18 Ekim 2018 Perşembe

İmam Hatiplerin Tarihî Serüveni


- 1913 yılında İmam Hatiplerin ilk şekli sayılabilecek Medresetü'l-Eimme ve'l Hutaba (İmam ve Hatip Medresesi) açılmıştır.
- 1924 yılında dört yıllık ortaöğretim seviyesinde açılan İmam Hatip Mektepleri 1930 yılında öğrenci yokluğu (!) sebebiyle kapatıldı.
- Ülkemizde 1931-1949 yılları arasında hiç bir okul seviyesinde dinî eğitim verilmemiştir.
- 1949 yılında on aylık İmam Hatip Kursları açılmıştır.
- Günümüzde var olan İmam Hatip Okulları tarzında ilk okul Celaleddin Ökten'in (Celal Hoca) girişimleriyle 17/10/1951 tarihinde dört sınıf ortaokul, üç sınıf lise seviyesinde olmak üzere toplam yedi yıl olarak Başbakan Adnan Menderes, Millî Eğitim Bakanı A. Tevfik İleri'nin onaylarıyla İstanbul İmam Hatip Okulu açılmıştır. Okulun müdürü, öğretmeni, hademesi, hamalı velhasıl her şeyi Celaleddin Ökten olmuştur.
- İstanbul'da açılan ilk İmam Hatip, 1951 yılında ahşap bir ev kiralanarak faaliyete geçmiştir.
- Türkiye'de ilk açılan İmam Hatipler İstanbul, Ankara, Adana, Isparta, Konya, Kayseri ve Kahramanmaraş'ta birer tane olmak üzere yedi tanedir.
- İmam Hatipler ilk mezunlarını 1958 yılında verdi. İlk mezunların sayısı 193 kişidir.
- İstanbul İmam Hatip Okulu`nun ilk mezunları tarafından 1958 yılında “İstanbul İmam Hatip Okulu Mezunlar Cemiyeti” ismiyle bir dernek kuruldu. Bu dernek daha sonra "ÖNDER" adını alacaktır.
- 1960 darbesi gerçekleştiğinde 19 İmam Hatip vardı.
- 1971 yılında İmam Hatiplerin orta kısımları kapatıldı.
- 1960-1971 yılları arasında 43 İmam Hatip açılmışken 1971 muhtırası sonrası 30 İmam Hatip kapatılmıştır.
- 1973 yılında İmam Hatip Okullarının adı İmam Hatip Lisesi'ne çevrildi ve ilk defa İmam Hatip mezunlarına üniversite yolu açıldı. İmam Hatip mezunlarını ilk kabul eden üniversite Atatürk Üniversitesi olmuştur. Bu tarihe kadar İmam Hatipliler İmam Hatip sonrası dinî eğitim veren Yüksek İslam Enstitüleri ve 1949 yılında kurulan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi de dahil üniversitelere girmek için fark dersleri vermek suretiyle ikinci bir lise diploması almışlar ve bu diplomalarla üniversitelere kabul edilmişlerdir.
- 1973-1975 yılları arasında bazı üniversiteler İmam Hatiplileri kabul ederken bazı üniversiteler kabul etmezler. Sorun 1975'te kısmen çözülür ve çoğu üniversite ve bölümün kapıları İmam Hatiplilere açılır.
- 1976 yılında Danıştay tarafından kız öğrencilerin de İmam Hatiplerde okuyabileceğine karar verildi.
-  1972-1980 yılları arasında 302 İmam Hatip açılmıştır. 1980 darbesi olduğunda ülkemizde toplam 374 İmam Hatip Lisesi bulunmaktaydı.
- 1983 yılında İmam Hatip Lisesi mezunları tüm üniversitelerin tüm bölümlerine girebilir hale geldi.
- 1985 yılında ilk Anadolu İmam Hatip Lisesi olan Beykoz Anadolu İmam Hatip Lisesi açıldı.
- 1990 yılında ilk defa sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim gündeme getirilir. Bütçe Komisyonunda görüşülen teklif komisyon başkanı Yusuf Bozkurt Özal'ın direnci sonucu reddedildi.
- 1994 yılında yapılan üniversite sınavlarında Kartal İmam Hatip Lisesi mezunu M. Önder Kıyıklık Fen puan türünde Türkiye birincisi oldu.
- 1980-1997 yılları arasında 164 İmam Hatip açılmıştır.
- 28 Şubat sürecinde 1997'de sekiz yıllık kesintisiz eğitim getirilerek İmam Hatiplerin orta kısmı kapatıldı.
- 1998 yılında daha önceki yıllarda üç yılda mezun olunan İmam Hatip Lisesi'nin lise kısmı dört yıla uzatıldı ve İmam Hatip Liseleri 1998'de mezun vermedi. 1999 yılında da lise üçe geçmiş öğrenciler de mezun edilerek 1999'da İmam Hatip Liselerinde iki sınıf birden mezun edildi. Bu yıl uygulamaya konulan katsayı engeli ve İlahiyatlardaki kontenjan sınırlamalarıyla birçok mezun mağdur edildi.
- 2002 yılında İmam Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilere de başörtüsü yasağı getirildi.
- 1997 - 2002 yılları arasında 52 İmam Hatip Lisesi kapatıldı.
- 2006'da öğrencileri tamamen yabancı öğrencilerden oluşan ilk Uluslararası İmam Hatip Lisesi açıldı.
- 2009 yılında katsayı adaletsizliğine son verilir fakat Danıştay alınan kararı bozar ve 0,13 ve 0,15 olmak üzere iki katsayı belirlenir ve İmam Hatiplilerin mağduriyeti 0,02 puana kadar düşer. 2010 yılında yeniden fark 0,03 puana çıkarılır.
- 2012 yılında getirilen 4+4+4 on iki yıllık zorunlu eğitim modeliyle İmam Hatip Ortaokulları İmam Hatip Liselerinden ayrı bir müdürlük olarak açıldı.
- 2012'de Belçika'da, 2013'de Danimarka'da, 2014'te Avusturya'da, 2012 yılından itibaren Türkiye Diyanet Vakfı'nın da katkılarıyla KKTC, Bulgaristan, Romanya, Kırgızistan ve Somali'de İmam Hatip Liseleri açıldı.
- 2013'te Kız İmam Hatip Liseleri açıldı.
- 2014'te Hafızlık Proje İmam Hatipler açıldı.
- 2014'te Arapça veya İngilizce hazırlık sınıfları olan Proje İmam Hatip Liseleri açıldı.
- 2002-2016 yılları arasında 755 İmam Hatip Lisesi açılırken 15 İmam Hatip Lisesi öğrenci azlığından kapatılmıştır.
- Millî Eğitim Bakanlığı 2017 - 2018 Eğitim Öğretim yılı istatistiklerine göre şu an ülkemizde 3286 İmam Hatip Ortaokulunda 723108 öğrenci, İmam Hatip Meslekî Açıköğretim Lisesinde okuyan öğrenciler de dahil İmam Hatip Liselerinde 1604 kurumda 627503 öğrenci öğrenim görmektedir. Ülkemizde ortaokullarda okuyan tüm öğrenciler dikkate alındığında İmam Hatip Ortaokullarında okuyan öğrencilerin tüm ortaokul öğrenci sayısına oranı %12.9, İmam Hatip Liselerinde okuyan öğrencilerin tüm lise öğrencilerine oranı ise %11'dir.

23 Mayıs 2018 Çarşamba

Osmanlı'nın Son Dönem Uleması İçinde Yer Alan Çarşambalı Alimler

          
              Osmanlı'nın son döneminde Çarşamba, Trabzon vilayetine bağlı Canik sancağının kazasıdır. Tüm Trabzon vilayeti düşünüldüğünde Çarşamba, (Osmanlı'nın son döneminde Çarşamba'nın idarî sınırları şu anki Çarşamba ilçesinin tamamını, Ayvacık ilçesinin büyük bölümünü, Salıpazarı, Asarcık ve Tekkeköy ilçelerinin bazı köylerini kapsıyordu.) vilayetin en önemli ilim merkezlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. 1904 yılı kayıtlarına göre Trabzon vilayetinin tamamında 60, Canik sancağında ise toplamda 23 medrese varken bunlardan 13 tanesinin Çarşamba'da bulunmaktadır. Yine aynı yılın verilerine göre Trabzon vilayeti genelinde 12 kütüphane bulunmakta ve bu kütüphanelerden de 6 tanesi Canik sancağında, Canik sancağındakilerin de 4 tanesi Çarşamba kazasında bulunmaktadır.

            Medrese sayısının fazlalığı ve kütüphane imkanlarının oluşu Çarşamba'yı civar kazalar arasında muhakkak ki öne çıkarıyordu. Böylesine bir ilim ortamının olması da Çarşamba'dan çeşitli alimlerin çıkmasına ortam hazırlamıştır. Şimdi bu alimlerden bazılarının hayatları hakkında bilgi vermeye çalışalım.  

            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi, H. 1264 yılında (M. 1848) Çarşamba'nın Biçme köyünde doğmuştur. Köy hocası Mustafa Efendi'nin oğludur.
            Köyünün sıbyan mektebinde Kur'an-ı Kerim Kıraati ve dinî ilimler tahsil ettikten sonra, Çarşamba Süleyman Paşa Medresesi'nde biraz Arapça sarf ve nahiv tahsili yapmış daha sonra Amasya’da tekrar Arapça nahiv ve dinî ilimler okuduktan sonra biraz da mantık dersi okumuştur. H. 1288'de İstanbul’a gelerek zamanın birkaç büyük üstadından yüksek ilimler tahsil edip Huzur Dersleri Muhataplarından (Ramazanlarda sarayda padişah huzurunda takrir olunan derslere hazır bulunan ilmiye sınıfına kullanılan bir tabir) Kayserili Sabık Müsteşar Hacı Derviş Efendi’nin dersine devamla kendisinden icazet almıştır.
            H. 1295'te yapılan Rüûs (Medrese tahsilini bitirip imtihanda başarılı olanlara verilen beraatın adı) imtihanında başarılı olmuş ve o yıl Beyazıt Camii Şerifi'nde öğretime başlayarak H. 1313 yılında ilk talebesine icazet vermiştir. Bundan sonra aralıksız eğitim öğretim faaliyetlerine devam etmiştir.
            H. 1303 de yapılan tedris-i ilmi feraiz imtihanında başarılı olarak Beyazıt Camii Şerifinde belirli zamanlarda vazifesine devam etmiştir. H. 1305'te yapılan Fetvahaneye giriş imtihanında dördüncü dereceden kazanarak o yıl Fetvahane Tahtani Pusla (Fetvahane "Pusla Odası", "Fetva Odası" ve "İlamat Odası" olmak üzere üç birimden oluşmaktaydı. Pusla Odasındaki yetkililer sorulan fetvaları bir pusula ile fetva odasına soralardı) odasına devamla H. 1306'da ikinci sınıfa tayin olmuş yine aynı yıl birinci sınıfa terfi etmiş ve H. 1307'de Fetvahane Fevkani Müsvedde odasına müdavim sınıfa kaydolmuş daha sonra kendisine istima’i muhakemat hizmeti de verilmiştir. H. 1322 de mülazım sınıfına (subaylık) kaydolmuş H. 1326 da Fetvahaneden ayrılmış ve H. 1326'da M. 16 Ekim 1908'de 83 oyla Canik (Samsun) mebusu (milletvekili) olarak Meclis-i Mebusan'a  girmiştir. İkinci ve dördüncü devrede de milletvekilliği görevini sürdürmüştür.
            Huzur Derslerine H. 1322 – 1326 da muhatab , H. 1327'den 1331 yılına kadar mukarir (Ramazan aylarında sarayda ders okutan alimlere verilen isim) olarak katılmış, muhatablığında dördüncü rütbeden Mecidî ve Osmanî nişanları ile taltif olunmuştur. İbtidai Hariç İstanbul Müderrisliği ile başladığı medrese hocalığını, medrese hocalığının en üst mertebelerinden biri olan Hâmise-i Süleymaniye mertebesine kadar terfien sürdürmüştür.
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin kabri Fatih Camii türbe kapısının yanındaki hazirenin en sonunda bulunmaktadır. Mezar taşı kitabesinde: "haza kabru ustaz’ilkül Çarşambavî el-Hac Ahmet Hamdi Efendi ruhiçün lillahil Fatiha, sene 1330, 29, Ramazan" yazılıdır. 
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin icazet verdiği en meşhur öğrencilerinden biri İsmailağa Cemaatinin önderi Mahmut Ustaosmanoğlu'nun hocası Ahıskalı Ali Haydar Efendi'dir. Diğer öğrencileri arasında Prof. Dr. Şerif Mardin'in akrabalarından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden Ebül'ula Mardin ve Osmanlı'nın son dönem hattat ve ressamlarından olan Mimarzade Mehmet Ali Bey bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden olan ve 1960 darbesiyle görevine son verilen akademisyenler içerisinde olan Kemalettin Birsen, Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin oğludur.
            Çarşambalı Hüseyin Hüsnü Efendi
            Çarşamba ilçesi Şer'iyye Katibi Hacı Mahmut Efendi'nin oğlu olarak h.1289 (m.1872) yılında Çarşamba'da doğmuştur. Çarşamba ve Samsun'da bulunan çeşitli medreselerde tahsil görmüştür. 12 Haziran 1311'de Samsun Şer'iyye Mahkemesi 2. katipliğine tayin olunmuş, 21 Mayıs 1313'te de başkatip olmuştur. H. 1325 senesinden 1327'ye kadar Maraş Andırın'da ve 1328'den 1330'a kadar da İçel'e bağlı Ayaş Nahiyeleri niyabetinde bulunmuştur.1 Mayıs 1328'den itibaren de Makrî (Fethiye) ilçesi niyabetine tayin olunmuştur. 28 Kanunisani 1329 (25 Ocak 1914) tarihinde Ünye kadılığına tayin olunmuştur.
            Çarşambalı Mehmet Emin Efendi
            Çarşamba Müftülüğü ve Niksar Niyabeti yapmış bulunan Çakırzade Mustafa Rüştü Efendi'nin oğludur. H. 1266 (Aralık 1849) yılında Çarşamba Orta Mahallede doğmuştur. İlk öğreniminden sonra Hazinedarzade Osman Paşa Medresesi'nde okumaya başlamıştır. İlk olarak Terme'de niyabete başlamış; Alaçam'da niyabette bulunduktan sonra Niksar Şer'iyye Mahkemesine tayin olunmuştur. Babasının vefatı üzerine Çarşamba'ya geri gelmiş ve H. 1292 (1874) yılında Çarşamba Şer'iyye Mahkemesi katipliğine tayin olmuştur. H. 1301'de Sivas Vilayeti Merkez Şer'iyye Mahkemesi katibi olmuştur. Niyabete kabulüyle beraber Teşrinievvel 1300 (1884) yılında Sivas Gürün Naibi olmuştur. Daha sonrasında ikişer yıl aralıklarla Milas (Hamidiye), Tenûs, Islahiye, Koçgiri, Hafik, Bafra, Çarşamba, Tirebolu, Ordu, Sarmaşıklı (Bünyan-hamid) ve Aziziye kazaları niyabetinde bulunmuştur. En son Ağustos 1328'de (1912) Alucra kadılığına tayin olmuş ve Eylül 1330'da (1914) emekliye ayrılmıştır.
            Çarşambalı Mehmet Emin Efendi'ye İbtidaî Dahil Edirne müderrisliği ruûsu verilmiştir. Daha sonra, İzmir, Edirne Paye-i Mücerredi ve Mahreç Payesi (Paye-i Mücerredi ve Mahreç Payesi ilmî yönden kendini kanıtlamış ulemaya verilen payelerdendir) ile taltif edilmiş ve kendisine dördüncü rütbeden Osmanlı Nişanı verildi.  
            Çarşambalı Mustafa Hilmi Efendi
            Mehmet Ağa'nın oğlu olarak Mart 1269'da (Mart 1853) Çarşamba'nın Alibeyli köyünde doğmuştur. İlk öğreniminden sonra Çarşamba'da bulunan Arnavut Ali Bey Medresesi'nde Çarşamba eski Müftülerinden Müderris (öğretmen) Ali Zihni Efendi'den ders okumuştur. 1288'de Amasya'ya gitmiş ve orada  Müderris Şirvanîzade Hacı Mustafa Efendi'den ders okumuştur. Hocasından 1299 yılında icazetname aldıktan sonra burada Müderris Erzurumlu Ömer Efendi'den de Feraiz (Miras Hukuku) okuyarak icazet almıştır.
            1300 (1884) yılında Çarşamba'da bulunan Osman Paşa Medresesine müderris olarak tayin olunmuş burada bir süre görev yaptıktan sonra henüz 33 yaşında iken Mart 1302 (1886) yılında Çarşamba Müftüsü olmuştur. Şahsına İbtida-i Hariç Edirne Müderrisliği, Hareket-i Altmışlı ve Musıla-i Süleymaniye terfileri verilmiştir.
            28 Kanunisani 1321'de (1905) Çarşamba Müftüsü olarak görev yapmakta iken müftülük görevinden azledilmiştir.
            Çarşambalı Osman Fevzi Efendi
            Rum Mehmet Paşa ahfadından (torunlarından) Çarşambalı el-Hac Süleyman Sabri Efendi'nin oğlu olarak H. 1257 (1842) de Çarşamba'da doğmuştur. Çarşamba'da ilk öğrenimini gördükten sonra medresede Arapça ve dinî ilimler okumuş, feraiz (miras hukuk) okumuş ve iki icazetname almıştır. H. 1271 yılında İstanbul Bab Mahkemesi'ne girmiş ve Hz. 1289'da Boğazlıyan daha sonra Kastamonu'ya bağlı Ereğli, 1297'de Merzifon, 1300'de Goryan, 1304'de Tirebolu, 1306'da Marmara Ereğli, 1307'de Tırnova, 1309'da Buka, 1314'de Baalbek, 1317'de Umran, 1323'de Eceabat niyabetinde bulunmuş Haziran 1325'de (1909) görevden ayrılmıştır.
            H. 1295'te taşra ruusuna erişmiş ve Muharrem 1309'da (1891) Müsila-i Süleymaniye müderrisliği derecesine terfi etmiştir.
***
            Ebül'ula Mardin, "Huzur Dersleri" adlı kitabında Ramazan aylarında sarayda yapılan huzur derslerine katılan alimlerin isimlerini listeler halinde vermektedir. "Çarşambalı" ön adıyla burada kayıtlı birçok isim bu kitapta yer almakta ve Ebül'ula Mardin, ismi anılan bazı alimlerin hayatları hakkında da bilgi vermektedir. Fakat anılan kişilerin tamamının hayatları hakkında kitapta bilgi verilmediğinden "Çarşambalı" olarak nitelenen bu kişilerin İstanbul Fatih'te bulunan Çarşamba semtinden mi yoksa Samsun Çarşambadan mı oldukları tam anlaşılamamaktadır. Bu isimlerden bazıları şöyle: Çarşambalı Muhammed Efendi (Ayaklı Kütüphane diye meşhur), Çarşambalı Said Efendi, Çarşambalı Mustafa Efendi (H. 1247'de saray hocalığına tayin edilmiş, Yeniçeri ocağı kaldırılırken de sarayda hazır bulunanlardandır.), Çarşambalı Mehmed Efendi, Çarşambalı Mehmed Said Efendi, Çarşambalı Hacı Muhammed Said Efendi, Çarşambalı Veliyyüddin Efendi...
Not: Yazının hazırlanmasında Ord. Prof. Dr. Ebül'ula Mardin'in "Huzur Dersleri" (İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1951.) adlı eserinden ve  Sadık Albayrak'ın "Son Devir Osmanlı Uleması 1-5" (Medrese Yayınevi, İstanbul, 1980.) adlı eserinden istifade edilmiştir.

           

19 Nisan 2018 Perşembe

Bir Başka Açıdan Arz-ı Mevûd (Vadedilmiş Topraklar)


              Arz-ı Mevûd veya Vadedilmiş Topraklar ifadesi, Yahudilerin Allah'ın kendilerine vaat ettiğine inandıkları toprakları isimlendirmek için kullandıkları bir ifadedir. Bu topraklar Siyonist Yahudiler tarafından kabaca Nil nehri ile Fırat nehri arasındaki topraklar diye tarif edilmektedir. İsrail'in bayrağında kullanmış olduğu iki mavi çizgi de bu iki nehri sembolize etmektedir. Ve bilinenin aksine tüm Yahudiler değil sadece Siyonist Yahudiler "arz-ı mevûd"u kafaya takmış vaziyettedirler. Yani dünyadaki Yahudi nüfusun bir bölümünün arz-ı mevûd diye bir gündemi yoktur. Hatta İsrail'e ve İsrail'in değişik uygulamalarına karşı çıkan Yahudiler de vardır dünyada. Gazze'ye yardım götürmek için yola çıkmış ve İsrail'in saldırısına uğramış "Mavi Marmara" gemisinde bazı Yahudilerin olduğu da bilinmektedir.
            Esasında Siyonistlerin Tanrı tarafından bize vaat edildi diyerek sahiplenmeye çalıştıkları toprakların Tevrat'a göre de sadece onlara ait olamayacağı açıktır. Yani Tevrat metinlerinde de vaat edildiği söylenen topraklar sadece Yahudilere ait olamazdı. Nitekim Tevrat'ın Tekvin (Yaratılış) bölümünde şöyle yazmakta... 
            "O gün Rab Avram'la (Hz. İbrahim) anlaşma yaparak, ona şöyle dedi: Mısır ırmağından büyük Fırat Irmağı'na kadar uzanan toprakları (.....) senin soyuna vereceğim." (Tekvin 15/18-21)
            Tevrat cümlelerinden de açık şekilde anlaşılabileceği gibi Rab, Mısır ırmağından yani Nil nehrinden, Fırat'a kadar olan araziyi Hz. İbrahim'in soyuna vermiştir. Tavrat'ın ifadesinin doğru olduğu kabul edilse dahi "verileceği söylenen toprakların varisleri sadece Yahudiler midir" diye de düşünmek gerekmektedir. Çünkü Hz. İbrahim'in soyunu devam ettiren iki oğlu vardı. Birincisi ilk çocuğu olan Hacer'den doğan Hz. İsmail ve diğeri de ilk eşi olan Sare'den doğan ikinci çocuğu Hz. İshak. Yahudiler kendilerinin soyunu Hz. İshak'ın oğlu Hz. Yakup yoluyla Hz. İbrahim'e dayandırmaktadırlar ki bu da doğrudur. İsrail kavramı esasında Hz. Yakup'un lakabıdır. (Al-i İmran, 93) Hz. Yakup'un on iki oğlunun her birinin bir boya atalık ettiğine inanan Yahudiler kendilerini bu yolla Hz. İbrahim'e dayandırmakta ve vaat edilen topraklarında varisleri olduklarını söylemektedirler.
            Peki ya diğer oğul? Yani Hz. İsmail! Hz. İbrahim'in daha önceden cariyesi olan ikinci eşinden doğan ve Hz. İbrahim'in ilk çocuğu olan Hz. İsmail'i, Yahudiler "kölenin çocuğu" olduğu gerekçesiyle tarih boyunca hep ikinci sınıf görmüşlerdir. Esasında kendilerinin seçilmiş bir millet olduklarını düşünen Yahudiler diğer toplulukların tamamını da ikinci sınıf görmektedirler. Fakat buradaki durum biraz daha farklıdır. Çünkü ırkî manada kendilerini dayandırdıkları Hz. İshak'ın baba bir üvey kardeşini baba mirasından da men etmektedirler.
            Peki, o halde kimdir Hz. İsmail? Onun soyu günümüze kadar gelmiş midir? Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmakta. "Cenab-ı Hak İbrahim'in evlatlarından İsmail'i, İsmail'in evlatlarından Benî Kinane'yi, Benî Kinane'nin evlatlarından Kureyş'i, Kureyş'ten Benî Hâşim'i, Beni Hâşim'den de beni seçti"(Müslim, Fedâil, 1) Yine diğer bir hadis-i şerifte peygamberimiz halkına: "Ey İsmail oğulları! Ok atınız, sizin atanız da mahir bir ok atıcı idi." (Buhâri, Enbiyâ, 12) diye seslenmektedir. Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki Arap ırkına mensup olan peygamberimiz kendini ve toplumunu Hz. İsmail'e dayandırmaktadır. O halde şu söylenebilir. Hz. İbrahim'in oğullarından Hz. İshak yoluyla günümüz Yahudileri (İsrailoğulları), Hz. İsmail yoluyla da Arapların soyu gelmektedir. Buradan bakıldığında da Yahudiler ve Araplar amcaoğlu olmaktadırlar.
            O halde, Hz. İbrahim'e Tevrat'ta vaat edildiği söylenen toprakların iki varisi vardır. Çünkü Tevrat'ta bu toprakların Hz. İbrahim'in soyuna verildiği söylenmektedir. Hz. İbrahim'in soyunu sürdüren iki erkek evladı olduğuna göre mirasın da bu iki oğula ait olması gerekecektir. Vadedilmiş toprakların olduğu varsayılacak olsa dahi bu toprakların tek sahibinin Yahudiler olamayacağı Tevrat tarafından da ilan edilmektedir böylece. O halde Hz. İsmail'in soyundan gelen Araplar ve Hz. İshak'ın soyundan gelen Yahudilere (İsrailoğulları) ait olmalıdır bu topraklar...

2 Nisan 2018 Pazartesi

Samsun'da Amerikalı Bir Öğretmen: Carl Tobey


             Carl Tobey, Samsunluların kendine verdiği lakabıyla "Kartopu". Uzun yıllar Samsun'da yaşamış Samsun Anadolu Lisesi'nde (Eski ismiyle Samsun Maarif Koleji) öğretmenlik yapmış, dersine girdiği öğrencileri tarafından hala hayırla yad edilen, bizim gibi olmuş, bizden biri olmuş ve öldüğünde de Samsun Kıranköy Mezarlığına defnedilmiş. Başında sekiz köşe kasketi, üzerinde genelde kadife pantolon, kareli oduncu gömlek, boğazlı kazak, el örgüsü süveteri ile nargile içen, bağlama çalıp türkü söyleyen bir adamdır Carl Tobey. Samsun'da bir Türk gibi yaşar Carl Tobey. Açık teni ve renkli gözleriyle biraz aksanlı Türkçesiyle ancak yabancı olduğu fark edilebilecek kadar, bizim gibi.
            Carl Tobey veya Carleton Tobey... 23/03/1918 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nin New York şehrinde doğmuş. Babası döneminin tanınmış zenginlerinden bir banker olan Allen Tobey'dir. Kendisinden bir yaş büyük olan ablası İda Louise Tobey ile beraber babaannesinin ilgisiyle büyümüştür. İlk ve orta öğrenimini New York'ta tamamlayan Carl Tobey, yaz tatillerini Long İsland'da bulunan ailesine ait malikanede geçirmiştir. Tatilini geçirdiği dönemdeki komşularından biri de Alman imparatorudur. Erken yaşlarda yelkenciliğe merak salmış, yelkeniyle denizlerde gezinmiş ve denize tutulmuştur. Ayrıca babasının kendine küçük yaşta aldığı atla beraber ata karşı merakı başlamış ve hatta "Lady Mary" isimli atıyla katıldığı turnuvalardan kupalar ve birincilikler de almıştır.
            Üniversite öğrenimini New York'ta bulunan Princeton Üniversitesi'nin Tarih bölümünde üstün başarı ile tamamlayan Carl Tobey, mezuniyet sonrası Amerika Birleşik Devletleri'nde bir müddet öğretmenlik yaptı. Bir suikasta kurban giden Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanlarından Fohn F. Kennedy ve Amerika'lı ünlü söz yazarı Alan Jey Lerner ile beraber aynı sıralarda okudu.
            Öğretmenlik yapmasının yanında pilotluk eğitimi de almış olan Carl Tobey, II. Dünya savaşının patlak vermesiyle beraber Fransa'nın başkenti Paris'e pilot eğitmeni olarak gitti. Edebiyata da meraklı olan ve hatta "Poems of a twelve-month year" isimli 1954 baskılı 95 sayfalı bir şiir kitabı da bulunan Carl Tobey, Paris'te bulunduğu süre içerisinde ünlü ressam Max Ernest, ünlü filozof Jean-Paul Sartre ve ünlü yazar Simone de Beauvoir ile de ahbaplık etmiştir.
            II. Dünya Savaşı'ndan olumsuz etkilenmiş olsa gerek ki Carl Tobey, Amerika'ya geri döndükten sonra bir müddet kendini bahçe işlerine verdi. Hatta arkadaşının birinin bahçesini o kadar güzel bir şekilde düzenlemiş ve çiçeklendirmişti ki, yapmış olduğu iş herkesin beğenisini kazanmıştı.
            1955 yılında Türkiye'ye gelen Carl Tobey, İstanbul'da bir okulda öğretmen olarak görevlendirilmişken Samsun'a görevlendirilen bir arkadaşıyla becayiş yaparak Samsun'da öğretmenliğe başlamıştır. Türkiye'ye gelme fikrinin Carl Tobey'de nasıl oluştuğu, hangi kurum veya görevle ülkemize geldiği net olmayan Carl Tobey'in II. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarından etkilendiği ve Türkiye'ye Amerika Birleşik Devletleri tarafından "Barış ve Eğitim Görevlisi" olarak gönderildiği söylenmektedir. Yaşadıklarından dolayı Amerika'dan bir manada "kaçmış" gibi bir izlenim uyandıran Carl Tobey, sonraki yıllarda da Amerika'nın artık sevdiği ve eskinin Amerika'sı olmadığını ve her seferinde de hemen Türkiye'ye dönmeyi istediğini çevresindekilere söylediği bilinmektedir.
            Carl Tobey, 1955 yılında Samsun'a geldiğinde şimdiki 23 Nisan İlkokulu'nun bulunduğu yerde kurulmuş olan Samsun Maarif Koleji'nde İngilizce öğretmeni olarak görev yapmaya başladı. Çalıştığı okulun hemen yakınında bulunan ve Engiz'li (şimdiki 19 Mayıs ilçesi) bir aileye ait olan şu an İlkadım Ulugazi Mahallesi İstiklal Caddesinde bulunan Samsun Millî Piyango Müdürlüğü'nün olduğu yerde bulunan bahçeli iki katlı sarı bir binayı kiralamış ve 1973 yılına kadar bu evde kalmıştır Carl Tobey. Bu evi kiralamak için Engiz'e (19 Mayıs) doğru yola çıktığında şu an 19 Mayıs ilçesine bağlı olan Çetirlipınar köyünün muhtarı ve zenginlerinden olan Asım Kurt ile tanışır ve onunla ahbap olur.[1] Görev süresi esasında bir yıl olan ve görevini tamamlamış olan Carl Tobey'i limana uğurlamaya gelen Asım Kurt'a bir mektup bırakan Carl Tobey, arkadaşına mektubu kendisi gemiye bindikten sonra açmasını söyler. Mektupta "seneye görüşürüz" yazmaktadır.
            Ertesi yıl Samsun'a bir daha Amerika'ya dönmemek üzere gelecek olan Carl Tobey, kiraladığı evinde 1973 yılına kadar kalacaktır. Burada kaldığı süre içerisinde evinin küçük bahçesini bir botanik parkına çevirecektir. Türkiye'de kaldığı süre içerisinde Karadeniz Bölgesinin büyük bir çoğunluğunu gezerek bitki örnekleri toplayan Carl Tobey, Karadeniz Bölgesi'nin değişik yerlerinden almış olduğu bitki örneklerini İskoçya'nın başkenti Edinburgh'ta bulunan ünlü botanikçi Peter Hadland Davis'e göndermiş ve onun yönettiği "Flora of Turkey" (Türkiye'nin Bitki Örtüsü) projesine katkıda bulunmuştur. Bu projede 1140 kadar kaydı bulunan Carl Tobey'in bitki örneklerini Zonguldak'tan Erzurum'a kadar 14 ilde topladığı saptanmıştır. Carl Tobey'in Zonguldak, Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum ile bu illerin çeşitli ilçelerinde gezdiğini projeye sunduğu bitki örneklerinden anlaşılabilmektedir. Fakat bitki örneklerinin büyük bir bölümünün Samsun ve çevre illerden toplandığı görülmektedir. Asuman Baytop'un aktardığına göre Carl Tobey'in İskoçya'daki Eidinburg'un yanı sıra Londra'da bulunan Kew ve İstanbul'da bulunan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakülteleri'nde bulunan Herbaryumlarda[2] da bitki örneği bulunmaktadır. Ayrıca "Flora of Turkey" çalışmasında Carl Tobey'e izafeten "tobeyi" yani "Tobey'nin" şeklinde iki bitkiye de rastlanmaktadır. Bunlar Doronicum tobeyi ve Salvia tobeyi şeklindedir.
            Carl Tobey, arkadaşı Asım Kurt'un köyüne gittiği zaman da köylülere modern usullerle tarımı öğretmeye çalışmış, bitki toplamak için gittiği köylerde de "Amerikan ajanı" muamelesi görmüştür. Bazen at, eşek sırtında yapılan bu geziler sırasında bir arkadaşının önerisiyle kendini ormancı olarak tanıtmaya başlayınca köylülerin tazyikinden de kurtulmuştur. Görev yapmış olduğu Samsun Maarif Koleji'nin de bahçesinin bir köşesini botanik bahçesine çevirmiş, bu bahçeyle birebir kendi ilgilenmiştir. Daha sonra parasını kendisi ödemek koşuluyla bu bahçe için bir bahçıvan görevlendirmiştir. Bahçesi için bahçıvanlık yapan Ahmet isimli gencin okula kadrolu eleman olarak alınması için çok uğraşmış ve hatta bu işi yapabilmek için Ankara'ya, bakanlığa kadar gitmiştir. Sonrasında Ahmet'i evlat edinmek istemiş fakat başarılı olamamıştır. Mirasını da Ahmet'e bırakmıştır. Vefatından sonra İzmir'de öğretmenlik yapan ve aynı zamanda ressam olan arkadaşı Brain Keth Rowbotham tarafından 30 cm x 50 cm ebadında bir yağlı boya resmi yapılmış ve Samsun Anadolu Lisesi'nde kendi oluşturduğu bahçeye konarak bahçeye de "Carl Tobey Bahçesi" adı verilmiştir.
            Müziğe de meraklıdır Carl Tobey. Okul yıllarında iyi bir müzik eğitimi de almıştır. Bağlama çalmayı öğrenmiş, dost meclislerinde bağlama çalmanın da ötesine geçmiş ve "Süpürgesi Yoncadan" isimli türküyü söylerken sesini 45'lik plaka kaydetmiştir. Plağı Konak Sineması'nın karşısında bulunan bir plakçı da satışa dahi çıkarılmıştır. Samsun'da fuar günlerinde plağı fuar ziyaretçilerine de dinletilmiştir.
            1955 yılında göreve başladığı Samsun Maarif Koleji'nden 1983 yılında emekli olmuştur. Emekli olduktan sonra 1983 - 1985 yılları arasında Suudî Arabistan'da İngilizce öğretmenliği yapmış ve tekrar Türkiye'ye dönmüştür. Daha sonra Samsun'da özel bir okulda öğretmenlik yapmış ve 1991 yılında rahatsızlanana kadar da bu okuldaki görevine bilfiil devam etmiştir. Rahatsızlığı artınca bir süre Samsun Vidinli Otel'de otel sahibi öğrencisi tarafından misafir edilmiş, zamanın SSK Devlet Hastanesi'nde Lenfoma (Lenf Kanseri) tedavisi görürken 23/08/1991 tarihinde vefat etmiştir.
            Vefat etmeden önce Amerika'ya ailesini ziyarete giden ve orada hasta olduğunu öğrenen Carl Tobey, ölmek için Samsun'a geri gelmiş gibidir. Yakınlarının Müslüman olduğunu ve evinde Kur'an-ı Kerim bulundurduğunu, Ramazan aylarında oruç tuttuğunu söyledikleri Carl Tobey, yakınlarına öldüğünde papaz falan istemediğini ve Müslüman gibi cenaze merasimi yapılmasını istediğini söylemiştir. Vefat ettiğinde cenazesine ailesinden kimse gelmemiştir. Cenaze namazı kılındıktan sonra cenazesi Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin karşısında bulunan Kıranköy Mezarlığındaki Kemalettin Erbilgin'in aile kabristanlığı olan 125 adaya defnedilir.
            Vefat etmeden önce 11 koli halinde şahsî yazışmalarını ve notlarını mezun olduğu Princeton Üniversitesi Kütüphanesi'ne vakfetmiştir. Kütüphaneye verilen koliler içerisinde farklı kişilerle yapılan mektuplaşmalar, fotoğraflar, kendi el yazısıyla tutuğu notlar, kendi yazdığı bazı şiirlere ait taslaklar, kitaplar vb. eşyalar bulunmaktadır. Fakat bu evraklar 1977 yılına kadar ki olan evrak ve yazılarıdır. Koliler Princeton Üniversitesi Kütüphanesi'nde Nadir Kitaplar ve Özel Koleksiyonlar bölümünde 73680 kayıt numarasıyla muhafaza edilmektedir. Ayrıca ressam arkadaşı Brain Keth Rowbotham'a da basılması için bazı notlar bıraktığı ve şu an bu notların Samsun Maarif Koleji ve Samsun Anadolu Lisesi Mezunları Derneği'nde ve bazı öğrencilerinde olduğu bilinmektedir. Hatta bunların arasında "Beyond The Bosphorus" ve "A conception of Place" adını taşıyan iki kitap da vardır.
            Yararlanılan Kaynaklar:
- "CARL TOBEY 1918-1991 EFSANEVİ HOCAMIZ" isimli facebook grubu
- https://findingaids.princeton.edu/collections/MC134.pdf (Erişim Tarihi: 02/02/2018)
- https://www.amazon.co.uk/Poems-twelve-month-year-Carl-Tobey/dp/B0000CIZUG (Erişim Tarihi: 02/02/2018)
- Asuman Baytop - "Kuzey Anadolu'da Amerikalı Bir Bitki Toplayıcısı: Carl Tobey (1918-1991)", Osmanlı Bilim Araştırmaları, VIII/2, 2007.
- Kamil Karamanoğlu - Türkiye Bitkileri I, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları, Ankara, 1976.




[1] Carl Tobey'in vefatına yakın, Amerika Birleşik Devletlerindeki Princeton Üniversitesi Kütüphanesine bağışladığı şahsî evrakında Asım Kurt ile olan mektuplaşmaları ve Asım Kurt'un ve çocuklarının resimlerinin olduğu görülmektedir.
[2] Önemli özelliklerini kaybetmeksizin kurutulup karton üzerine tespit edilerek muhafaza edilen bitki ya da bitki kısımlarından oluşan koleksiyonların bulunduğu yere herbaryum denir

17 Mart 2018 Cumartesi

Osmanlı'nın Son Dönem Ulemasından Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi



               Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi, H. 1264 yılında (M. 1848) Çarşamba'nın Biçme köyünde doğmuştur. Köy hocası Mustafa Efendi'nin oğludur.
            Köyünün sıbyan mektebinde Kur'an-ı Kerim Kıraati ve dinî ilimler tahsil ettikten sonra, Çarşamba Süleyman Paşa Medresesi'nde biraz Arapça sarf ve nahiv tahsili yapmış daha sonra Amasya’da tekrar Arapça nahiv ve dinî ilimler okuduktan sonra biraz da mantık dersi okumuştur. H. 1288'de İstanbul’a gelerek zamanın birkaç büyük üstadından yüksek ilimler tahsil edip Huzur Dersleri Muhataplarından (Ramazanlarda sarayda padişah huzurunda takrir olunan derslere hazır bulunan ilmiye sınıfına kullanılan bir tabir) Kayserili Sabık Müsteşar Hacı Derviş Efendi’nin dersine devamla kendisinden icazet almıştır.
            H. 1295'te yapılan Rüûs (Medrese tahsilini bitirip imtihanda başarılı olanlara verilen beraatın adı) imtihanında başarılı olmuş ve o yıl Beyazıt Camii Şerifi'nde öğretime başlayarak H. 1313 yılında ilk talebesine icazet vermiştir. Bundan sonra aralıksız eğitim öğretim faaliyetlerine devam etmiştir.
            H. 1303 de yapılan tedris-i ilmi feraiz imtihanında başarılı olarak Beyazıt Camii Şerifinde belirli zamanlarda vazifesine devam etmiştir. H. 1305'te yapılan Fetvahaneye giriş imtihanında dördüncü dereceden kazanarak o yıl Fetvahane Tahtani Pusla (Fetvahane "Pusla Odası", "Fetva Odası" ve "İlamat Odası" olmak üzere üç birimden oluşmaktaydı. Pusla Odasındaki yetkililer sorulan fetvaları bir pusula ile fetva odasına soralardı) odasına devamla H. 1306'da ikinci sınıfa tayin olmuş yine aynı yıl birinci sınıfa terfi etmiş ve H. 1307'de Fetvahane Fevkani Müsvedde odasına müdavim sınıfa kaydolmuş daha sonra kendisine istima’i muhakemat hizmeti de verilmiştir. H. 1322 de mülazım sınıfına (subaylık) kaydolmuş H. 1326 da Fetvahaneden ayrılmış ve H. 1326'da M. 16 Ekim 1908'de 83 oyla Canik (Samsun) mebusu (milletvekili) olarak Meclis-i Mebusan'a  girmiştir. İkinci ve dördüncü devrede de milletvekilliği görevini sürdürmüştür.
            Huzur Derslerine H. 1322 – 1326 da muhatab , H. 1327'den 1331 yılına kadar mukarir (Ramazan aylarında sarayda ders okutan alimlere verilen isim) olarak katılmış, muhatablığında dördüncü rütbeden Mecidî ve Osmanî nişanları ile taltif olunmuştur. İbtidai Hariç İstanbul Müderrisliği ile başladığı medrese hocalığını, medrese hocalığının en üst mertebelerinden biri olan Hâmise-i Süleymaniye mertebesine kadar terfien sürdürmüştür.
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin kabri Fatih Camii türbe kapısının yanındaki hazirenin en sonunda bulunmaktadır. Mezar taşı kitabesinde: "haza kabru ustaz’ilkül Çarşambavî el-Hac Ahmet Hamdi Efendi ruhiçün lillahil Fatiha, sene 1330, 29, Ramazan" yazılıdır. 
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin icazet verdiği en meşhur öğrencilerinden biri İsmailağa Cemaatinin önderi Mahmut Ustaosmanoğlu'nun hocası Ahıskalı Ali Haydar Efendi'dir. Diğer öğrencileri arasında Prof. Dr. Şerif Mardin'in akrabalarından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden Ebül'ula Mardin ve Osmanlı'nın son dönem hattat ve ressamlarından olan Mimarzade Mehmet Ali Bey bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden olan ve 1960 darbesiyle görevine son verilen akademisyenler içerisinde olan Kemalettin Birsen, Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin oğludur.
Not: Yazının hazırlanmasında Ebül'ula Mardin'in Huzur Dersleri adlı kitabından istifade edilmiştir.



4 Şubat 2018 Pazar

İslamcılık ve Türk Dünyası

            'İslamcılık'...
            Her ne kadar 'İslam' kelimesinin ardına gelen 'cılık', 'cilik' gibi ekleri ve o nedenle de 'İslamcılık' kavramını da bu kavramı kullanmayı da sevmesem de 'galat-ı meşhur' kabilinden kullanmak durumundayız artık.
            Ülkemizde önemli ve güçlü bir fikir akımı İslamcılık. Osmanlı sonrası önemli bir inkıta yaşasa da özellikle Necmettin Erbakan ve Millî Görüş hareketiyle önemli bir ivmelenme kazanmış ve o günlerden bugünlere güçlenerek gelmiş bir akım.
            Ülkemizde güçlü olan diğer bir fikir akımı da 'Milliyetçilik' veya belki biraz daha aşırısı 'Türkçülük'. Her ne kadar 'İslamcılık' ve 'Milliyetçilik' iki farklı akım gibi gözükse de zaman zaman iç içe geçmiş ve birbirleriyle ilintili akımlar. 'İslamcılık' tüm Müslümanları önceleyen, ümmet bilinciyle hareket eden bir akım iken 'Milliyetçilik' ise daha ziyade Türklerin yaşamış olduğu coğrafyayı ilgi alanı olarak belirlemiş gibi görülebilir. Esasında 'İslamcılık' etki alanı itibarıyla bakıldığında 'Milliyetçilik' akımının etki alanını da içine alıyor denebilir. Çünkü Türklerin büyük bir çoğunluğu Müslüman. O nedenle de 'İslamcılık' 'Milliyetçilik' akımını da kapsamı dahiline almaktadır. İslam dini ırkçılığa ve bir ırkın diğer ırklardan veya bir milletin diğer milletlerden üstün tutulmasına onay vermemekte fakat insanların millet bilinciyle hareket etmesine de onay vermektedir.
            Günümüzde sanki 'İslamcılar' diğer Müslüman milletlerle alakadar oldukları kadar Türk coğrafyasıyla alakadar olmuyorlar gibi bir izlenim uyanmakta. Belki Afganistan, Irak, Suriye, Mısır, Yemen gibi İslam beldelerinde son dönemde yaşayan savaş, işgal ve toplumsal olaylar bu bölgeleri daha çok gündemimize taşıdı veya coğrafî yakınlık da Arap coğrafyasıyla daha fazla alakadar olunmasına sebebiyet veriyor olabilir lakin coğrafî olarak uzağımızda olan bazı bölgelerle ilgilenildiği kadar Türk coğrafyasındaki Müslümanların sorunlarıyla alakadar olunmuyor gibi. Arap coğrafyasında veya uzak coğrafyalardaki Müslümanlarla alakadar olunmasından kesinlikle rahatsızlık duymamaktayız. Bilakis bütün inananları kardeş ilan eden İslam'ın ümmet bilincinden de haberdarız. Lakin 'Kapının danası öküz olmaz' misali hem ırkî hem de dinî açıdan kardeşimiz olanların sorunlarıyla da daha yakından alakadar olunmalı gerektiği düşüncesindeyim.
            'İslamcılar tarafından 'Birleşmiş Milletler Genel Konseyi'nde Amerika'nın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma açıklaması ile ilgili yapılan oylamada Bosna - Hersek'in çekimser oy kullanmasının konuşulduğu kadar İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Kudüs ile ilgili olarak gerçekleştirdiği acil kodlu toplantıya Türkmenistan'ın niçin katılmadığı konuşulmadı. Veya Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılması sağlanıp bir katakulli ile Rusya'ya bağlanmasına ses gerektiği kadar yükseltilemedi. Yıllardır Çin tarafından Doğu Türkistan'da sistematik olarak uygulanmakta olan dinî yasaklar, baskı, işkence ve asimilasyon çalışmalarına da yeterince ilgi gösterilemedi.
            'Müslüman'ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir' hadis-i şerifi mucibince dünyanın her tarafındaki Müslümanların derdini kendine dert edinmesi gereken biz Müslümanların, Azerbaycan'da camilerin kapatılmakta olduğundan ve hatta Gazeteci - Yazar Adem Özköse'nin bizzat kendisinden dinlediğim 'Orada bulunduğumuz günler boyunca Bakü'de neredeyse hiç ezan sesi duymadım' deyişinden ve uygulanan başörtüsü yasağından, Tacikistan'da uygulanmakta olan namaz ve oruç gibi temel ibadetlerde de dahil olmak üzere uygulanan baskılardan, başörtüsü yasağından ve on sekiz yaş altı çocukların camiye gitmelerinin yasaklanmasından, Özbekistan'da pazarlarda dahi kadınların başörtü problemi yaşadığından ve dinî birçok alanda Müslümanlara karşı baskı uygulanırken ülkede misyonerlerin rahatlıkla faaliyet yürütebildiğinden, Kırgızistan'ın şu an neredeyse tamamen misyoner kuruluşlar tarafından kıskaca alındığından, Türkmenistan'da dinî baskının devam ettiğinden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin her geçen gün İslamî yaşantıdan her geçen gün daha da uzaklaştığından, Balkanlarda yaşayan veya çeşitli ülkelerde yaşayan ve azınlık durumunda kalan Müslüman Türklerin de durumlarından haberdar olmaları ve onların dertleriyle de dertlenmeleri gerekmez mi? O nedenle de İslamî hassasiyetleri ön planda tutan 'İslamcılar'ın diğer Müslüman coğrafyalar kadar Türk coğrafyasıyla da yakinen alakadar olmaları gerekmektedir.