19 Mayıs 2017 Cuma

Şaban Kuzgun'un Şahsiyeti ve İlim Dünyasına Katkıları


Son senen geldi çattı ey Şaban!
Ne idin, ne oldun, ne olacaksın?
Hayat bir su içimi kadar kısa...
Gençliğine doymadan geçiyor...
Ölmeye hazır ol!
            Bu dizelerin sahibi Çarşambalı önemli bilim adamlarından olan Şaban Kuzgun. 1974 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi son sınıfta iken karnesinin arkasına yazmış bu mısraları... Daha o yılarda "Ölmeye hazır ol!" diyerek kendini her an ölüme hazırlamaya çalıştığı anlaşılan Şaban Kuzgun, ani bir kaza sonucu genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti. İlmî olarak en velûd olacağı çağda vefat eden Şaban Kuzgun'u tanıyanları, akademisyen arkadaşları ve öğrencileri çalışkan, merhametli, sevgi dolu, milletini ve vatanını çok seven, haksızlığa tahammülü olmayan tam bir "Gönül İnsanı" olarak tanımlamaktadırlar.
            İlahiyat eğitimimde Dinler Tarihi dersime giren hocamın ve yüksek lisans eğitimimde danışmanlığımı yapan hocamın da yetişmesinde büyük emekleri olmuş Şaban Kuzgun hocanın… Yani hocalarımın hocasıdır, Şaban Kuzgun. Lisansüstü eğitimim sırasında bir gün hocamız paramızın olup olmadığını, bir sıkıntımızın olup olmadığını sormuştu ve Şaban Hoca'nın her zaman onlara paralarının olup olmadığını, sıkıntıları olup olmadığını sorduğunu ve hocalarından böyle öğrendiklerini anlatmıştı. Her dersimizde muhakkak bize en azından çay ikramında bulunan hocam yine bu özelliğinin de hocası Şaban Hoca'nın bir özelliği olduğunu söylemişti. Şaban Hoca'nın öğrencisi olmuş ve sonrasında akademisyen olduğu okulunda hocasıyla yedi yıl aynı odayı paylaşmış Huzeyfe Sayım, Şaban Hoca'nın zor şartlar altında okuduğunu anlattığını hatta öğrencilik yıllarında pazarcılık ve işportacılık dahi yaptığını anlattığını söyleyerek, Şaban Hoca'yı yardım istemek için her öğrencisinin başvurabileceği bir hoca olarak anlatmaktadır. Hoca'nın çok eski arkadaşlarından olan Dinler Tarihçisi Harun Güngör, Şaban Hoca'nın bir öğrencisine kız istemek için Ankara'ya gittiğini kızın verilmek istenmemesi üzerine kızın babasını ikna için akşam sekizden ertesi gün sabah üçe kadar dil döktüğünü ve yine başka bir öğrencisi için de kız istemeye Çankırı'ya kadar gittiğini hatta dönüşte kaza yapmasına rağmen bundan hiç şikayetçi dahi olmadığını anlatır.
            Türkiye'de Ahmet Mithat Efendi, Hilmi Ömer Budda, Annemarie Schimmel ve Hikmet Tanyu sonrası Dinler Tarihi alanında yetişmiş en önemli kuşaktan Şaban Kuzgun. Prof. Dr. Hikmet Tanyu'nun yetiştirdiği Günay Tümer, Mehmet Aydın, Abdurrahman Küçük, Ömer Faruk Harman ile aynı kuşaktan. Arapça, İngilizce yanında az miktarda da olsa İbranice ve Farsça bilen Şaban Kuzgun, "Dinler Tarihçilerinin Kutbu" olarak kabul edilebilecek Prof. Dr. Hikmet Tanyu ve Prof. Dr. Bahattin Ögel'in yönetiminde "Hazarların Yahudileşmesi ve Karaî İnancı Üzerine Bir Araştırma" adlı çalışmasıyla doktor, "İslam Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik" adlı çalışmasıyla da doçent unvanını almıştır. Yıllarca Yüksek İslam Enstitüsü ve İlahiyat Fakültelerinde "Dinler Tarihi Bilim Dalı"nda akademisyen olarak görev yapmış olan Şaban Kuzgun, birçok öğrenci yetiştirmiştir. Akademik hayatı boyunca yüzlerce lisans öğrencisini eğitmenin yanı sıra yedi doktora, on tane de yüksek lisans tezi yönetmiştir. Basılmış olan beş tane kitap, çeşitli akademik hakemli dergilerde yayınlanan onlarca akademik makale, değişik yerlerde sunulan tebliğler, bildiriler, araştırma raporları bırakmıştır ardında. Özellikle Yahudileşmiş bir Türk boyu olan Hazar Türkleri ile ilgili yapmış olduğu doktora çalışması akademik dünyada çok ilgi görmüş ve bu araştırma "Hazar ve Karay Türkleri" adıyla kitap olarak da basılmıştır. Şaban Kuzgun'un İlahiyat çevrelerinde heyecan oluşturan diğer bir eseri de "Dört İncil, Yazılması, Derlenmesi, Muhtevası, Farlılıkları ve Çelişkileri" adlı eseridir. Hıristiyanların kutsal olarak gördükleri dört İncil arasındaki çelişkilerin ortaya konduğu bu eser sahası açısından çok önemli bir eserdir. Hocanın doçentlik tezi de "Hz. İbrahim ve Haniflik" adıyla kitap olarak basılmıştır. Bu eserlerin yanında "Kayseri ve Çevresindeki Ziyaret ve Ziyaret Yerleri" ve "Dinler Tarihi" isimli iki eseri daha bulunan hocanın Dinler Tarihi alanında onlarca akademik makalesi de mevcuttur.
            Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü ile Erciyes Üniversitesi ve Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültelerinde görev yapmış olan Şaban Kuzgun, 1988-1989 yılları arasında Kuveyt Üniversitesinde Araştırmacı Öğretim Üyesi olarak, 1994-1999 yılları arasında da Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde dekan olarak görev yapmıştır. 1996 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından bir heyetle on beş günlüğüne İran'a görevli olarak gönderilmiş, 1997 yılında da Cumhurbaşkanlığı tarafından Türk-İsrail Antlaşması için bir heyetle İsrail'de bulunmuştur.   
            Hocalarına karşı da çok vefalı olan Şaban Kuzgun hocası Hikmet Tanyu'nun yapmayı planladığı fakat gerçekleştiremediği bir projeyi yapmayı hedefliyordu. Türkiye'nin tamamının inanç coğrafyasını çıkarmayı amaçlayan bu çalışmaya başlayan Şaban Kuzgun, bu çalışmasını maalesef nihayete erdirememiştir. Lisansüstü eğitim gören öğrencilerine yaşadıkları ilin veya memleketlerinin inanç coğrafyalarını geleneklerini araştırmayı tez konusu olarak veren hoca buradan elde ettiği veriler ve kendi topladıklarıyla büyük bir proje hayal etmişti. Şüphesiz siyasî olarak karşılığı da olan bu projenin tüm ülke sathında ses getirmemesi olanaksızdı. "Dinlerarası Diyalog" konusunda çekinceleri olan ve daha önceden Urfa'da yapılan Dinlerarası Diyalog Sempozyumu'na alternatif olarak yapılan bir sempozyum sonrası dönüşte Şaban Kuzgun, Kayseri yakınlarında 14.05.2000 tarihinde elli yaşındayken vefat etmiştir.
            Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 2000 yılında basılan "Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi"nin 5. Sayısı ‘Prof. Dr. Şaban Kuzgun Armağanı’ başlığıyla hoca için basılmış; ayrıca Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 2001 yılında basılan "Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi"nin 11. Sayısı ‘Prof. Dr. Şaban Kuzgun’un Anısına’ başlığıyla hocaya armağan edilmiştir.

            Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Çarşamba'yı Sel Aldı

           

             Bir Çarşambalının memleketinden ayrılıp gurbete gittiğinde, nereli olduğu sorusunun ardından vereceği "Çarşambalıyım" cevabından sonra muhatabı olduğu ilk soru "Gerçekten Çarşamba'yı sel aldı mı?" sorusu olacaktır. Tabi ki, Çarşamba'yı sel alıp almadığının merak edilmesinin sebebi "Çarşamba'yı Sel Aldı" türküsü. Kendisi de Çarşambalı olan rahmetli Yıldıray Çınar, anonim olan "Çarşamba'yı Sel Aldı" türküsünü tüm Türkiye'de meşhur etmiş ve 1970 yılında Çarşamba'da türküyle aynı adı taşıyan "Çarşamba'yı Sel Aldı" adıyla çektiği filmle de hem Çarşamba'nın hem de türkünün tüm Türkiye'de tanınırlığını kuvvetlendirmiştir. Sonraki yıllarda türküyü Adalet Büyükkaya'dan Hülya Polat'a, Orhan Hakalmaz'dan Mahsun Kırmızıgül'e, Burçin'den Yavuz Bingöl'e birçok şarkıcı seslendirdi ve türkünün nâmesi ve sözleri hem zihinlerde hem de gönüllerde yer edindi.
            Peki, gerçekten Çarşamba'yı sel aldı mı? Tabi ki, hem de sayısını bilmediğimiz kadar çok. Şu an Ayvacık ilçesi sınırları içerisinde bulunan barajlar inşa edilmeden önce sel, Çarşamba'nın bir yıl olmazsa diğer yıl mutlaka gerçekleşen neredeyse sıradanlaşmış bir gerçeğiymiş. Çarşamba'yı ilk defa ne zaman selin aldığı bilinmemekle beraber Çarşamba'nın tarihsel gelişimine biraz değinelim istiyorum.
            Çarşamba'nın şu an bildiğimiz merkezinde yerleşimlerin ne zaman başladığı ve ilçenin kimler tarafından kurulduğu net olarak bilinmemektedir. Fakat Çarşamba'da bulunan ve yapım yılları 1200'lerin başlarına kadar dayanan Göğceli ve Şeyh Habil Camileri, ilçede Müslüman nüfusun uzun zamandır var olduğunu da göstermektedir. Şu anki ilçe merkezinde kurulan ve çarşamba günleri kurulduğu için daha sonradan ilçenin adının da verilmesine sebep olan pazar dolayısıyla ilçe merkezinde yerleşimin arttığı düşünülebilir. İlçenin ovada kurulu oluşu ve iklim şartları itibarıyla bölgenin meyve ve sebze ziraatına uygun oluşu Çarşamba'da kurulan pazarın gelişimini de beraberinde getirmiştir. Ovada yetişen ürünlerin yanı sıra ilçeyi ikiye bölen Yeşilırmak üzerinde kayıklarla yapılan taşımacılık sayesinde Ayvacık ve Salıpazarı'nın yüksek kesimlerinden de çeşitli ürünlerin pazara geldiği ve çeşitlilik oluşturduğu varsayılabilir.
            Çarşamba ovasının yakın geçmişe kadar bazı bölgelerinin bataklık ve sazlık alanlar olduğu ve 1900'lü yıllarda ancak kurutulabildiği ve ıslah edildiği bilinmektedir. Hatta ilçenin doğu yakasında bulunan ırmağın eski yatağı "Körırmak" bataklık ve sazlık halindeyken yakın zamanda ıslah edilmiş ve imara açılmıştır. Özellikle ovanın doğu yakasında denize yakın köylerin büyük bölümü Cumhuriyet döneminde yerleşime açılmış ve yeni oluşan arazilere diğer köylerden ve ilçe dışından gelen göçlerle yerleşim sağlanmıştır. Islah çalışmaları öncesinde sivrisineklerden dolayı halkın çok rahatsızlığının olduğu ve hatta sivrisinekler sebebiyle ilçede yakın zamana kadar sıtma salgınlarının yaşandığı ve bu salgınlarda yüzlerce insanın öldüğü de bilinmektedir.
            Çarşambadaki bilinen sel ve su taşkını hadiselerine gelmeden önce sel ve su taşkını arasındaki farka değinelim. Sel, dağların dik yamaçlarından düşercesine inen ve bu sırada yolu üzerinde bulunan taşı, toprağı aşağı indiren ve çevresine hasar veren şiddetli akıntıya verilen isimken, su taşkını ise akarsuların çeşitli sebeplerle yatağından taşarak etrafındaki arazilere, yerleşim yerlerine veya canlılara zarar vermesi olarak tanımlanabilir. Bu manada şunu söyleyebiliriz. Çarşamba, hem seller hem de su taşkınlarına maruz kalmıştır. Samsun Meteoroloji İstasyonu verilerine göre yıllık toplam yağış miktarı (1974-2003) 670.2 mm’dir. İl sınırları içerisinde yağış miktarları batıya, doğuya ve iç kesimlere doğru gidildikçe değişmektedir. Nitekim Bafra’da yıllık yağış toplamı 754.9 mm, Havza’da 623 mm ve biraz daha yüksek olan Ladik’te 704 mm iken Çarşamba’da yıllık yağış miktarı 985.9 mm'dir. Sel oluşumunda bir gün içerisinde düşen yağış miktarı, özellikle kısa sürede çok su bırakan yağışlar daha etkili olmaktadır. Bu sel ve taşkınlar çevreye, ekili - dikili alanlara zarar vermenin yanında ölümlere de sebebiyet vermişlerdir. Mesela 28 Haziran 1967 tarihinde gerçekleşen sel felaketinde ırmak kenarında bulunan Boyacılı köyünden dokuz kişi vefat etmiş; 1 Temmuz 2006 tarihinde Çarşamba Köroğlu köyünde yaşanan felakette sel sularına kapılan bebeğini kurtarmaya çalışan cami imamı ve kundaktaki bebeği sel sularına kapılarak vefat etmiştir. Yeşilırmak'ın Çarşambayla buluştuğu dik yamaçlarda 1971 - 1981 yılları arasında  inşa edilen Hasan Uğurlu ve 1975 - 1982 yılları arasında inşa edilen Suat Uğurlu Hidro Elektrik Santralleri ile Abdal Deresi üzerine 1985 - 1988 yılları arasında sulama amaçlı olarak inşa edilen Çakmak Barajı'nın su tutmaya başlaması ve suyun kontrollü olarak salınması ile Çarşamba ovası içerisinde yakın zamanda yapımı tamamlanan sulama kanalları neticesinde Çarşamba ve çevresindeki sel ve taşkınlar tamamen son bulmasa da ciddi oranda azalmıştır. Ayrıca sel ve taşkınların yanı sıra özellikle Ayvacık ve Salıpazarı'nın Çarşamba ovasına bakan yamaçlarında ve bu ilçelerde selle beraber meydana gelen heyelanlarda da hem can kayıpları hem de maddi kayıplar yaşanmıştır.  Çarşamba ovasında sel ve taşkınlara sebebiyet veren sadece Yeşilırmak değildir. Yeşilırmak'ın yanında Abdal Deresinde meydana gelen bazı taşkınlarda maddi hasarlara sebebiyet vermiştir. Samsun ili genelinde 1960'lardan 2012'ye kadar 96 adet sel ve taşkın tespit edilmiştir. Tespit edilen sel ve taşkınların sayısal olarak ciddi oranı Çarşamba'da gerçekleşmiştir. 1960'lı yıllardan itibaren Çarşamba'da gerçekleşmiş bazı sel ve taşkınları inceleyelim.
Akarsuyun Adı
Taşkın Debi (m3 / sn)
Tarih
Yeşilırmak
920
27/04/1963
Yeşilırmak
1914
28/06/1967
Yeşilırmak
1288
14/03/1968
Yeşilırmak
921
28/04/1969
Yeşilırmak
973
14/06/1975
Yeşilırmak
979
29/04/1977
Yeşilırmak
1160
11/04/1978
Yeşilırmak
1475
15/05/1980
Yeşilırmak
902
27/05/1986
Yeşilırmak
1641
01/07/1988
Yeşilırmak
1417
13/05/1990
Yeşilırmak
1000
24/06/1992
Yeşilırmak
?
05/06/1998
Yeşilırmak
?
27/05/2000
Yeşilırmak
?
01/07/2006
Yeşilırmak
?
3-4/07/2012
Abdal Deresi
230
28/04/1974
Abdal Deresi
460
30/04/1975
Abdal Deresi
290
18/03/1977
Abdal Deresi
330
15/10/1983
Abdal Deresi
320
26/05/1986
            1960'lardan bu yana bilebildiğimiz bazı sel ve su taşkınlarının listesi böyle. Bu kadar sık sel ve taşkına maruz kalan halk da tabi ki sel ve taşkınlara karşı önlemlerini almaya çalışmıştır. Fakat çoğu zaman da suların karşısında duramamış ve hem ev hem de arazisinde hasarlar görmüştür. Sel ve taşkınların bir de kârlıları vardır tabi. Selle beraber dağlardan ırmağın getirdiği odunları toplayıp da kışlık odununu yapanlar da az değildi. Hatta ırmak içerisinde yüzen odun ve ağaç parçalarını iplerle tutmaya çalışan insanlara dahi rastlamak mümkündü. Irmak sularının çok yükseldiği dönemlerde ilçe merkezindeki betonarme köprü yapılmadan önce ilçenin iki yakasını birbirine bağlayan tahta köprünün de sellerde hasar gördüğü ve hatta bazı bölümlerinin tamamen yıkıldığı da bilinmektedir. 1931 yılında ırmak üzerine betonarme köprü yapıldıktan sonra sel sularının getirdiklerini izlemek halk arasında eğlencelere dahi konu olmuş. Irmak sularının çok yükseldiği ve neredeyse köprünün altına değdiği dönemlerde insanlar köprü üzerine çıkar ve selin getirdiği kütüklerin köprüye çarpmalarını izlerlermiş. Bu da halkımızın felaketi eğlenceye çevirme şekli...
            Gelelim şimdi de Çarşamba denince ilk akla gelen "Çarşambayı Sel Aldı" türküsünün hikâyesine... Turgut Çeviker'in hazırladığı "Çarşamba Kitabı I" adlı eserde türkünün hikâyesi şöyle anlatılmış:
            "Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısında yerleşmiş yoksul köy ailelerinden birinin oğluydu. Baharla birlikte -yıllarca süren- karasevdası karşılık bulmuş, Melek kalbini açmıştı. Kısa zamanda yüzük takıp, nişanlandılar.
            Ahmet, yapraklar sararmaya durduğunda orduya yollandı. Melek ise gözyaşlarıyla baş başa kaldı. Ağaoğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Ahmet'in arkadaşları ne kadar uyardılarsa kar etmedi. Melek reddetti Mehmet Ali'yi. Bunun üzerine Ağaoğlu adamlarıyla Melek'i dağa kaldırdı. Kötü haberi kuşlar uçurdu Ahmet'e... Kısa günde uçageldi aşkın delikanlısı. Kuşandı atını, silahını; arkadaşlarıyla düştü yollara. Dağ tepe demedi gece gündüz Melek'i aradı.
            ´Meleeeeek... Meleeeeek...´ diye çığıra çığıra sesi uçtu.
            Önce bir çakal yağmuru uç verdi. Sonra şimşek, şimşek içinden çıktı. Çatırdadı koca gökyüzü. Işınlar sonsuz yeşil ovayı renkten renge soktu... Ne yağmur, ne silinen izler, aşkın atlılarını durduramadı.
            Tufan ikinci kez yaşanıyordu sanki. 
            Yağmur Yeşilırmak'ı boğuverdi. O uçsuz bucaksız ova kaynayarak akan bir göle dönüştü. Caniklerden aşağılara doğru bir çığ gibi önüne kattığı her şeyi sürükledi sel. Evler, insanlar, bebek beşikleri, hayvanlar, öküz arabaları, ağaçlar, büyük küçük kayıklar Çaltı Burnu'na doğru sürükleniyordu.
            Sonunda duruverdi yağmur. Güneşle parladı yeşil cennet. Usul usul bir gökkuşağı belirdi... Sular günbegün çekildi... Çekildikçe hayat yeniden kurulmaya başladı. Yaralar sarılıyor, evler onarılıyordu. Abdal Deresi'nin -Yeşilırmak'a katılmak üzere- döküldüğü yamanın başında ahali toplanmaya başladı. Derenin eğimle indiği yamanın dibinde büyük bir kaya parçası vardı; onun üstünde ise iki insan. Melek ile Ahmet'ti onlar. El ele tutuşmuş sırtüstü öylece yatıyorlardı. Ahali, sel acısını unutmuş, onlara yanıyordu. Hüzün yerini gözyaşına bıraktı... Taş, yedi yerinden yarıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırmaya başladı.
            Bu hazin aşka doğa gözyaşı döküyordu.
            Ahali, şaşkınlığın ardından dualar okumaya başladı. Dualar içten mırıltılara. Yıllardır can alan sellerle örselenmiş insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.  
            İşte rivayet ol rivayet... Derler ve hikaye ederler ki Çarşamba'yı Sel Aldı türküsü bu acı mırıltılardan doğdu.
            Yedi yerinden su fışkıran kayanın olduğu yerde bir su değirmeni kuruldu. Ve o yöre o gün bu gündür Değirmenbaşı olarak anıldı. Çınar ağaçlarının gölgelediği ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de bu yaşandı..1970'lerde değirmenin yıkımına değin bu gelenek sürdü."
            "Çarşamba'yı Sel Aldı türküsünün değişik söylenişleri bulunmakla beraber "Nejat Buhara tarafından derlenip 1979 yılında TRT repertuarına giren şekliyle türkünün sözleri şöyle:
Çarşamba’yı sel aldı
Bir yâr sevdim el aldı (Aman Aman)
Keşke sevmez olaydım
Elim koynumda kaldı (Aman Aman)

Oy ne imiş ne imiş (Aman Aman)
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi (Aman Aman)
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yazıları
Körpedir kuzuları (Aman Aman)
Allah alnıma yazmış
Bu kara yazıları (Aman Aman)

A dağlar ulu dağlar (Aman Aman)
Yârim gurbette ağlar
Yâri güzel olanlar (Aman Aman)
Hem ah çeker hem ağlar

Yararlanılan Kaynaklar
- Kemalettin Şahin - "Çarşamba Ovası ve Yakın Çevresinde Sel Afeti (27 Mayıs 2000)", Türk Coğrafyası Dergisi, Sayı:39, İstanbul, 2002, s.79-95.
- Muhammet Bahadır - "Samsun'da Meydana Gelen 4 Temmuz ve 6 Ağustos 2012 Taşkınlarının Klimatik Analizi", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Coğrafya Dergisi, Sayı:29, İstanbul, 2014, s.28-50.
- Halil İbrahim Zeybek - "Samsun İlinde Etkili Olan Başlıca Doğal Afetler", Samsun Araştırmaları (Editör: Cevdet Yılmaz) Samsun Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı, Samsun, 2013, s.417-428.
- Muzaffer Başkaya - "Cumhuriyetin İlk Yıllarında Çarşamba'da Sıtma Mücadelesi", Çarşamba Araştırmaları (Editör: Cevdet Yılmaz) Çarşamba Belediyesi Kültür Yayınları, Samsun, 2014, s.85-101.
- Turgut Çeviker - Çarşamba Kitabı I - 1992, İris Yayınları, İstanbul, 1992.

- Nejat Buhara (Türküyü Derleyen) - TRT Müzik Dairesi Yayınları, THM Repertuar Sıra No: 204D (Çarşamba'yı Sel Aldı)