5 Mayıs 2016 Perşembe

Mezhep Bir Din Değildir


            Mezhep (مذهب) kelimesi Arapça bir kelime olup "gitmek" manasına gelen ذهب (zehebe) kökünden türemiştir ve "gidilen yol, ekol" manalarına gelmektedir. Mezhepler, itikadî ve fıkhî mezhepler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İlk mezhebin ortaya çıkışıyla ilgili net bir tarih vermek güç olsa da Müslümanlar arasındaki ilk ekolleşmeyi sahabe dönemine kadar dayandırmak mümkündür. Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis diye adlandırılan bu ekolleşme daha sonra ortaya çıkacak olan birçok itikadî ve fıkhî mezhebin doğuşuna da kaynaklık etmiştir. Özellikle itikadî mezheplerin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde dinî ve kelamî yorumların yanı sıra siyasî faaliyetlerinde çok etkin olduğunu söyleyebiliriz. Hülefa-i Raşidin'den olan İslam'ın dördüncü halifesi Hz. Ali dönemindeki karışıklıklar toplum içerisindeki klikleşmeleri artırmış ve toplumda patlak veren ve bir manada iç savaş olarak da adlandırılabilecek olan Sıffin Savaşı sonrası toplum Hz. Ali taraftarları, Muaviye taraftarları ve biz ne o taraftan ne de bu taraftanız diyerek iki grubu da "Hakem Olayı"ndan dolayı tekfir eden üçüncü bir grup olan Hariciler olmak üzere üç ana gruba ayrılmıştı. Hz. Ali sonrası başlatılan Emevî saltanatı döneminde kavmiyetçilik artmış ve bu da diğer Müslüman grupların tepkisine sebep olmuştur.
            Görüldüğü üzere Müslümanlar arasındaki ilk gruplaşmalar hatta keskin ayrılışlar sahabe dönemine kadar gitmektedir. Bu ayrılıklar daha sonraki dönemlerde daha da sistematize edilmiş ve böylece mezhepler de ortaya çıkmaya başlamıştır diyebiliriz. Yani Peygamberimiz hayatta iken herhangi bir ayrı gruplaşma yaşanmamıştır daha doğrusu Peygamberimiz buna müsaade etmemiştir. Peygamberimiz döneminde de bir grup Mescid-i Dırar adı altında bir mescid inşa etmiş ve orada toplanmaya başlamışlardı. Peygamberimiz toplumda fitneye sebebiyet verebileceği için bu mescidi yıktırmıştır. Yani ilk mescidi kendisi yaptığı gibi yine ilk mescidi yıkan da Hz. Peygamberin kendisi olmuştur.
            İslam coğrafyasında şu an sünnî ve şiî olmak üzere iki ana kanat bulunmaktadır. Fakat her iki ana kanadın da onlarca alt kanadı var diyebiliriz. Hem kelamî hem de fıkhî açıdan günümüze kadar ulaşabilen bazı mezhep ve görüşler olduğu gibi şu an mensubu kalmamış veya fikrî manada sadece küçük gruplar veya şahıslar tarafından itibar edilen veya mensubu kalmamış fakat kitaplarda varlıklarını sürdüren onlarca mezhep bulunmakta. İster istemez insanın aklına şu soruda gelmiyor değil. Nasıl birbirinden farklı bu kadar mezhep var, bu kadar mezhep nasıl ortaya çıktı? Belki de bu soruya en güzel cevabı Hz. Ali'ye isnat edilen bir söz vermekte: "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı."
            Peki, günümüzdeki durum ne? Malum Ortadoğu, cadı kazanına dönmüş vaziyette. Irak'ı Amerika'nın işgali ve Arap dünyasında estirilen yalancı bahardan sonra mezhepçilik algısı belki de tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek oranda tehlikeli hale gelmekte. Tarihimizde Müslüman ülkeler arasında bir mezhep savaşına rastlanmamaktadır. Mezhep savaşı olarak nitelenen savaşların asıl sebeplerinin hep siyasî olduğunu görürüz. Günümüzde mezhepler arası farklılıklar ön plana çıkartılıp kaşınmaya çalışılırken aslında bize yine en güzel cevabı tarih vermekte. Sünnî ekol içerisinde yer alan fıkhî mezheplerin en büyüğü ve en geniş alana yayılmışı olan Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife, (Numan b. Sabit) Şiî inancı içerisindeki on iki imam inancının altıncı imamı olan ve şu an İran'ın % 90'a yakın bir bölümü tarafından fıkhî mezhep olarak kabul edilen Caferî mezhebinin kurucusu Cafer-i Sadık'ın talebelerindendir. İlk dönem bilginlerinin yorum farlılıkları sonraki nesiller tarafından daha da derinleştirilmiş ve hatta fanatize edilmiş gözükmektedir. Fikrimiz şiî, sünnî aynılaşması değildir, ki bize yanlış dahi gelse ve eleştirsek de farklı anlayışlara saygı duyabilmeliyiz fakat bu ayrılıklarla oluşan uzaklaşmalar bize en azından Müslümanların kardeş olduğunu unutturmamalıdır.
            Şunu da unutmamak gerekir ki, mezhep bir din değildir. Ne Şiîlik ne de Sünnîlik bir din değildir. Ve bizim şiarımız kendini Müslüman olarak tanımlayan ve ifade eden herkesi zahiren Müslüman olarak görmek ve Müslüman olarak bilmektir. Zira kalplerde olanı Allah dışında kimse bilememektedir. Ehl-i Kitap'la dahi asgarî müştereklerde bir araya gelebilmeyi salık veren bir kitabın ve dinin inananları olarak aramızdaki ayrışmaları artırıcı hareketlerin tamamı İslam'a ve Müslümanlara hizmet etmeyecektir. O nedenle günümüzde Müslümanlar olarak, aynı kıbleye yönelen ve secde eden insanlar bir olmalı, beraber olmalı ve birlik olmalıyız. İslam coğrafyasına neşter atmaya çalışanlara verilebilecek en güzel cevap muhakkak ki birbirine kenetlenmiş ve vahdet ruhunu soluklayabilmiş bir Müslüman topluluğudur. Rabbimizin aramızda tesis ettiği birlik, beraberlik ve vahdet şuuruyla şuurlanabilmek temennilerimle... Rabbim kardeşliğimizi daim etsin...  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder