Dinimiz bazı yiyeceklerin veya içeceklerin tüketilmesini bazı ürünlerin kullanılmasını serbest bırakmışken bazılarının tüketimini ise yasaklamıştır. Yiyecek ve içeceklerin asılları temiz ve mubah olmakla beraber esasında tüketilmemesi gerekenler Kur'an-ı Kerim'de sıralanmış diğerleri ise tüketilebilir görülüştür. Yani dinimiz bazı yiyecek ve içecekleri helal bazı yiyecek ve içecekleri de haram kılmıştır. Sadece dinimizde değil diğer din ve geleneklerde de biz bazı yiyecek ve içeceklerden kaçınılması gerekliliğini görürüz. Çünkü insanın fıtratında pis olandan uzak durma vardır. O nedenle haram kılınan bazı katı veya sıvıların tüketimi neredeyse her din veya kültürde pis kabul edilmiş ve müntesiplerin onlardan uzak durması salık verilmiştir.
Modernite hayatın her anına etki ettiği gibi kaçınılmaz olarak yiyecek ve içeceklere de etki etmiştir. Marketlerde veya pazarlarda satılan birçok yiyecek veya içecek artık ambalajlar içinde sunuluyor ve raf ömürlerinin uzun tutulabilmesi için de içlerine çeşitli katkı maddeleri katılmaktadır. Şeker, çiklet veya çikolata tarzı olup daha çok çocuklar tarafından tüketilen ürünlerde veya diğer birçok üründe bulunan katkı maddeleri ise neredeyse okunmayacak kadar küçük harflerle ambalajların üzerine yazılmakta ve maalesef tüketicilerin büyük bir bölümü tarafından da okunmamaktadır. Peki inançlı bir birey tüketeceği yiyecek veya içeceğin içinde bulunan o onlarca kimyasalın, katkı maddesinin hangisinin dinine uygun, hangisinin aykırı unsurlar taşıdığını kendisi nasıl bilebilir? Tabi ki, bir kişinin o ambalajların üzerinde yazılı onlarca katkı maddesini tanıyabilmesi ve onlar hakkında bilgi sahibi olabilmesi oldukça zor. Veya satılmakta olan beyaz veya kırmızı etin nasıl kesildiğini ve satışa sunulduğunu tüketici nasıl bilebilir?
Dinimize göre daha katı yeme içme usulleri olan Yahudiler bu problemi çözmüş gibi görünmektedirler. Din adamlarından ve gıda mühendisiyle diğer elemanlardan oluşan uluslararası faaliyet gösteren sertifika kuruluşları, kendilerine ürettikleri ürünlerini göndererek başvuruda bulunan şirketlerin mamullerini incelemekte ve eğer ürettikleri ürünler Yahudi yeme içme usullerine (Koşer veya Kaşer) uygunsa o şirketlere ürettikleri ürünlerin ambalajlarının üzerine "Koşer Sertifikası" aldıklarına dair semboller basmalarına izin vermekteler. Böylelikle bir Yahudi markete gittiği zaman satın alacağı yiyecek ve içeceklerin ambalajları üzerinde "Koşer Sertifikası" sembollerini aramaktadırlar. Yahudi pazarına ürün satmak isteyen şirketler de para vererek başvuru yapıp bu sertifika kuruluşlarından sertifika almaktadırlar.
Yahudiler tarafından on yılardır yapılan bu uygulamaya benzer bir uygulama son yıllarda ülkemizde ve İslam dünyasında da ortaya çıkmaya başladı. "Helal Sertifikası" adı altında verilen ve üretilen ürünlerin üzerine Arapça, Türkçe veya farklı dillerde "Helal" yazmaya müsaade eden bu uygulama geç kalmış ve yerinde bir uygulamadır. Günümüzde TSE (Türk Standartları Enstitüsü) tarafından isteğe bağlı olarak başvuran şirketlere eğer uygunsa verilen "Helal Sertifikası"nın piyasada tüketilen birçok ürünün üzerinde hala olmaması çok üzücü. Neredeyse tamamına yakını Müslüman olan ülkemizde tüketicilerin bu konuda neden bu kadar ilgisiz oldukları da düşündürücü esasında. Pazar payı çok geniş olan ve neredeyse en ücra köye kadar araçlarıyla satış yapan ve neredeyse her gün televizyon kanallarında onlarca reklamı dönen büyük firmaların bu konuya duyarsız kalmaları da düşündürücü. Belki de arz talep veya etki tepki meselesi bu. Eğer bu konuda halkımızda bilinç oluşur ve satın almak istedikleri üründe "Helal" amblemini görmeyince ürünü almaktan vazgeçseler veya üretici firmalara bu konuda mesaj ve mailler atılsa durumlar değişebilir mi acaba? Tüketiciler olarak bu konuda sesimizi yükseltmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yoksa firma ürünü nasılsa satıyor, neden sertifika almak için para verip enstitüye başvursun ve ürününü üstüne üstlük bir de caiziyet noktasında riske atsın. Nasılsa millet düşünmeden kuzu kuzu alıyor? Neden kurulu düzene çomak soksun ki, değil mi?
