Bir Çarşambalının memleketinden ayrılıp gurbete
gittiğinde, nereli olduğu sorusunun ardından vereceği "Çarşambalıyım"
cevabından sonra muhatabı olduğu ilk soru "Gerçekten Çarşamba'yı sel aldı
mı?" sorusu olacaktır. Tabi ki, Çarşamba'yı sel alıp almadığının merak
edilmesinin sebebi "Çarşamba'yı Sel Aldı" türküsü. Kendisi de
Çarşambalı olan rahmetli Yıldıray Çınar, anonim olan "Çarşamba'yı Sel
Aldı" türküsünü tüm Türkiye'de meşhur etmiş ve 1970 yılında Çarşamba'da
türküyle aynı adı taşıyan "Çarşamba'yı Sel Aldı" adıyla çektiği
filmle de hem Çarşamba'nın hem de türkünün tüm Türkiye'de tanınırlığını
kuvvetlendirmiştir. Sonraki yıllarda türküyü Adalet Büyükkaya'dan Hülya
Polat'a, Orhan Hakalmaz'dan Mahsun Kırmızıgül'e, Burçin'den Yavuz Bingöl'e
birçok şarkıcı seslendirdi ve türkünün namesi ve sözleri hem zihinlerde hem de
gönüllerde yer edindi.
Gelelim
şimdi de Çarşamba denince ilk akla gelen "Çarşambayı Sel Aldı"
türküsünün hikayesine... Turgut Çeviker'in hazırladığı "Çarşamba Kitabı
I" adlı eserde türkünün hikayesi şöyle anlatılmış:
"Ahmet,
Abdal Deresi'nin kıyısında yerleşmiş yoksul köy ailelerinden birinin oğluydu. Baharla
birlikte -yıllarca süren- karasevdası karşılık bulmuş, Melek kalbini açmıştı. Kısa
zamanda yüzük takıp, nişanlandılar.
Ahmet,
yapraklar sararmaya durduğunda orduya yollandı. Melek ise gözyaşlarıyla baş
başa kaldı. Ağaoğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Ahmet'in arkadaşları ne
kadar uyardılarsa kar etmedi. Melek reddetti Mehmet Ali'yi. Bunun üzerine
Ağaoğlu adamlarıyla Melek'i dağa kaldırdı. Kötü haberi kuşlar uçurdu Ahmet'e...
Kısa günde uçageldi aşkın delikanlısı. Kuşandı atını, silahını; arkadaşlarıyla
düştü yollara. Dağ tepe demedi gece gündüz Melek'i aradı.
´Meleeeeek...
Meleeeeek...´ diye çığıra çığıra sesi uçtu.
Önce
bir çakal yağmuru uç verdi. Sonra şimşek, şimşek içinden çıktı. Çatırdadı koca
gökyüzü. Işınlar sonsuz yeşil ovayı renkten renge soktu... Ne yağmur, ne
silinen izler, aşkın atlılarını durduramadı.
Tufan
ikinci kez yaşanıyordu sanki.
Yağmur
Yeşilırmak'ı boğuverdi. O uçsuz bucaksız ova kaynayarak akan bir göle dönüştü.
Caniklerden aşağılara doğru bir çığ gibi önüne kattığı her şeyi sürükledi sel.
Evler, insanlar, bebek beşikleri, hayvanlar, öküz arabaları, ağaçlar, büyük
küçük kayıklar Çaltı Burnu'na doğru sürükleniyordu.
Sonunda
duruverdi yağmur. Güneşle parladı yeşil cennet. Usul usul bir gökkuşağı belirdi...
Sular günbegün çekildi... Çekildikçe hayat yeniden kurulmaya başladı. Yaralar
sarılıyor, evler onarılıyordu. Abdal Deresi'nin -Yeşilırmak'a katılmak üzere- döküldüğü
yamanın başında ahali toplanmaya başladı. Derenin eğimle indiği yamanın dibinde
büyük bir kaya parçası vardı; onun üstünde ise iki insan. Melek ile Ahmet'ti
onlar. El ele tutuşmuş sırtüstü öylece yatıyorlardı. Ahali, sel acısını
unutmuş, onlara yanıyordu. Hüzün yerini gözyaşına bıraktı... Taş, yedi yerinden
yarıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırmaya başladı.
Bu
hazin aşka doğa gözyaşı döküyordu.
Ahali,
şaşkınlığın ardından dualar okumaya başladı. Dualar içten mırıltılara. Yıllardır
can alan sellerle örselenmiş insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.
İşte
rivayet ol rivayet... Derler ve hikaye ederler ki Çarşamba'yı Sel Aldı türküsü
bu acı mırıltılardan doğdu.
Yedi
yerinden su fışkıran kayanın olduğu yerde bir su değirmeni kuruldu. Ve o yöre o
gün bu gündür Değirmenbaşı olarak anıldı. Çınar ağaçlarının gölgelediği ahşap
değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez
yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de
bu yaşandı..1970'lerde değirmenin yıkımına değin bu gelenek sürdü."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder