10 Ocak 2025 Cuma

Birileri Doğu Türkistan'ı Dalgakıran Mı Zannediyor!

 



Ülkemizde bir kesim ne zaman Filistin veya Kudüs gündem olsa hemen "Doğu Türkistan için ne yapılıyor, Doğu Türkistan gündem edilmezken Filistin, Kudüs konuşuyoruz sürekli" vb. çıkışlarda bulunurlar. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu söylemlerde bulunanların büyük çoğunluğunun gerçekten Doğu Türkistan diye bir gündemlerinin olduğunu zannetmiyorum. Meselenin biraz da Doğu Türkistan meselesini Filistin veya Kudüs konusunu hafife almak veya değersizleştirmek için paratoner veya dalgakıran gibi kullanmak olduğunu düşünüyorum.

Doğu Türkistan'ın yerini haritada göstermekten aciz durumda olan veya Doğu Türkistan tarihini dahi bilmeyen kişilerin bu söylemleri samimiyetten uzak geliyor esasında bana. Bu çıkış ırk üzerinden bir çıkış gibi de geliyor bana. "Doğu Türkistan Türk olduğu için önemsenmeli, Filistin zaten Arap, onlar es geçilebilir" tarzı bir anlayış faşizan bir bakıştır. Her iki millet de Müslüman'dır. Doğu Türkistan Müslüman olmasının yanında aynı zamanda Türk'tür de... Hem soydaşımız hem de dindaşımız olması sebebiyle tabii ki Doğu Türkistan da gündem edilmeli, oradaki zulmün bitmesi için çaba sarf edilmelidir. Fakat Doğu Türkistan davası Kudüs veya Filistin hassasiyetini insanların zihninde küçültecek bir aparat haline dönüştürülmemelidir. Nasıl siyonizme destek veren ürünler ve markalar boykot ediliyorsa Doğu Türkistan'da zulmeden Çinlilere ait mallar da boykot edilmelidir. Çin'in de ekonomisine boykotlar yoluyla zarar verilmeye çalışılmalı ve Doğu Türkistan davası tüm İslam coğrafyasında dillendirilmeli ve ümmetteki hassasiyet kuvvetlendirilmeye çalışılmalıdır.

Filistin bölgesinin 400 yıldan fazla İstanbul'dan yönetilmesi, halkının Müslüman olması, Türkiye'ye coğrafî yakınlığının bulunması gibi sebeplerle Filistin bölgesinden daha fazla haber alabilmekteyiz. Doğu Türkistan bölgesinin coğrafî olarak ülkemize uzak oluşu ve Çin yönetiminin tüm dünyaya kapalı yapısı bölgeden gelen haberleri de sınırlandırmaktadır. Doğu Türkistan tarihine baktığımız zaman sürekli bu bölgede yaşayan Uygur Türklerinin Çin ve Ruslara karşı mücadele ettiklerini görürüz. 1870'lerde Doğu Türkistan bölgesinde kurulu Türk hanlığının Hanı Yakup Han Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz'e biat ettiğini bildirmiş ve Sultan Abdülaziz de bu biatı kabul ettiğini beyan ederek, Albay Kazım Bey komutasında 5 muvazzaf 3 emekli subaydan oluşan bir askeri eğitim grubunu 1200 piyade tüfeği, 6 sahra topu ve cephane ile Hindistan üzerinden Doğu Türkistan'a göndermiştir. Doğu Türkistan'da Osmanlı padişahı adına hutbe okutulmuş ve basılan paralar Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz adına basılmıştır. 1878'de Çinlilerin bölgeyi işgaliyle kısa süren bölgedeki Osmanlı tabiiyetinden kitaplarımızda neredeyse hiç bahsedilmemesi de enteresandır.

Çin işgal ettiği Doğu Türkistan bölgesinde yıllardır sistematik olarak asimilasyon politikalara uygulamaktadır. Hem ırkî bağlamda hem de dinî bağlamda Müslüman Uygur halkı Çinlileştirilmeye çalışılmaktadır Doğu Türkistan'daki Türk nüfusu kontrol altına alınmaya çalışılmakta Çin hükümeti tarafından. Ailelerin çocuk yapmaları konusunda sınırlamalar getirilmekte ve bu sınırlamalara uymayanlar zorla kürtaj yaptırılmaktadır. Çin hükümeti Uygur Müslümanlarını aşağılayıcı, hakaret edici tavrını sürekli sürdürmekte aynı zamanda Müslüman Türkleri "terörist" olarak anmaktadır. Doğu Türkistan'da yaşayan bir Müslüman için günlük hayat tehlikelerle doludur. Doğu Türkistan halkına yönelik keyfî uygulamalar milleti bezdirmiş durumda. Özellikle dinî yaşantılarına yapılan müdahaleler, dinî kitapların toplatılması, dinî eğitim veren kurumların ve camilerin kapatılması, oruç tutmanın yasaklanması, bazı dinî önderlerin şüpheli ölümleri vb. birçok uygulama bölgede yıllardır sürmekte. Son yıllarda daha da sert politikalar yürüten Çinliler, Uygur Müslümanlarının evlerine devlet görevlisi yerleştirerek onların asimile olup olmadıklarını kontrole kadar vardırdılar işi. İnsanlar eğitim adı altında toplama kampı benzeri yerlerde asimile edilmeye, Türklüğünden ve İslamlığından soyundurulmaya çalışılıyor. Ağır fizikî ve psikolojik işkencelere maruz kalan insanların bazılarından yıllarca haber dahi anlamamakta halen...

Doğu Türkistan davası Filistin veya Kudüs davası önünde bir dalgakıran gibi sunulmadan sahiplenilmeli ve dünyanın neresinde olursa olsun baskı altında olan milletler gibi önemsenmelidir. Doğu Türkistan yanında Arakan, Keşmir, Filistin, Suriye, Kıbrıs, Kırım, Moro, Afrika vb. dünyanın neresinde olursa olsun zulüm altında olan Müslümanlara yardım eli uzatılabilmeli, onlara ses olunabilmelidir.

https://www.akasyam.com/mobil/yazi/birileri-dogu-turkistani-dalgakiran-mi-zannediyor-11713.html

4 Ocak 2025 Cumartesi

Bana Ne Kudüs'ten (!)


 Son yıllarda ülke sınırlarımızın hemen dışında gelişen karmaşa ve savaş ortamı hepimizin malumu. Sınırlarımızın hemen ötesinde var olan bu karmaşık hal, ülke olarak da insanî anlamda da bizleri yeterince rahatsız etmekte. Bazıları sadece ekonomik veya güvenlik kaygılarıyla bu karmaşadan rahatsız olurken bazılarımız durumu insanî yönden değerlendiriyor bazılarımızsa komşu coğrafyalarda yoğun olan Müslüman nüfus dolayısıyla duruma ümmet bilinciyle bakıyor ve kaygılanıyoruz. Canlı yayınlarda dünyanın gözüne soka soka alenî bir vahşet var yakın coğrafyamızda...

Yakın coğrafyamız dediğimize bakmayın. Bu karmaşaların veya savaşların olduğu coğrafyanın tamamına yıllarca biz hükmettik. Şimdi birilerinin çıkıp da ‘Bana ne Suriye'den’ ‘Bana ne Kudüs'ten, Bağdat'tan’ ‘Bizim ne işimiz var Libya'da' ve benzeri sözleri söylediği coğrafya çok değil yüz yıldan biraz daha fazla bir zaman önce bizim coğrafyamızdı. Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa, Kuşçubaşı Eşref ve bazı Osmanlı subayları ‘Vatan toprağı’ bildikleri Libya'da 1912'de İtalyanlara karşı savaşıyordu. 1915-1916'da Anadolu'nun bağrından bir asker Yemen’e ‘Vatan toprağı' müdafaasına gidiyordu. Peki, ne oldu da yüz yıldan biraz daha fazla bir zaman önce ‘Vatan' diyerek dedelerimizin can verdiği topraklar ‘el toprağı’ ‘bana ne oradan’ denilebilecek bir hale geldi? Dünyada pek çok milletin kurmayı amaçladığı ideal, büyük bir devlet varken biz neden bedenen hapsedilmek zorunda kaldığımız tel örgüler arasına zihnen de hapsedildik?

Ülkemizin civarında veya komşusu olan devletlere bakarsanız birçoğunun kendi milletlerine ait büyük devlet kurma hedeflerinin olduğunu görürsünüz. Örneğin, Ermenistan Büyük Ermeni Krallığı’nı kurmak istiyor. Kurmak istediği devletin toprakları şu anki Ermenistan devletinin tamamı, Azerbaycan'ın büyük bölümü, Türkiye'den Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri hatta İç Anadolu'nun bir kısmı, Adana Mersin'e kadar uzanan Akdeniz Bölgesi'nin bir kısmı... Halen Doğu Anadolu'yu Ermenistan, Batı Ermenistan diye isimlendiriyor. Ermenilerin yakın zamanda paralarına dahi Ağrı Dağı'nı bastıklarını hatırlıyoruz. Peki en son ne zaman ulaşmış Ermeniler bu sınırlara? Milattan önce 300-200'lerde. Yunanistan'a bakalım, onların da ‘Megola İdea' dedikleri ve İstanbul başkentli Bizans'ı canlandırma hayalleri malum... Onlar nereleri istiyor? Balkanların büyük bölümü, Türkiye'den Ege’nin tamamı, Akdeniz'in bir kısmı, Marmara ve hatta Anadolu içlerine kadar... Ayrıca Karadeniz Bölgesi’nde de Trabzon Rum İmparatorluğu öncesi var olan Pontus'u yeniden canlandırmak. Peki, ya Bulgarlar? Onlar da Büyük Bulgaristan idealindeler... Onlar da Balkanların tamamına yakınını ve Trakya'yı istiyor. Peki, Bulgarlar böyle bir devlet kurdu mu hiç? Meçhul... Ruslar’ın sıcak denizlere inme ideali hepimizin malumu.1950'lerde Stalin Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi'nin büyük bölümünü Ermenistan ve Gürcistan'ın devamı diyerek Sovyetler Birliği’ne bağlamak istiyordu. Güneyimizdeki İsrail ne durumda peki? Onlar da ‘Arz-ı Mevud' sevdasında. Onlar da kendilerine kutsal kitaplarında vaat edildiğine inandıkları coğrafyada büyük bir devlet kurmak istiyorlar. Peki, nereleri kapsıyor bu vaat edilen topraklar? Şu anki Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suriye ülkelerinin tamamı, Irak'ın batısı Mısır'ın Nil nehrinden itibaren doğusu, Suudî Arabistan'ın kuzeyi, Türkiye'den de Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Akdeniz Bölgesi'nin doğu illeri ve hatta bazılarına göre bu coğrafya Anadolu içlerine Kapadokya’ya kadar uzanıyor. Peki, onlar en son ne zaman böyle bir coğrafyada devlet kurdular? Hiçbir zaman. Bu anılan topraklara en yakın geniş sınırlara, Hz. Süleyman döneminde ulaştılar ki; muhtemelen bu da bundan üç bin yıl evveldi.

Peki, ya biz? Bizim bir mefkuremiz, bir idealimiz var mı? Eski Türklerden itibaren gelen ‘Kızıl Elma' ‘Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi’ veya İslam sonrası ‘Gaza ve Cihat anlayışı’ Ne oldu bunlara? İsrail üç bin yıl öncesinin davasını güderken benim ülkemdeki bir birey nasıl olur da bundan yüz yıl kadar önce İstanbul'dan gönderilen bir vali ile yönetilen bir coğrafyadan bahsederken ‘Bana ne’ diyebilir? Bu kadar dar bir bakış olabilir mi? Tabii ki, ‘Gidelim bu toprakları şu an yeniden hakimiyetimize alalım' demiyorum ama tamamen de bağımızı neden ve nasıl koparalım bu coğrafyadan? Biz bağımızı kopardık desek bile gerçekten koparabilecek miyiz ayrıca? Milletimizin bir mefkureye bir ideale ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Ve bu mefkure muhakkak devlet eliyle ve devlet okullarında genç dimağlara verilebilmeli...


https://www.akasyam.com/mobil/yazi/bana-ne-kudusten-11699.html