Yahudi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yahudi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Ocak 2017 Cuma
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Kendini Gerçekleştiren Kehanet ve Bir Komplo Teorisi Denemesi
Farkında değiliz belki ama tarih boyunca hiç olmadığı kadar hızlı bir sosyal dönüşüm yaşıyoruz aslında. Ortadoğu ve Müslüman coğrafyalarda kısa sürede olup bitenler esasında takip edenler için bile baş döndürücü bir hızla değişiyor, farklılaşıyor. Arap dünyasında estirilen sahte bahar rüzgarı, Ortadoğu’yu bataklığa çevirmiş durumda. Irak’ta on yıldan fazla zamandır süren işgal ve belirsizlikler ortamı ve Suriye‘de iç içe geçmiş kimin kime hizmet ettiğinin belirsiz olduğu silahlı güçler ve büyük abi devletlerin gövde gösterisi alanına dönen Suriye toprakları ve milyonlarca mülteci, evsiz, yaralı, şehit…
Tam da böyle bir ortamda ortaya bir örgüt çıktı. İlk ortaya çıktığında IŞİD dedi herkes, biz de öyle söyledik. Sonra DAİŞ veya DAEŞ gibi sözlerle de aynı örgüt isimlendirildi. Nasıl ortaya çıktığı ve nasıl bu kadar kısa bir sürede yayılım zemini bulduğu dahi anlaşılamayan yapı kısa sürede Irak ve Suriye devletlerinin önemli bir bölümünü ele geçirdi. Irak’ın başkenti Bağdat’tan sonra en büyük ikinci kenti olan Musul’un hiç bir direniş dahi gösterilmeden teslim edildiği örgüt kısa sürede kimin kime saldırdığının belli olmadığı bir muammalar coğrafyasına döndürülen Suriye’nin de önemli bir kısmını ele geçirdi. Daha sonra da din adına yaptığı vahşet görüntüleriyle gündeme geldi örgüt. Örgütün lideri olan Ebu Bekir el-Bağdadi kendini halife ilan ederek tüm insanların kendine biat etmelerini istedi. Hakkında fazlaca bir malumatın bulunmadığı ve zaman zaman öldüğü ile ilgili haberlerin basına yansıdığı bu şahsın, Amerikan işgali sırasında Irak’ta hapis yattığı ve daha sonradan da bilinmeyen bir sebeple hapishaneden salıverildiği iddialar arasında…
DAİŞ’e üye olanların İslam’ın sert Selefi ve Fundamantalist yorumlarını benimseyen kişiler olduğu görülmekte. Ayrıca azımsanmayacak kadar daha önceden ateist olan veya farklı dinlere mensup olup hatta birçok suçtan sabıkası olan veya haklarında arama veya tutuklama kararları bulunan kişilerin Müslüman olduklarını söyleyip örgüte katıldıkları, örgüt mensuplarının bir kısmının hiç bir din eğitimlerinin olmadığı da bilinenler arasında. Genelde gençlerden oluşan maceraperest ruhlu bu insanların büyük çoğunluğu maalesef cennetle kandırılmaktalar.
Peki, DAİŞ’in tarihse bir arka planı var mı? Ümmet içinde ortaya çıkan Haricî mantığın sert Selefî söylemin günümüzdeki versiyonlarından sayılabilecek DAİŞ’in yapısı ve yaptıkları neredeyse muhaddislerin büyük çoğunluğunun uydurma olduğu konusunda ittifak ettikleri ve genelde şii kaynaklarda daha fazla yer alan bir hadis rivayetini akla getiriyor. Mehdi’nin gelişi ile ilgili olarak geçen bu rivayet, Şeyh Muhammed bin İbrahim-i Numanî tarafından kaleme alınan ve “Gaybet-i Numanî” adıyla meşhur “Hz. MehdiHakkında Hadisler” adıyla Türkçeye aktarılan kitapta ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Şiiler tarafından rağbet gören bu eserde yer alan rivayete göre; Kıyamet kopmazdan evvel Mehdi gelecek, Mehdi gelmezden evvel de Horasan taraflarından siyah bayraklı bir grup çıkacak, bu grup çok seri bir şekilde hareket ederek büyük şehirleri kısa sürede eline geçirecek, bu kişilerin saçları ve sakalları uzun olacak, onlar karşılarına çıkan ve kendilerine karşı gelenleri topluca öldürecekler, Kûfe ve Basra’yı ele geçirecekler ve daha sonra da Kudüs’e yürüyerek Kudüs’e de bayraklarını dikecekler. Yine rivayette yer aldığına göre halk bu kişilerden rahatsızlık duyduğu için Allah’a yalvaracak ve Allah da ahir zamanda gelecek olan Mehdi’yi gönderecek, bu siyah bayraklılar da Mehdi’ye tabi olacaklar. Tabi ki, yer adları ve bazı özellikler tam olarak DAİŞ’in yaptıklarıyla örtüşmüyor ama büyük benzerliklerin oluşu da dikkat çekici.
Evet, senaryo aynen böyle, film gibi yani.Psikolojide “Kendini Gerçekleştiren Kehanet” diye bir tabir vardır. Önce bir şeyin olacağına dair inancı beslersin, sonra da olay gerçekleşince “Aaa, gerçekten de oldu” dersin. İşte DAİŞ de böyle tasarlanmış bir örgüt belli ki. Ve bu örgütü dizayn edenler uydurulmuş riayetleri gerçekmiş gibi hayata geçirerek insanların zihnindeki hayal ve gerçek çizgisinde dans ediyorlar.
Burada bazı soruların da cevabını aramakta fayda var. DAİŞ’in sonrasında zuhur edecek bir Mehdi’ye intisabını varsayacak olursak, şu soruyu sormalıyız. İslam dünyasında en canlı Mehdi beklentisi olan kim? Şiiler, yani İran. Peki, Ortadoğu üzerinde başka toprak hesapları olanlar var mı? Var, tabi ki. Özellikle Siyonist Yahudiler, yani İsrail. Tanrı tarafından kendilerine vaad edildiğini düşündükleri “Arz-ı Mev’ud”a ulaşmak, İsrail’in ulaşmayı tasarladığı en yüce gaye. Peki, nerede bu “Arz-ı Mev’ud”? Ortadoğu coğrafyasında, hatta bizim ülkemizin sınırları içerisinde bulunan Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Hatay, Adana gibi bazı illeri de içine alan bir bölge. Siyonist Yahudilere göre Yahudiler “Arz-ı Mev’ud”a ulaşınca Büyük İsrail Devleti kurulacak ve Mesih’in gelmesinden sonra kıyamet kopacak. Peki, ya Hıristiyanlar? Onlar bu denklemin dışında mı? Hayır, özellikle de Evanjelik Protestan Hıristiyanlar’ın inancı tam da bu denklemin içinde kılıyor onları. Son yıllarda ABD’de Evanjelik Protestan Hıristiyanların çok etkin olduğunu bilmeyen yok. Hatta ABD’nin dış politikasında dahi bu inanca sahip kişilerin fikirlerinin etkin olduğunu biliyoruz. Peki, inançlarında Ortadoğu ile ilgili ne var? Evanjelikler, Ortadoğu konusunda özellikle “Arz-ı Mev’ud” konusunda Siyonistlerle tam bir ittifak halindeler. Hıristiyanların ekser kahiriyetinin Yahudilerin kutsal kitabı olan Ahd-i Atik’e de inandıklarını bilmeyen yoktur. Yahudi kutsal kitabında yer alan “Arz-ı Mev’ud”a ulaşıp Büyük İsrail Devletini kurmanın bir an evvel gerekli olduğunu düşünen Evanjelikler, Siyonistlerle bu noktada aynı inanç ve hedefi paylaşıyorlar. Evanjeliklere göre Büyük İsrail Devleti kurulduktan sonra İsa Mesih gelecek ve Tanrı Krallığı kurulacak, tüm dünya İsa Mesih’e tabi olduktan sonra “Armegeddon” gerçekleşecek yani kıyamet kopacak. Bu meselelerle ilgili olarak Grace Hallsell tarafından kaleme alınmış ve Türkçeye “Tanrıyı Kıyamete Zorlamak (Armageddon, Hıristiyan Kıyametçiliği ve İsrail)” adıyla aktarılan kitap tavsiye edilebilir.
Tekrar konumuza dönecek olursak, bazen meselelere “Bu olaylardan kimler yararlanıyor?” diye bakmak lazım gelir. Dikkat edilirse hem İslam’ın Şii versiyonu hemYahudilik‘in Siyonist versiyonu hem de Hıristiyanlığın Evanjelik versiyonunun dünyanın sonu ve kıyamete ilişkin öngörü ve beklentileri hemen hemen aynı. Yukarıda yazımızda anlatmaya çalıştığımız örgüt ve Ortadoğu’da yaşanan birçok şeyi bu bağlamda ele almak yerinde olacak gibi geliyor. Hem şiiler hem siyonistler hem de evanjelikler aynı şey için çaba sarfediyorlar. Ve Ortadoğu’daki çalkantılı duruma bakıyoruz; İran Ortadoğu’da önemli bir aktör, artık neredeyse herkesin bildiği evanjelik siyonist birlikteliğinin sembolü ülke ABD diğer önemli bir aktör. “Meselenin din haricinde hiç mi sebebi yok?” diye düşünülebilir. Enerji, ekonomi vs. Vardır muhakkak ama varsın birilerince komplo teorisi olarak görülsün ama belki de en önemli meselelerden birinin de inanç olduğunu unutmamak lazım. Nihayetinde insanı insan yapan, hayatını ve davranışlarını şekillendiren en önemli yapı dindir.
Vesselam….
Etiketler:
Arz-ı Mevud,
DAEŞ,
Evanjelik,
Evanjelizm,
Hıristiyan,
Hristiyan,
IŞİD,
Mehdi,
Mesih,
Ortadoğu,
Servet Zeyrek,
Siyonizm,
Suriye,
Şii,
Yahudi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)