Kapı, pencere imalatı işi 'ölmeyecek
meslek' demişti babası. Onu ilkokulu bitirir bitirmez Nurettin Usta'nın yanına
çırak olarak vermişti. İlkokulu yeni bitirmiş olmasına rağmen gürbüz bir
çocuktu İlker. İlkokuldan sonra ne onu okutabilecek maddî gücü vardı babasının
ne de İlker'in ilerisini okumaya kabiliyeti. Hem Nurettin Usta da babacan bir
adamdı. Hem ufak tefek harçlığımı kazanır hem de meslek öğrenirim diyordu İlker
de. Yıllar içerisinde mesleği öğrenmişti de. Çam tahtaları kesiyor, biçiyor;
kapı, pencere ve kasa imal ediyorlardı. Tamamen el işçiliğine dayanıyordu
meslekleri. Tabi ki yıllar içerisinde makineler de girecekti hayatlarına.
Böylece daha da kolaylaşacaktı yaptıkları işler.
Çok yoğun çalışıyorlardı. Bazen
işleri çıkıştıramayıp akşam mesaiye kaldıkları bile oluyordu. Ne de olsa hiç kimse
kapısı penceresi olmayan bir evde yaşayamazdı. Her gün erkenden gelir ve
dükkanın kepenklerini kaldırırdı İlker. Çay suyunu ocağa koyar ve ustası gelene
kadar yapılması gerekli bazı hazırlıkları yapardı her gün. Dükkan açıldıktan
bir müddet sonra ustası çay yanında yenebilecek poğaça, simit gibi yiyeceklerle
dükkana gelir ve beraber kahvaltı ederlerdi. Sonrasında işe girişilir ve öğle
ezanına kadar neredeyse hiç ara verilmeden çalışılırdı. Ustası eve yemeğe
giderken, İlker dükkanda kuru ekmeğe talim ederdi. Bazen ekmeğin yanına,
bulursa zeytin, peynir belki. Öğleden sonra yine aralıksız çalışılır ve ikindi
de muhakkak bir çay molası verilirdi. İkindi çayı sonrası pervaz, kapı çakma,
freze, torna vb. işlerle devam ederdi çalışma karanlığa kadar. Akşam son iş
olarak dükkanı süpürürdü İlker ve sokak lambalarının ilk huzmeleri altında yorgun
argın eve giderdi.
İlker eve geldiğinde çoğu zaman evde
de yiyecek bir şeyler bulamazdı. Annesi vefat etmiş, ablası evlenmiş, İlker
yaşlı babasıyla beraber kalakalmıştı viraneyi andıran evlerinde. Ablası bazen
evi temizlemeye, yemek yapmaya geliyorsa da ne kadar yetişebilecekti ki
ihtiyaçlarına? Ne de olsa el kapısındaydı. Gelirken fırından aldığı sıcak
ekmeğin yanına yapabildiği kadarıyla bir şeyler hazırlamaya çalışırdı İlker ve
babasıyla beraber yerlerdi fakir sofralarında. Babası uzun yıllar evvel köyde
geçinemeyince şehre göç etmişti. Yıllarca onun bunun yanında yevmiye çalışmış,
kazandığıyla da ancak karınlarını doyurabilmişlerdi. En azından evleri kira
değildi. Eski püskü de olsa başlarını sokabilecekleri bir gecekonduları olsun
vardı. İlker'in aldığı haftalık haricinde gelirleri de yoktu. Bazen eşten,
dosttan, komşulardan yardım edenler olurdu. Özellikle Ramazan ayında daha bir
cömert olurlardı. Babası yıllarca ağır işlerde çalıştığı için ezilmişti.
Yaşlılık dönemi de o nedenle zor geçiyordu. Bazen böyle olurdu bu işler işte.
Çok çalışan çok kazanmazdı ya hep...
İlker bazen inşaatlarda geçirirdi
günlerini. Dükkanda imal edilen kapı, pencere ve kasaların montaj işleri olurdu
haliyle. Dükkandan kamyonete yüklenen kapı, pencere ve kasalar inşaata
götürülür, araçtan indirilir ve inşaata çıkarılırdı. Bazen ikinci kat bazen
beşinci kat olurdu nasipteki. Kat sayısı arttıkça sırtta daha da ağırlaşırdı
yük. Ağaç çivilerle sabitlenirdi henüz sıvası dahi olmayan duvarlara kapı ve
pencereler. Hele rüzgarlı günlerde yüksek katlarda daha bir zor olurdu
yaptıkları iş. Üstüne üstlük yağışlıysa hava, inşaata kapı ve pencereleri
taşıma sırasında ıslanmışlarsa bir de... O boş kapı ve pencereler arası oluşan
cereyanlı hava sanki insanın içini deler geçerdi. O nedenle kazaklar, montlar
kat kat giyilirdi inşaata gidilecek günler. Her ne kadar ateş de yakılmış olsa
inşaatta, ateşin başında ısınırken bir tarafın ısınırken diğer tarafın yine donardı.
Ateşe sırtını verip kızdırsan da yüzünü dönünce tekrar ateşe sırtın tekrar hiç
ısınmamış gibi olurdu. Sıcakla ilk temas ettiğinde soğuktan morarmış eller sızım
sızım sızlardı. Zor işti velhasıl yaptıkları... Para kazanmak zordu, hayat
zordu. Fakat devam etmeliydi...
Yıllar yılları kovalamıştı. Artık
kocaman bir delikanlıydı İlker. Nurettin Usta dert yanıyordu işsizlikten. Nasıl
olmuştu da birden bire işler bu hale gelmişti? Artık kimse ahşap kapı doğrama
işi yaptırmıyordu. Ahşap pencere ve kasalar PVC'ye, el işi ahşap kapılar ise
Amerikan tipi kapılara yenik düşmüştü. İnsanlara hem kolay hem de daha ucuz
geliyordu PVC ve Amerikan kapı. Amerikan kapı yapmayı denemişlerdi esasında
fakat bu kapılar el emeği ahşap kapıların yerini nasıl tutabilirdi? İnsanların
bu kapıları neden ve nasıl tercih ettiğine bir türlü anlam veremiyordu Nurettin
Usta.
Bir gün yine dükkanı açtılar
erkenden. Çay demlendi. Çaylar içilirken kaç haftadır iş gelmediğinden bahis
açtı Nurettin Usta ve İlker'e verdiği kararı açıkladı. Dükkanı kapatacaktı.
Artık masraflara yetişemiyordu. Dükkanda bulunan makineleri köyünde bulunan
eski evlerinin altındaki boş dükkana götürmeyi düşünüyordu Nurettin Usta.
Köylülerden az çok iş bulabileceğini böylelikle bir şeyler kazanabileceğini ümit
ediyordu. Kısa zaman içerisinde de bu düşüncesini hayata geçirdi Nurettin Usta.
İlker'in ilkokuldan sonra her gün kapısını açtığı kapı artık kapanmıştı.
Peki ya İlker? Şimdi ne yapacaktı?
Elinde yılların ustası Nurettin Usta'ya dahi dükkan kapattıran bir meslek vardı.
Kendilerini değişen koşullara göre güncelleyememişlerdi. İlkokul'dan sonra her
sabah açmaya geldiği, ekmeğini kazandığı, acı tatlı hatıraların yaşandığı
dükkan artık yoktu. Peki, şimdi ne yapacaktı? Yaşlı babasına nasıl bakacaktı?
Nerede çalışacaktı? Ölmeye yüz tutmuş bir meslekle kalakalmıştı ortada. Bu
yaştan sonra yeniden bir zanaat öğrenebilir miydi, bilmiyordu... Aklına
babasının ilkokuldan sonra onu Nurettin Usta'nın yanına çırak olarak verirken
söylediği sözler geldi. Ne demişti babası İlker'e? "İnsanlar kapısız
penceresiz evlerde yaşayacak değiller ya! Ölmeyecek bir meslek bu..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder