
28/04/1974
Abdal Deresi
460
30/04/1975
Abdal Deresi
290
18/03/1977
Abdal Deresi
330
15/10/1983
Abdal Deresi
320
26/05/1986
            1960'lardan bu yana bilebildiğimiz bazı sel ve su taşkınlarının listesi böyle. Bu kadar sık sel ve taşkına maruz kalan halk da tabi ki sel ve taşkınlara karşı önlemlerini almaya çalışmıştır. Fakat çoğu zaman da suların karşısında duramamış ve hem ev hem de arazisinde hasarlar görmüştür. Sel ve taşkınların bir de kârlıları vardır tabi. Selle beraber dağlardan ırmağın getirdiği odunları toplayıp da kışlık odununu yapanlar da az değildi. Hatta ırmak içerisinde yüzen odun ve ağaç parçalarını iplerle tutmaya çalışan insanlara dahi rastlamak mümkündü. Irmak sularının çok yükseldiği dönemlerde ilçe merkezindeki betonarme köprü yapılmadan önce ilçenin iki yakasını birbirine bağlayan tahta köprünün de sellerde hasar gördüğü ve hatta bazı bölümlerinin tamamen yıkıldığı da bilinmektedir. 1931 yılında ırmak üzerine betonarme köprü yapıldıktan sonra sel sularının getirdiklerini izlemek halk arasında eğlencelere dahi konu olmuş. Irmak sularının çok yükseldiği ve neredeyse köprünün altına değdiği dönemlerde insanlar köprü üzerine çıkar ve selin getirdiği kütüklerin köprüye çarpmalarını izlerlermiş. Bu da halkımızın felaketi eğlenceye çevirme şekli...
            Gelelim şimdi de Çarşamba denince ilk akla gelen "Çarşambayı Sel Aldı" türküsünün hikâyesine... Turgut Çeviker'in hazırladığı "Çarşamba Kitabı I" adlı eserde türkünün hikâyesi şöyle anlatılmış:
            "Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısında yerleşmiş yoksul köy ailelerinden birinin oğluydu. Baharla birlikte -yıllarca süren- karasevdası karşılık bulmuş, Melek kalbini açmıştı. Kısa zamanda yüzük takıp, nişanlandılar.
            Ahmet, yapraklar sararmaya durduğunda orduya yollandı. Melek ise gözyaşlarıyla baş başa kaldı. Ağaoğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Ahmet'in arkadaşları ne kadar uyardılarsa kar etmedi. Melek reddetti Mehmet Ali'yi. Bunun üzerine Ağaoğlu adamlarıyla Melek'i dağa kaldırdı. Kötü haberi kuşlar uçurdu Ahmet'e... Kısa günde uçageldi aşkın delikanlısı. Kuşandı atını, silahını; arkadaşlarıyla düştü yollara. Dağ tepe demedi gece gündüz Melek'i aradı.
            ´Meleeeeek... Meleeeeek...´ diye çığıra çığıra sesi uçtu.
            Önce bir çakal yağmuru uç verdi. Sonra şimşek, şimşek içinden çıktı. Çatırdadı koca gökyüzü. Işınlar sonsuz yeşil ovayı renkten renge soktu... Ne yağmur, ne silinen izler, aşkın atlılarını durduramadı.
            Tufan ikinci kez yaşanıyordu sanki. 
            Yağmur Yeşilırmak'ı boğuverdi. O uçsuz bucaksız ova kaynayarak akan bir göle dönüştü. Caniklerden aşağılara doğru bir çığ gibi önüne kattığı her şeyi sürükledi sel. Evler, insanlar, bebek beşikleri, hayvanlar, öküz arabaları, ağaçlar, büyük küçük kayıklar Çaltı Burnu'na doğru sürükleniyordu.
            Sonunda duruverdi yağmur. Güneşle parladı yeşil cennet. Usul usul bir gökkuşağı belirdi... Sular günbegün çekildi... Çekildikçe hayat yeniden kurulmaya başladı. Yaralar sarılıyor, evler onarılıyordu. Abdal Deresi'nin -Yeşilırmak'a katılmak üzere- döküldüğü yamanın başında ahali toplanmaya başladı. Derenin eğimle indiği yamanın dibinde büyük bir kaya parçası vardı; onun üstünde ise iki insan. Melek ile Ahmet'ti onlar. El ele tutuşmuş sırtüstü öylece yatıyorlardı. Ahali, sel acısını unutmuş, onlara yanıyordu. Hüzün yerini gözyaşına bıraktı... Taş, yedi yerinden yarıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırmaya başladı.
            Bu hazin aşka doğa gözyaşı döküyordu.
            Ahali, şaşkınlığın ardından dualar okumaya başladı. Dualar içten mırıltılara. Yıllardır can alan sellerle örselenmiş insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.  
            İşte rivayet ol rivayet... Derler ve hikaye ederler ki Çarşamba'yı Sel Aldı türküsü bu acı mırıltılardan doğdu.
            Yedi yerinden su fışkıran kayanın olduğu yerde bir su değirmeni kuruldu. Ve o yöre o gün bu gündür Değirmenbaşı olarak anıldı. Çınar ağaçlarının gölgelediği ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de bu yaşandı..1970'lerde değirmenin yıkımına değin bu gelenek sürdü."
            "Çarşamba'yı Sel Aldı türküsünün değişik söylenişleri bulunmakla beraber "Nejat Buhara tarafından derlenip 1979 yılında TRT repertuarına giren şekliyle türkünün sözleri şöyle:
Çarşamba’yı sel aldı
Bir yâr sevdim el aldı (Aman Aman)
Keşke sevmez olaydım
Elim koynumda kaldı (Aman Aman)

Oy ne imiş ne imiş (Aman Aman)
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi (Aman Aman)
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yazıları
Körpedir kuzuları (Aman Aman)
Allah alnıma yazmış
Bu kara yazıları (Aman Aman)

A dağlar ulu dağlar (Aman Aman)
Yârim gurbette ağlar
Yâri güzel olanlar (Aman Aman)
Hem ah çeker hem ağlar

Yararlanılan Kaynaklar
- Kemalettin Şahin - "Çarşamba Ovası ve Yakın Çevresinde Sel Afeti (27 Mayıs 2000)", Türk Coğrafyası Dergisi, Sayı:39, İstanbul, 2002, s.79-95.
- Muhammet Bahadır - "Samsun'da Meydana Gelen 4 Temmuz ve 6 Ağustos 2012 Taşkınlarının Klimatik Analizi", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Coğrafya Dergisi, Sayı:29, İstanbul, 2014, s.28-50.
- Halil İbrahim Zeybek - "Samsun İlinde Etkili Olan Başlıca Doğal Afetler", Samsun Araştırmaları (Editör: Cevdet Yılmaz) Samsun Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı, Samsun, 2013, s.417-428.
- Muzaffer Başkaya - "Cumhuriyetin İlk Yıllarında Çarşamba'da Sıtma Mücadelesi", Çarşamba Araştırmaları (Editör: Cevdet Yılmaz) Çarşamba Belediyesi Kültür Yayınları, Samsun, 2014, s.85-101.
- Turgut Çeviker - Çarşamba Kitabı I - 1992, İris Yayınları, İstanbul, 1992.

- Nejat Buhara (Türküyü Derleyen) - TRT Müzik Dairesi Yayınları, THM Repertuar Sıra No: 204D (Çarşamba'yı Sel Aldı)