‘Kapı’ dedi babası... Kapıya doğru gideceğiz. Kapı, yeni dünyalara açılan bir perdeydi belki gözlerdeki... Ama bu öylesi bir kapı mıydı acaba? Çünkü zoraki bir gidişti bu kapıya gidiş... Oysa ki evlerin kapısı olur zannetmişti sadece veya bahçelerin... Kapı, evi dışa açan, dış dünyayı bize kapatan bir sırdı. Neden alelacele toplanmaya çalışıyordu hepsi de? Yanlarına taşıyabilecekleri eşyaları almaya çalışıyorlardı. Hani ‘yükte hafif pahada ağır' cinsten denilenlerden... Pahada ağır neleri kalmıştı ki...
Kapıya doğru gitmeyi algılayamıyordu bir türlü küçücük çocuk zihni. Oysa ki kapı evde olurdu, bahçede olurdu. Bazıları süslemeli, güzel boyalı ve albeneli olurdu hem de... Bazıları özel olarak süslerdi kapılarını. ‘Hoş geldiniz, güle güle' gibi yazılar yazarlardı bazıları ise kapılarına. Gördüğü kapılar hep içe açılırdı. Çünkü bahçe kapısı da evin kapısı da hep evin içine doğru açılıyordu. İçe açılan kapılar bahçeye veya eve gelenlere de içini açardı, mahremini emanet ederdi belki de...
Kapıya gitmek ne demekti? Neden herkeste korkulu bir telaş vardı? Ve neden herkes toparlanmaya çalışıyordu? Sadece kendilerinin değil mahalledeki herkesin toparlanmaya çalıştığını duymuştu ablasından. Ve komşuların sesleri gelmeye başlamıştı sokaklardan. Çocuk ağlamaları ve annelerin feryatları bastırıyordu adamların homurdanmaları. Neden dolmaya başlamıştı sokaklar? Neden herkes eşyalarını toplamıştı?
Onlar da çıktılar sokağa ailesiyle. Kimse kalmıyordu geriye. Herkesin ağzında babasından duyduğu o söz vardı hep: Kapı... Kapıya gittiklerini, zorla gönderildiklerini söylüyordu herkes. Evler tek tek boşalıyordu, herkes terk ediyordu evlerini. Ve sokakları boşalıyordu şehrin yavaş yavaş. Onlar da çıktılar evlerinden ve terk ettiler sokaklarını. Ya evleri ne olacaktı? Kimse kalmamıştı evlerinde. Ya bahçelerindeki meyveler? Kim sulayacaktı onları? Hem sulanmazlarsa kurumazlar mıydı? Arkadaşlarıyla beraber oynadığı sokaklar... Ya oralarda kimler oynardı şimdi? Tüm arkadaşları da gidiyordu. Ya sokakta onlara arkadaşlık eden kedi? Kim beslerdi şimdi onu mesela? Koşarken ayağının takılıp düştüğü ve dizinin yaralanmasına sebep olan arkadaşlarını da özler miydi acaba?
Artık uzaklaşmışlardı iyice evlerinden. Büyüklerin konuşmalarından yaklaştıklarını anlıyordu o kapı denilen yere. Bu arada halen anlayamamıştı bu kapının ne olduğunu. Uzun bir yürüyüştü bu. Zaman zaman uçak sesleri geliyordu uzaklardan. Bazen de silah sesleri... Bu sesleri doğduğundan beri duyardı zaten hep. Bu seslere alışmıştı. Bu seslere alışmak ne kötü!
Uçak sesleri yaklaşınca hemen bir yerlere gizlenmeye çalışıyorlardı. Oysa ki uçak görmek, gökyüzünde nazlı nazlı süzülen ve bazen arkasında izler bırakarak çeşitli şekiller oluşturan uçakları izlemek çok güzel olmalıydı. Ama buradaki hiçbir çocuk heyecanlanmıyordu uçaklardan ve hiçbiri gökyüzünde acaba uçağı görebilir miyim heyecanını taşımıyordu. Zira burada uçaklar umut, heyecan, mutluluk değil sadece bomba getiriyordu, sadece ölüm oluyorlardı. O nedenle burada uçak sesi, sadece ölümü hatırlatıyordu.
Uçak sesleri uzaklaşıp, silah sesleri kesilince yeniden yürümeye başlıyorlardı. Çok yaklaştıklarını söyledi içlerinden biri kapıya. Çok yorulmuştu, acıkmıştı da. Mümkün olduğunca duraksamadan yürümeye gayret ediyorlardı. Bomba ve silahların hedefi olmadan bir an önce salimen ulaşmak istiyorlardı kapıya. O nedenle yemek için bile mola verilmemişti. Atıştırmalıklarla bastırmaya çalışıyorlardı açlıklarını. Zaten yiyecek alabilmek için dahi fırsat bulamamışlardı. Sadece yanlarına giysilerini alabilmişler, birkaç parça hariç eşya da alamamışlardı. Ama evlerinin kapılarını kilitlemişlerdi ve anahtarları da ceplerindeydi. Bir gün yine dönecekler, anahtarları ile kapılarını açacaklar ve evlerinde oturacaklardı.
Kapıya gelmişlerdi artık. Bu kapı denilen yer daha önceden hiç görmediği hiç bilmediği bir şeydi. Buraya neden kapı denildiğini de bir türlü anlayamadı. Bu kapı denilen yerin etrafı tel örgülerle çevriliydi. Tel örgülerin arasındaki açık olan alandan geçmişlerdi. Babası artık güvende olduklarını, artık ölüm korkularının olmayacağını, yeni bir hayata başlayacaklarını söylüyordu. Bu kapı denilen yerden geçince neden güvende olacaklarını bir türlü anlayamıyordu. Ve sordu ablasına bu kapının ne olduğunu dinlenmek için mola verdikleri bir yerde. Ve öğrendi sonra... Şehirlerin, ülkelerin de kapısı olurmuş. Oysa ki o, sadece ev kapısını, bahçe kapısını görmüştü. Hep içe doğru açılan kapılardı bildikleri. Etrafı tel örgülerle çevrili o aralığın adı da kapıymış. Dışa açılan bu kapı ülkeleri birbirinden ayırırmış. Dışa açılan bu kapıdan bir daha asla geri dönemeyeceğini, babasının cebinde olan evlerinin anahtarını ömrünün sonuna kadar saklayacağını fakat kullanamayacağını ne o, ne ablası ne de babası bilmiyordu henüz. Dışa açılan o kapının onları hep dışarıda bırakacağını yaşayarak öğrenecekti.
Büyümüştü artık, genç bir delikanlı olmuştu. Öğrenmişti artık her şeyi. Neden evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını, neden silah seslerinin çocukluğu boyunca kulaklarında olduğunu, dünyanın birçok yerinde çocukları heyecanlandıran uçak seslerinin onları neden korkuttuğunu, kapının ne olduğunu, o kapının neden dışı açıldığını ve şimdi neden kapandığını, o anahtarın neden sürekli ceplerinde olduğunu... Hepsini anlamıştı, hepsini biliyordu artık. O büyük felakete ‘Nekbe' demişlerdi. O gün yaşadıklarının nekbe olduğunu bilmeden yaşamışlardı o felaketi. Sonra da hayatı kamplarda geçti. Özlem'le hasretle ve öfkeyle...
Bir gün derginin birinde bir karikatür gördü. Elleri arkasında bağlı, ayakları çıplak, üstündeki elbise yamalı, küçük bir erkek çocuğu karikatürü. Çok sevdi bu karikatürü. Daha sonra defalarca görecekti bu karikatürü farklı yerlerde. Fakat hep sırtı dönüktü ‘Hanzala' isimli bu çocuğun ve diyordu ki karikatüristi: ‘Filistin özgür olana dek yüzünü göremeyeceksiniz Hanzala’nın.’ Kendini düşündü, yaşadıklarını, çocukluğunu... Sonra kendini buldu bu karikatürde. Aslında evinden koparılan her bir Filistinli çocuk Hanzalaydı ve kendisi de küçük hala büyümeyen, büyüyemeyen bir Hanzalaydı aslında. Ve cebini yokladı birden. Oradaydı, rahmetli babasının kendisine emanet ettiği anahtar, o büyük felaket günü terk etmek zorunda kaldıkları evin anahtarı cebindeydi. ‘Ama bir gün' dedi ‘bir gün' kendi kendine ‘Filistin özgür olacak, Hanzala yüzünü dönecek ve biz evlerimize döneceğiz.’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder