Mezhep (مذهب) kelimesi Arapça bir kelime olup
"gitmek" manasına gelen ذهب (zehebe) kökünden türemiştir ve
"gidilen yol, ekol" manalarına gelmektedir. Mezhepler, itikadî ve
fıkhî mezhepler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İlk mezhebin ortaya çıkışıyla
ilgili net bir tarih vermek güç olsa da Müslümanlar arasındaki ilk ekolleşmeyi
sahabe dönemine kadar dayandırmak mümkündür. Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis diye
adlandırılan bu ekolleşme daha sonra ortaya çıkacak olan birçok itikadî ve
fıkhî mezhebin doğuşuna da kaynaklık etmiştir. Özellikle itikadî mezheplerin
ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde dinî ve kelamî yorumların yanı sıra siyasî
faaliyetlerinde çok etkin olduğunu söyleyebiliriz. Hülefa-i Raşidin'den olan İslam'ın
dördüncü halifesi Hz. Ali dönemindeki karışıklıklar toplum içerisindeki
klikleşmeleri artırmış ve toplumda patlak veren ve bir manada iç savaş olarak
da adlandırılabilecek olan Sıffin Savaşı sonrası toplum Hz. Ali taraftarları,
Muaviye taraftarları ve biz ne o taraftan ne de bu taraftanız diyerek iki grubu
da "Hakem Olayı"ndan dolayı tekfir eden üçüncü bir grup olan
Hariciler olmak üzere üç ana gruba ayrılmıştı. Hz. Ali sonrası başlatılan Emevî
saltanatı döneminde kavmiyetçilik artmış ve bu da diğer Müslüman grupların
tepkisine sebep olmuştur.
Görüldüğü
üzere Müslümanlar arasındaki ilk gruplaşmalar hatta keskin ayrılışlar sahabe
dönemine kadar gitmektedir. Bu ayrılıklar daha sonraki dönemlerde daha da
sistematize edilmiş ve böylece mezhepler de ortaya çıkmaya başlamıştır
diyebiliriz. Yani Peygamberimiz hayatta iken herhangi bir ayrı gruplaşma
yaşanmamıştır daha doğrusu Peygamberimiz buna müsaade etmemiştir. Peygamberimiz
döneminde de bir grup Mescid-i Dırar adı altında bir mescid inşa etmiş ve orada
toplanmaya başlamışlardı. Peygamberimiz toplumda fitneye sebebiyet verebileceği
için bu mescidi yıktırmıştır. Yani ilk mescidi kendisi yaptığı gibi yine ilk
mescidi yıkan da Hz. Peygamberin kendisi olmuştur.
İslam
coğrafyasında şu an sünnî ve şiî olmak üzere iki ana kanat bulunmaktadır. Fakat
her iki ana kanadın da onlarca alt kanadı var diyebiliriz. Hem kelamî hem de
fıkhî açıdan günümüze kadar ulaşabilen bazı mezhep ve görüşler olduğu gibi şu
an mensubu kalmamış veya fikrî manada sadece küçük gruplar veya şahıslar
tarafından itibar edilen veya mensubu kalmamış fakat kitaplarda varlıklarını
sürdüren onlarca mezhep bulunmakta. İster istemez insanın aklına şu soruda
gelmiyor değil. Nasıl birbirinden farklı bu kadar mezhep var, bu kadar mezhep
nasıl ortaya çıktı? Belki de bu soruya en güzel cevabı Hz. Ali'ye isnat edilen
bir söz vermekte: "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı."
Peki,
günümüzdeki durum ne? Malum Ortadoğu, cadı kazanına dönmüş vaziyette. Irak'ı
Amerika'nın işgali ve Arap dünyasında estirilen yalancı bahardan sonra
mezhepçilik algısı belki de tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek oranda
tehlikeli hale gelmekte. Tarihimizde Müslüman ülkeler arasında bir mezhep
savaşına rastlanmamaktadır. Mezhep savaşı olarak nitelenen savaşların asıl
sebeplerinin hep siyasî olduğunu görürüz. Günümüzde mezhepler arası
farklılıklar ön plana çıkartılıp kaşınmaya çalışılırken aslında bize yine en
güzel cevabı tarih vermekte. Sünnî ekol içerisinde yer alan fıkhî mezheplerin
en büyüğü ve en geniş alana yayılmışı olan Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı
Azam Ebu Hanife, (Numan b. Sabit) Şiî inancı içerisindeki on iki imam inancının
altıncı imamı olan ve şu an İran'ın % 90'a yakın bir bölümü tarafından fıkhî
mezhep olarak kabul edilen Caferî mezhebinin kurucusu Cafer-i Sadık'ın
talebelerindendir. İlk dönem bilginlerinin yorum farlılıkları sonraki nesiller
tarafından daha da derinleştirilmiş ve hatta fanatize edilmiş gözükmektedir.
Fikrimiz şiî, sünnî aynılaşması değildir, ki bize yanlış dahi gelse ve
eleştirsek de farklı anlayışlara saygı duyabilmeliyiz fakat bu ayrılıklarla
oluşan uzaklaşmalar bize en azından Müslümanların kardeş olduğunu
unutturmamalıdır.
Şunu da
unutmamak gerekir ki, mezhep bir din değildir. Ne Şiîlik ne de Sünnîlik bir din
değildir. Ve bizim şiarımız kendini Müslüman olarak tanımlayan ve ifade eden
herkesi zahiren Müslüman olarak görmek ve Müslüman olarak bilmektir. Zira
kalplerde olanı Allah dışında kimse bilememektedir. Ehl-i Kitap'la dahi asgarî
müştereklerde bir araya gelebilmeyi salık veren bir kitabın ve dinin inananları
olarak aramızdaki ayrışmaları artırıcı hareketlerin tamamı İslam'a ve
Müslümanlara hizmet etmeyecektir. O nedenle günümüzde Müslümanlar olarak, aynı
kıbleye yönelen ve secde eden insanlar bir olmalı, beraber olmalı ve birlik
olmalıyız. İslam coğrafyasına neşter atmaya çalışanlara verilebilecek en güzel
cevap muhakkak ki birbirine kenetlenmiş ve vahdet ruhunu soluklayabilmiş bir
Müslüman topluluğudur. Rabbimizin aramızda tesis ettiği birlik, beraberlik ve vahdet
şuuruyla şuurlanabilmek temennilerimle... Rabbim kardeşliğimizi daim etsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder