23 Mayıs 2018 Çarşamba

Osmanlı'nın Son Dönem Uleması İçinde Yer Alan Çarşambalı Alimler

          
              Osmanlı'nın son döneminde Çarşamba, Trabzon vilayetine bağlı Canik sancağının kazasıdır. Tüm Trabzon vilayeti düşünüldüğünde Çarşamba, (Osmanlı'nın son döneminde Çarşamba'nın idarî sınırları şu anki Çarşamba ilçesinin tamamını, Ayvacık ilçesinin büyük bölümünü, Salıpazarı, Asarcık ve Tekkeköy ilçelerinin bazı köylerini kapsıyordu.) vilayetin en önemli ilim merkezlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. 1904 yılı kayıtlarına göre Trabzon vilayetinin tamamında 60, Canik sancağında ise toplamda 23 medrese varken bunlardan 13 tanesinin Çarşamba'da bulunmaktadır. Yine aynı yılın verilerine göre Trabzon vilayeti genelinde 12 kütüphane bulunmakta ve bu kütüphanelerden de 6 tanesi Canik sancağında, Canik sancağındakilerin de 4 tanesi Çarşamba kazasında bulunmaktadır.

            Medrese sayısının fazlalığı ve kütüphane imkanlarının oluşu Çarşamba'yı civar kazalar arasında muhakkak ki öne çıkarıyordu. Böylesine bir ilim ortamının olması da Çarşamba'dan çeşitli alimlerin çıkmasına ortam hazırlamıştır. Şimdi bu alimlerden bazılarının hayatları hakkında bilgi vermeye çalışalım.  

            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi, H. 1264 yılında (M. 1848) Çarşamba'nın Biçme köyünde doğmuştur. Köy hocası Mustafa Efendi'nin oğludur.
            Köyünün sıbyan mektebinde Kur'an-ı Kerim Kıraati ve dinî ilimler tahsil ettikten sonra, Çarşamba Süleyman Paşa Medresesi'nde biraz Arapça sarf ve nahiv tahsili yapmış daha sonra Amasya’da tekrar Arapça nahiv ve dinî ilimler okuduktan sonra biraz da mantık dersi okumuştur. H. 1288'de İstanbul’a gelerek zamanın birkaç büyük üstadından yüksek ilimler tahsil edip Huzur Dersleri Muhataplarından (Ramazanlarda sarayda padişah huzurunda takrir olunan derslere hazır bulunan ilmiye sınıfına kullanılan bir tabir) Kayserili Sabık Müsteşar Hacı Derviş Efendi’nin dersine devamla kendisinden icazet almıştır.
            H. 1295'te yapılan Rüûs (Medrese tahsilini bitirip imtihanda başarılı olanlara verilen beraatın adı) imtihanında başarılı olmuş ve o yıl Beyazıt Camii Şerifi'nde öğretime başlayarak H. 1313 yılında ilk talebesine icazet vermiştir. Bundan sonra aralıksız eğitim öğretim faaliyetlerine devam etmiştir.
            H. 1303 de yapılan tedris-i ilmi feraiz imtihanında başarılı olarak Beyazıt Camii Şerifinde belirli zamanlarda vazifesine devam etmiştir. H. 1305'te yapılan Fetvahaneye giriş imtihanında dördüncü dereceden kazanarak o yıl Fetvahane Tahtani Pusla (Fetvahane "Pusla Odası", "Fetva Odası" ve "İlamat Odası" olmak üzere üç birimden oluşmaktaydı. Pusla Odasındaki yetkililer sorulan fetvaları bir pusula ile fetva odasına soralardı) odasına devamla H. 1306'da ikinci sınıfa tayin olmuş yine aynı yıl birinci sınıfa terfi etmiş ve H. 1307'de Fetvahane Fevkani Müsvedde odasına müdavim sınıfa kaydolmuş daha sonra kendisine istima’i muhakemat hizmeti de verilmiştir. H. 1322 de mülazım sınıfına (subaylık) kaydolmuş H. 1326 da Fetvahaneden ayrılmış ve H. 1326'da M. 16 Ekim 1908'de 83 oyla Canik (Samsun) mebusu (milletvekili) olarak Meclis-i Mebusan'a  girmiştir. İkinci ve dördüncü devrede de milletvekilliği görevini sürdürmüştür.
            Huzur Derslerine H. 1322 – 1326 da muhatab , H. 1327'den 1331 yılına kadar mukarir (Ramazan aylarında sarayda ders okutan alimlere verilen isim) olarak katılmış, muhatablığında dördüncü rütbeden Mecidî ve Osmanî nişanları ile taltif olunmuştur. İbtidai Hariç İstanbul Müderrisliği ile başladığı medrese hocalığını, medrese hocalığının en üst mertebelerinden biri olan Hâmise-i Süleymaniye mertebesine kadar terfien sürdürmüştür.
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin kabri Fatih Camii türbe kapısının yanındaki hazirenin en sonunda bulunmaktadır. Mezar taşı kitabesinde: "haza kabru ustaz’ilkül Çarşambavî el-Hac Ahmet Hamdi Efendi ruhiçün lillahil Fatiha, sene 1330, 29, Ramazan" yazılıdır. 
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin icazet verdiği en meşhur öğrencilerinden biri İsmailağa Cemaatinin önderi Mahmut Ustaosmanoğlu'nun hocası Ahıskalı Ali Haydar Efendi'dir. Diğer öğrencileri arasında Prof. Dr. Şerif Mardin'in akrabalarından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden Ebül'ula Mardin ve Osmanlı'nın son dönem hattat ve ressamlarından olan Mimarzade Mehmet Ali Bey bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden olan ve 1960 darbesiyle görevine son verilen akademisyenler içerisinde olan Kemalettin Birsen, Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin oğludur.
            Çarşambalı Hüseyin Hüsnü Efendi
            Çarşamba ilçesi Şer'iyye Katibi Hacı Mahmut Efendi'nin oğlu olarak h.1289 (m.1872) yılında Çarşamba'da doğmuştur. Çarşamba ve Samsun'da bulunan çeşitli medreselerde tahsil görmüştür. 12 Haziran 1311'de Samsun Şer'iyye Mahkemesi 2. katipliğine tayin olunmuş, 21 Mayıs 1313'te de başkatip olmuştur. H. 1325 senesinden 1327'ye kadar Maraş Andırın'da ve 1328'den 1330'a kadar da İçel'e bağlı Ayaş Nahiyeleri niyabetinde bulunmuştur.1 Mayıs 1328'den itibaren de Makrî (Fethiye) ilçesi niyabetine tayin olunmuştur. 28 Kanunisani 1329 (25 Ocak 1914) tarihinde Ünye kadılığına tayin olunmuştur.
            Çarşambalı Mehmet Emin Efendi
            Çarşamba Müftülüğü ve Niksar Niyabeti yapmış bulunan Çakırzade Mustafa Rüştü Efendi'nin oğludur. H. 1266 (Aralık 1849) yılında Çarşamba Orta Mahallede doğmuştur. İlk öğreniminden sonra Hazinedarzade Osman Paşa Medresesi'nde okumaya başlamıştır. İlk olarak Terme'de niyabete başlamış; Alaçam'da niyabette bulunduktan sonra Niksar Şer'iyye Mahkemesine tayin olunmuştur. Babasının vefatı üzerine Çarşamba'ya geri gelmiş ve H. 1292 (1874) yılında Çarşamba Şer'iyye Mahkemesi katipliğine tayin olmuştur. H. 1301'de Sivas Vilayeti Merkez Şer'iyye Mahkemesi katibi olmuştur. Niyabete kabulüyle beraber Teşrinievvel 1300 (1884) yılında Sivas Gürün Naibi olmuştur. Daha sonrasında ikişer yıl aralıklarla Milas (Hamidiye), Tenûs, Islahiye, Koçgiri, Hafik, Bafra, Çarşamba, Tirebolu, Ordu, Sarmaşıklı (Bünyan-hamid) ve Aziziye kazaları niyabetinde bulunmuştur. En son Ağustos 1328'de (1912) Alucra kadılığına tayin olmuş ve Eylül 1330'da (1914) emekliye ayrılmıştır.
            Çarşambalı Mehmet Emin Efendi'ye İbtidaî Dahil Edirne müderrisliği ruûsu verilmiştir. Daha sonra, İzmir, Edirne Paye-i Mücerredi ve Mahreç Payesi (Paye-i Mücerredi ve Mahreç Payesi ilmî yönden kendini kanıtlamış ulemaya verilen payelerdendir) ile taltif edilmiş ve kendisine dördüncü rütbeden Osmanlı Nişanı verildi.  
            Çarşambalı Mustafa Hilmi Efendi
            Mehmet Ağa'nın oğlu olarak Mart 1269'da (Mart 1853) Çarşamba'nın Alibeyli köyünde doğmuştur. İlk öğreniminden sonra Çarşamba'da bulunan Arnavut Ali Bey Medresesi'nde Çarşamba eski Müftülerinden Müderris (öğretmen) Ali Zihni Efendi'den ders okumuştur. 1288'de Amasya'ya gitmiş ve orada  Müderris Şirvanîzade Hacı Mustafa Efendi'den ders okumuştur. Hocasından 1299 yılında icazetname aldıktan sonra burada Müderris Erzurumlu Ömer Efendi'den de Feraiz (Miras Hukuku) okuyarak icazet almıştır.
            1300 (1884) yılında Çarşamba'da bulunan Osman Paşa Medresesine müderris olarak tayin olunmuş burada bir süre görev yaptıktan sonra henüz 33 yaşında iken Mart 1302 (1886) yılında Çarşamba Müftüsü olmuştur. Şahsına İbtida-i Hariç Edirne Müderrisliği, Hareket-i Altmışlı ve Musıla-i Süleymaniye terfileri verilmiştir.
            28 Kanunisani 1321'de (1905) Çarşamba Müftüsü olarak görev yapmakta iken müftülük görevinden azledilmiştir.
            Çarşambalı Osman Fevzi Efendi
            Rum Mehmet Paşa ahfadından (torunlarından) Çarşambalı el-Hac Süleyman Sabri Efendi'nin oğlu olarak H. 1257 (1842) de Çarşamba'da doğmuştur. Çarşamba'da ilk öğrenimini gördükten sonra medresede Arapça ve dinî ilimler okumuş, feraiz (miras hukuk) okumuş ve iki icazetname almıştır. H. 1271 yılında İstanbul Bab Mahkemesi'ne girmiş ve Hz. 1289'da Boğazlıyan daha sonra Kastamonu'ya bağlı Ereğli, 1297'de Merzifon, 1300'de Goryan, 1304'de Tirebolu, 1306'da Marmara Ereğli, 1307'de Tırnova, 1309'da Buka, 1314'de Baalbek, 1317'de Umran, 1323'de Eceabat niyabetinde bulunmuş Haziran 1325'de (1909) görevden ayrılmıştır.
            H. 1295'te taşra ruusuna erişmiş ve Muharrem 1309'da (1891) Müsila-i Süleymaniye müderrisliği derecesine terfi etmiştir.
***
            Ebül'ula Mardin, "Huzur Dersleri" adlı kitabında Ramazan aylarında sarayda yapılan huzur derslerine katılan alimlerin isimlerini listeler halinde vermektedir. "Çarşambalı" ön adıyla burada kayıtlı birçok isim bu kitapta yer almakta ve Ebül'ula Mardin, ismi anılan bazı alimlerin hayatları hakkında da bilgi vermektedir. Fakat anılan kişilerin tamamının hayatları hakkında kitapta bilgi verilmediğinden "Çarşambalı" olarak nitelenen bu kişilerin İstanbul Fatih'te bulunan Çarşamba semtinden mi yoksa Samsun Çarşambadan mı oldukları tam anlaşılamamaktadır. Bu isimlerden bazıları şöyle: Çarşambalı Muhammed Efendi (Ayaklı Kütüphane diye meşhur), Çarşambalı Said Efendi, Çarşambalı Mustafa Efendi (H. 1247'de saray hocalığına tayin edilmiş, Yeniçeri ocağı kaldırılırken de sarayda hazır bulunanlardandır.), Çarşambalı Mehmed Efendi, Çarşambalı Mehmed Said Efendi, Çarşambalı Hacı Muhammed Said Efendi, Çarşambalı Veliyyüddin Efendi...
Not: Yazının hazırlanmasında Ord. Prof. Dr. Ebül'ula Mardin'in "Huzur Dersleri" (İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1951.) adlı eserinden ve  Sadık Albayrak'ın "Son Devir Osmanlı Uleması 1-5" (Medrese Yayınevi, İstanbul, 1980.) adlı eserinden istifade edilmiştir.

           

19 Nisan 2018 Perşembe

Bir Başka Açıdan Arz-ı Mevûd (Vadedilmiş Topraklar)


              Arz-ı Mevûd veya Vadedilmiş Topraklar ifadesi, Yahudilerin Allah'ın kendilerine vaat ettiğine inandıkları toprakları isimlendirmek için kullandıkları bir ifadedir. Bu topraklar Siyonist Yahudiler tarafından kabaca Nil nehri ile Fırat nehri arasındaki topraklar diye tarif edilmektedir. İsrail'in bayrağında kullanmış olduğu iki mavi çizgi de bu iki nehri sembolize etmektedir. Ve bilinenin aksine tüm Yahudiler değil sadece Siyonist Yahudiler "arz-ı mevûd"u kafaya takmış vaziyettedirler. Yani dünyadaki Yahudi nüfusun bir bölümünün arz-ı mevûd diye bir gündemi yoktur. Hatta İsrail'e ve İsrail'in değişik uygulamalarına karşı çıkan Yahudiler de vardır dünyada. Gazze'ye yardım götürmek için yola çıkmış ve İsrail'in saldırısına uğramış "Mavi Marmara" gemisinde bazı Yahudilerin olduğu da bilinmektedir.
            Esasında Siyonistlerin Tanrı tarafından bize vaat edildi diyerek sahiplenmeye çalıştıkları toprakların Tevrat'a göre de sadece onlara ait olamayacağı açıktır. Yani Tevrat metinlerinde de vaat edildiği söylenen topraklar sadece Yahudilere ait olamazdı. Nitekim Tevrat'ın Tekvin (Yaratılış) bölümünde şöyle yazmakta... 
            "O gün Rab Avram'la (Hz. İbrahim) anlaşma yaparak, ona şöyle dedi: Mısır ırmağından büyük Fırat Irmağı'na kadar uzanan toprakları (.....) senin soyuna vereceğim." (Tekvin 15/18-21)
            Tevrat cümlelerinden de açık şekilde anlaşılabileceği gibi Rab, Mısır ırmağından yani Nil nehrinden, Fırat'a kadar olan araziyi Hz. İbrahim'in soyuna vermiştir. Tavrat'ın ifadesinin doğru olduğu kabul edilse dahi "verileceği söylenen toprakların varisleri sadece Yahudiler midir" diye de düşünmek gerekmektedir. Çünkü Hz. İbrahim'in soyunu devam ettiren iki oğlu vardı. Birincisi ilk çocuğu olan Hacer'den doğan Hz. İsmail ve diğeri de ilk eşi olan Sare'den doğan ikinci çocuğu Hz. İshak. Yahudiler kendilerinin soyunu Hz. İshak'ın oğlu Hz. Yakup yoluyla Hz. İbrahim'e dayandırmaktadırlar ki bu da doğrudur. İsrail kavramı esasında Hz. Yakup'un lakabıdır. (Al-i İmran, 93) Hz. Yakup'un on iki oğlunun her birinin bir boya atalık ettiğine inanan Yahudiler kendilerini bu yolla Hz. İbrahim'e dayandırmakta ve vaat edilen topraklarında varisleri olduklarını söylemektedirler.
            Peki ya diğer oğul? Yani Hz. İsmail! Hz. İbrahim'in daha önceden cariyesi olan ikinci eşinden doğan ve Hz. İbrahim'in ilk çocuğu olan Hz. İsmail'i, Yahudiler "kölenin çocuğu" olduğu gerekçesiyle tarih boyunca hep ikinci sınıf görmüşlerdir. Esasında kendilerinin seçilmiş bir millet olduklarını düşünen Yahudiler diğer toplulukların tamamını da ikinci sınıf görmektedirler. Fakat buradaki durum biraz daha farklıdır. Çünkü ırkî manada kendilerini dayandırdıkları Hz. İshak'ın baba bir üvey kardeşini baba mirasından da men etmektedirler.
            Peki, o halde kimdir Hz. İsmail? Onun soyu günümüze kadar gelmiş midir? Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmakta. "Cenab-ı Hak İbrahim'in evlatlarından İsmail'i, İsmail'in evlatlarından Benî Kinane'yi, Benî Kinane'nin evlatlarından Kureyş'i, Kureyş'ten Benî Hâşim'i, Beni Hâşim'den de beni seçti"(Müslim, Fedâil, 1) Yine diğer bir hadis-i şerifte peygamberimiz halkına: "Ey İsmail oğulları! Ok atınız, sizin atanız da mahir bir ok atıcı idi." (Buhâri, Enbiyâ, 12) diye seslenmektedir. Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki Arap ırkına mensup olan peygamberimiz kendini ve toplumunu Hz. İsmail'e dayandırmaktadır. O halde şu söylenebilir. Hz. İbrahim'in oğullarından Hz. İshak yoluyla günümüz Yahudileri (İsrailoğulları), Hz. İsmail yoluyla da Arapların soyu gelmektedir. Buradan bakıldığında da Yahudiler ve Araplar amcaoğlu olmaktadırlar.
            O halde, Hz. İbrahim'e Tevrat'ta vaat edildiği söylenen toprakların iki varisi vardır. Çünkü Tevrat'ta bu toprakların Hz. İbrahim'in soyuna verildiği söylenmektedir. Hz. İbrahim'in soyunu sürdüren iki erkek evladı olduğuna göre mirasın da bu iki oğula ait olması gerekecektir. Vadedilmiş toprakların olduğu varsayılacak olsa dahi bu toprakların tek sahibinin Yahudiler olamayacağı Tevrat tarafından da ilan edilmektedir böylece. O halde Hz. İsmail'in soyundan gelen Araplar ve Hz. İshak'ın soyundan gelen Yahudilere (İsrailoğulları) ait olmalıdır bu topraklar...

2 Nisan 2018 Pazartesi

Samsun'da Amerikalı Bir Öğretmen: Carl Tobey


             Carl Tobey, Samsunluların kendine verdiği lakabıyla "Kartopu". Uzun yıllar Samsun'da yaşamış Samsun Anadolu Lisesi'nde (Eski ismiyle Samsun Maarif Koleji) öğretmenlik yapmış, dersine girdiği öğrencileri tarafından hala hayırla yad edilen, bizim gibi olmuş, bizden biri olmuş ve öldüğünde de Samsun Kıranköy Mezarlığına defnedilmiş. Başında sekiz köşe kasketi, üzerinde genelde kadife pantolon, kareli oduncu gömlek, boğazlı kazak, el örgüsü süveteri ile nargile içen, bağlama çalıp türkü söyleyen bir adamdır Carl Tobey. Samsun'da bir Türk gibi yaşar Carl Tobey. Açık teni ve renkli gözleriyle biraz aksanlı Türkçesiyle ancak yabancı olduğu fark edilebilecek kadar, bizim gibi.
            Carl Tobey veya Carleton Tobey... 23/03/1918 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nin New York şehrinde doğmuş. Babası döneminin tanınmış zenginlerinden bir banker olan Allen Tobey'dir. Kendisinden bir yaş büyük olan ablası İda Louise Tobey ile beraber babaannesinin ilgisiyle büyümüştür. İlk ve orta öğrenimini New York'ta tamamlayan Carl Tobey, yaz tatillerini Long İsland'da bulunan ailesine ait malikanede geçirmiştir. Tatilini geçirdiği dönemdeki komşularından biri de Alman imparatorudur. Erken yaşlarda yelkenciliğe merak salmış, yelkeniyle denizlerde gezinmiş ve denize tutulmuştur. Ayrıca babasının kendine küçük yaşta aldığı atla beraber ata karşı merakı başlamış ve hatta "Lady Mary" isimli atıyla katıldığı turnuvalardan kupalar ve birincilikler de almıştır.
            Üniversite öğrenimini New York'ta bulunan Princeton Üniversitesi'nin Tarih bölümünde üstün başarı ile tamamlayan Carl Tobey, mezuniyet sonrası Amerika Birleşik Devletleri'nde bir müddet öğretmenlik yaptı. Bir suikasta kurban giden Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanlarından Fohn F. Kennedy ve Amerika'lı ünlü söz yazarı Alan Jey Lerner ile beraber aynı sıralarda okudu.
            Öğretmenlik yapmasının yanında pilotluk eğitimi de almış olan Carl Tobey, II. Dünya savaşının patlak vermesiyle beraber Fransa'nın başkenti Paris'e pilot eğitmeni olarak gitti. Edebiyata da meraklı olan ve hatta "Poems of a twelve-month year" isimli 1954 baskılı 95 sayfalı bir şiir kitabı da bulunan Carl Tobey, Paris'te bulunduğu süre içerisinde ünlü ressam Max Ernest, ünlü filozof Jean-Paul Sartre ve ünlü yazar Simone de Beauvoir ile de ahbaplık etmiştir.
            II. Dünya Savaşı'ndan olumsuz etkilenmiş olsa gerek ki Carl Tobey, Amerika'ya geri döndükten sonra bir müddet kendini bahçe işlerine verdi. Hatta arkadaşının birinin bahçesini o kadar güzel bir şekilde düzenlemiş ve çiçeklendirmişti ki, yapmış olduğu iş herkesin beğenisini kazanmıştı.
            1955 yılında Türkiye'ye gelen Carl Tobey, İstanbul'da bir okulda öğretmen olarak görevlendirilmişken Samsun'a görevlendirilen bir arkadaşıyla becayiş yaparak Samsun'da öğretmenliğe başlamıştır. Türkiye'ye gelme fikrinin Carl Tobey'de nasıl oluştuğu, hangi kurum veya görevle ülkemize geldiği net olmayan Carl Tobey'in II. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarından etkilendiği ve Türkiye'ye Amerika Birleşik Devletleri tarafından "Barış ve Eğitim Görevlisi" olarak gönderildiği söylenmektedir. Yaşadıklarından dolayı Amerika'dan bir manada "kaçmış" gibi bir izlenim uyandıran Carl Tobey, sonraki yıllarda da Amerika'nın artık sevdiği ve eskinin Amerika'sı olmadığını ve her seferinde de hemen Türkiye'ye dönmeyi istediğini çevresindekilere söylediği bilinmektedir.
            Carl Tobey, 1955 yılında Samsun'a geldiğinde şimdiki 23 Nisan İlkokulu'nun bulunduğu yerde kurulmuş olan Samsun Maarif Koleji'nde İngilizce öğretmeni olarak görev yapmaya başladı. Çalıştığı okulun hemen yakınında bulunan ve Engiz'li (şimdiki 19 Mayıs ilçesi) bir aileye ait olan şu an İlkadım Ulugazi Mahallesi İstiklal Caddesinde bulunan Samsun Millî Piyango Müdürlüğü'nün olduğu yerde bulunan bahçeli iki katlı sarı bir binayı kiralamış ve 1973 yılına kadar bu evde kalmıştır Carl Tobey. Bu evi kiralamak için Engiz'e (19 Mayıs) doğru yola çıktığında şu an 19 Mayıs ilçesine bağlı olan Çetirlipınar köyünün muhtarı ve zenginlerinden olan Asım Kurt ile tanışır ve onunla ahbap olur.[1] Görev süresi esasında bir yıl olan ve görevini tamamlamış olan Carl Tobey'i limana uğurlamaya gelen Asım Kurt'a bir mektup bırakan Carl Tobey, arkadaşına mektubu kendisi gemiye bindikten sonra açmasını söyler. Mektupta "seneye görüşürüz" yazmaktadır.
            Ertesi yıl Samsun'a bir daha Amerika'ya dönmemek üzere gelecek olan Carl Tobey, kiraladığı evinde 1973 yılına kadar kalacaktır. Burada kaldığı süre içerisinde evinin küçük bahçesini bir botanik parkına çevirecektir. Türkiye'de kaldığı süre içerisinde Karadeniz Bölgesinin büyük bir çoğunluğunu gezerek bitki örnekleri toplayan Carl Tobey, Karadeniz Bölgesi'nin değişik yerlerinden almış olduğu bitki örneklerini İskoçya'nın başkenti Edinburgh'ta bulunan ünlü botanikçi Peter Hadland Davis'e göndermiş ve onun yönettiği "Flora of Turkey" (Türkiye'nin Bitki Örtüsü) projesine katkıda bulunmuştur. Bu projede 1140 kadar kaydı bulunan Carl Tobey'in bitki örneklerini Zonguldak'tan Erzurum'a kadar 14 ilde topladığı saptanmıştır. Carl Tobey'in Zonguldak, Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum ile bu illerin çeşitli ilçelerinde gezdiğini projeye sunduğu bitki örneklerinden anlaşılabilmektedir. Fakat bitki örneklerinin büyük bir bölümünün Samsun ve çevre illerden toplandığı görülmektedir. Asuman Baytop'un aktardığına göre Carl Tobey'in İskoçya'daki Eidinburg'un yanı sıra Londra'da bulunan Kew ve İstanbul'da bulunan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakülteleri'nde bulunan Herbaryumlarda[2] da bitki örneği bulunmaktadır. Ayrıca "Flora of Turkey" çalışmasında Carl Tobey'e izafeten "tobeyi" yani "Tobey'nin" şeklinde iki bitkiye de rastlanmaktadır. Bunlar Doronicum tobeyi ve Salvia tobeyi şeklindedir.
            Carl Tobey, arkadaşı Asım Kurt'un köyüne gittiği zaman da köylülere modern usullerle tarımı öğretmeye çalışmış, bitki toplamak için gittiği köylerde de "Amerikan ajanı" muamelesi görmüştür. Bazen at, eşek sırtında yapılan bu geziler sırasında bir arkadaşının önerisiyle kendini ormancı olarak tanıtmaya başlayınca köylülerin tazyikinden de kurtulmuştur. Görev yapmış olduğu Samsun Maarif Koleji'nin de bahçesinin bir köşesini botanik bahçesine çevirmiş, bu bahçeyle birebir kendi ilgilenmiştir. Daha sonra parasını kendisi ödemek koşuluyla bu bahçe için bir bahçıvan görevlendirmiştir. Bahçesi için bahçıvanlık yapan Ahmet isimli gencin okula kadrolu eleman olarak alınması için çok uğraşmış ve hatta bu işi yapabilmek için Ankara'ya, bakanlığa kadar gitmiştir. Sonrasında Ahmet'i evlat edinmek istemiş fakat başarılı olamamıştır. Mirasını da Ahmet'e bırakmıştır. Vefatından sonra İzmir'de öğretmenlik yapan ve aynı zamanda ressam olan arkadaşı Brain Keth Rowbotham tarafından 30 cm x 50 cm ebadında bir yağlı boya resmi yapılmış ve Samsun Anadolu Lisesi'nde kendi oluşturduğu bahçeye konarak bahçeye de "Carl Tobey Bahçesi" adı verilmiştir.
            Müziğe de meraklıdır Carl Tobey. Okul yıllarında iyi bir müzik eğitimi de almıştır. Bağlama çalmayı öğrenmiş, dost meclislerinde bağlama çalmanın da ötesine geçmiş ve "Süpürgesi Yoncadan" isimli türküyü söylerken sesini 45'lik plaka kaydetmiştir. Plağı Konak Sineması'nın karşısında bulunan bir plakçı da satışa dahi çıkarılmıştır. Samsun'da fuar günlerinde plağı fuar ziyaretçilerine de dinletilmiştir.
            1955 yılında göreve başladığı Samsun Maarif Koleji'nden 1983 yılında emekli olmuştur. Emekli olduktan sonra 1983 - 1985 yılları arasında Suudî Arabistan'da İngilizce öğretmenliği yapmış ve tekrar Türkiye'ye dönmüştür. Daha sonra Samsun'da özel bir okulda öğretmenlik yapmış ve 1991 yılında rahatsızlanana kadar da bu okuldaki görevine bilfiil devam etmiştir. Rahatsızlığı artınca bir süre Samsun Vidinli Otel'de otel sahibi öğrencisi tarafından misafir edilmiş, zamanın SSK Devlet Hastanesi'nde Lenfoma (Lenf Kanseri) tedavisi görürken 23/08/1991 tarihinde vefat etmiştir.
            Vefat etmeden önce Amerika'ya ailesini ziyarete giden ve orada hasta olduğunu öğrenen Carl Tobey, ölmek için Samsun'a geri gelmiş gibidir. Yakınlarının Müslüman olduğunu ve evinde Kur'an-ı Kerim bulundurduğunu, Ramazan aylarında oruç tuttuğunu söyledikleri Carl Tobey, yakınlarına öldüğünde papaz falan istemediğini ve Müslüman gibi cenaze merasimi yapılmasını istediğini söylemiştir. Vefat ettiğinde cenazesine ailesinden kimse gelmemiştir. Cenaze namazı kılındıktan sonra cenazesi Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin karşısında bulunan Kıranköy Mezarlığındaki Kemalettin Erbilgin'in aile kabristanlığı olan 125 adaya defnedilir.
            Vefat etmeden önce 11 koli halinde şahsî yazışmalarını ve notlarını mezun olduğu Princeton Üniversitesi Kütüphanesi'ne vakfetmiştir. Kütüphaneye verilen koliler içerisinde farklı kişilerle yapılan mektuplaşmalar, fotoğraflar, kendi el yazısıyla tutuğu notlar, kendi yazdığı bazı şiirlere ait taslaklar, kitaplar vb. eşyalar bulunmaktadır. Fakat bu evraklar 1977 yılına kadar ki olan evrak ve yazılarıdır. Koliler Princeton Üniversitesi Kütüphanesi'nde Nadir Kitaplar ve Özel Koleksiyonlar bölümünde 73680 kayıt numarasıyla muhafaza edilmektedir. Ayrıca ressam arkadaşı Brain Keth Rowbotham'a da basılması için bazı notlar bıraktığı ve şu an bu notların Samsun Maarif Koleji ve Samsun Anadolu Lisesi Mezunları Derneği'nde ve bazı öğrencilerinde olduğu bilinmektedir. Hatta bunların arasında "Beyond The Bosphorus" ve "A conception of Place" adını taşıyan iki kitap da vardır.
            Yararlanılan Kaynaklar:
- "CARL TOBEY 1918-1991 EFSANEVİ HOCAMIZ" isimli facebook grubu
- https://findingaids.princeton.edu/collections/MC134.pdf (Erişim Tarihi: 02/02/2018)
- https://www.amazon.co.uk/Poems-twelve-month-year-Carl-Tobey/dp/B0000CIZUG (Erişim Tarihi: 02/02/2018)
- Asuman Baytop - "Kuzey Anadolu'da Amerikalı Bir Bitki Toplayıcısı: Carl Tobey (1918-1991)", Osmanlı Bilim Araştırmaları, VIII/2, 2007.
- Kamil Karamanoğlu - Türkiye Bitkileri I, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları, Ankara, 1976.




[1] Carl Tobey'in vefatına yakın, Amerika Birleşik Devletlerindeki Princeton Üniversitesi Kütüphanesine bağışladığı şahsî evrakında Asım Kurt ile olan mektuplaşmaları ve Asım Kurt'un ve çocuklarının resimlerinin olduğu görülmektedir.
[2] Önemli özelliklerini kaybetmeksizin kurutulup karton üzerine tespit edilerek muhafaza edilen bitki ya da bitki kısımlarından oluşan koleksiyonların bulunduğu yere herbaryum denir

17 Mart 2018 Cumartesi

Osmanlı'nın Son Dönem Ulemasından Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi



               Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi, H. 1264 yılında (M. 1848) Çarşamba'nın Biçme köyünde doğmuştur. Köy hocası Mustafa Efendi'nin oğludur.
            Köyünün sıbyan mektebinde Kur'an-ı Kerim Kıraati ve dinî ilimler tahsil ettikten sonra, Çarşamba Süleyman Paşa Medresesi'nde biraz Arapça sarf ve nahiv tahsili yapmış daha sonra Amasya’da tekrar Arapça nahiv ve dinî ilimler okuduktan sonra biraz da mantık dersi okumuştur. H. 1288'de İstanbul’a gelerek zamanın birkaç büyük üstadından yüksek ilimler tahsil edip Huzur Dersleri Muhataplarından (Ramazanlarda sarayda padişah huzurunda takrir olunan derslere hazır bulunan ilmiye sınıfına kullanılan bir tabir) Kayserili Sabık Müsteşar Hacı Derviş Efendi’nin dersine devamla kendisinden icazet almıştır.
            H. 1295'te yapılan Rüûs (Medrese tahsilini bitirip imtihanda başarılı olanlara verilen beraatın adı) imtihanında başarılı olmuş ve o yıl Beyazıt Camii Şerifi'nde öğretime başlayarak H. 1313 yılında ilk talebesine icazet vermiştir. Bundan sonra aralıksız eğitim öğretim faaliyetlerine devam etmiştir.
            H. 1303 de yapılan tedris-i ilmi feraiz imtihanında başarılı olarak Beyazıt Camii Şerifinde belirli zamanlarda vazifesine devam etmiştir. H. 1305'te yapılan Fetvahaneye giriş imtihanında dördüncü dereceden kazanarak o yıl Fetvahane Tahtani Pusla (Fetvahane "Pusla Odası", "Fetva Odası" ve "İlamat Odası" olmak üzere üç birimden oluşmaktaydı. Pusla Odasındaki yetkililer sorulan fetvaları bir pusula ile fetva odasına soralardı) odasına devamla H. 1306'da ikinci sınıfa tayin olmuş yine aynı yıl birinci sınıfa terfi etmiş ve H. 1307'de Fetvahane Fevkani Müsvedde odasına müdavim sınıfa kaydolmuş daha sonra kendisine istima’i muhakemat hizmeti de verilmiştir. H. 1322 de mülazım sınıfına (subaylık) kaydolmuş H. 1326 da Fetvahaneden ayrılmış ve H. 1326'da M. 16 Ekim 1908'de 83 oyla Canik (Samsun) mebusu (milletvekili) olarak Meclis-i Mebusan'a  girmiştir. İkinci ve dördüncü devrede de milletvekilliği görevini sürdürmüştür.
            Huzur Derslerine H. 1322 – 1326 da muhatab , H. 1327'den 1331 yılına kadar mukarir (Ramazan aylarında sarayda ders okutan alimlere verilen isim) olarak katılmış, muhatablığında dördüncü rütbeden Mecidî ve Osmanî nişanları ile taltif olunmuştur. İbtidai Hariç İstanbul Müderrisliği ile başladığı medrese hocalığını, medrese hocalığının en üst mertebelerinden biri olan Hâmise-i Süleymaniye mertebesine kadar terfien sürdürmüştür.
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin kabri Fatih Camii türbe kapısının yanındaki hazirenin en sonunda bulunmaktadır. Mezar taşı kitabesinde: "haza kabru ustaz’ilkül Çarşambavî el-Hac Ahmet Hamdi Efendi ruhiçün lillahil Fatiha, sene 1330, 29, Ramazan" yazılıdır. 
            Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin icazet verdiği en meşhur öğrencilerinden biri İsmailağa Cemaatinin önderi Mahmut Ustaosmanoğlu'nun hocası Ahıskalı Ali Haydar Efendi'dir. Diğer öğrencileri arasında Prof. Dr. Şerif Mardin'in akrabalarından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden Ebül'ula Mardin ve Osmanlı'nın son dönem hattat ve ressamlarından olan Mimarzade Mehmet Ali Bey bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden olan ve 1960 darbesiyle görevine son verilen akademisyenler içerisinde olan Kemalettin Birsen, Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin oğludur.
Not: Yazının hazırlanmasında Ebül'ula Mardin'in Huzur Dersleri adlı kitabından istifade edilmiştir.



4 Şubat 2018 Pazar

İslamcılık ve Türk Dünyası

            'İslamcılık'...
            Her ne kadar 'İslam' kelimesinin ardına gelen 'cılık', 'cilik' gibi ekleri ve o nedenle de 'İslamcılık' kavramını da bu kavramı kullanmayı da sevmesem de 'galat-ı meşhur' kabilinden kullanmak durumundayız artık.
            Ülkemizde önemli ve güçlü bir fikir akımı İslamcılık. Osmanlı sonrası önemli bir inkıta yaşasa da özellikle Necmettin Erbakan ve Millî Görüş hareketiyle önemli bir ivmelenme kazanmış ve o günlerden bugünlere güçlenerek gelmiş bir akım.
            Ülkemizde güçlü olan diğer bir fikir akımı da 'Milliyetçilik' veya belki biraz daha aşırısı 'Türkçülük'. Her ne kadar 'İslamcılık' ve 'Milliyetçilik' iki farklı akım gibi gözükse de zaman zaman iç içe geçmiş ve birbirleriyle ilintili akımlar. 'İslamcılık' tüm Müslümanları önceleyen, ümmet bilinciyle hareket eden bir akım iken 'Milliyetçilik' ise daha ziyade Türklerin yaşamış olduğu coğrafyayı ilgi alanı olarak belirlemiş gibi görülebilir. Esasında 'İslamcılık' etki alanı itibarıyla bakıldığında 'Milliyetçilik' akımının etki alanını da içine alıyor denebilir. Çünkü Türklerin büyük bir çoğunluğu Müslüman. O nedenle de 'İslamcılık' 'Milliyetçilik' akımını da kapsamı dahiline almaktadır. İslam dini ırkçılığa ve bir ırkın diğer ırklardan veya bir milletin diğer milletlerden üstün tutulmasına onay vermemekte fakat insanların millet bilinciyle hareket etmesine de onay vermektedir.
            Günümüzde sanki 'İslamcılar' diğer Müslüman milletlerle alakadar oldukları kadar Türk coğrafyasıyla alakadar olmuyorlar gibi bir izlenim uyanmakta. Belki Afganistan, Irak, Suriye, Mısır, Yemen gibi İslam beldelerinde son dönemde yaşayan savaş, işgal ve toplumsal olaylar bu bölgeleri daha çok gündemimize taşıdı veya coğrafî yakınlık da Arap coğrafyasıyla daha fazla alakadar olunmasına sebebiyet veriyor olabilir lakin coğrafî olarak uzağımızda olan bazı bölgelerle ilgilenildiği kadar Türk coğrafyasındaki Müslümanların sorunlarıyla alakadar olunmuyor gibi. Arap coğrafyasında veya uzak coğrafyalardaki Müslümanlarla alakadar olunmasından kesinlikle rahatsızlık duymamaktayız. Bilakis bütün inananları kardeş ilan eden İslam'ın ümmet bilincinden de haberdarız. Lakin 'Kapının danası öküz olmaz' misali hem ırkî hem de dinî açıdan kardeşimiz olanların sorunlarıyla da daha yakından alakadar olunmalı gerektiği düşüncesindeyim.
            'İslamcılar tarafından 'Birleşmiş Milletler Genel Konseyi'nde Amerika'nın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma açıklaması ile ilgili yapılan oylamada Bosna - Hersek'in çekimser oy kullanmasının konuşulduğu kadar İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Kudüs ile ilgili olarak gerçekleştirdiği acil kodlu toplantıya Türkmenistan'ın niçin katılmadığı konuşulmadı. Veya Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılması sağlanıp bir katakulli ile Rusya'ya bağlanmasına ses gerektiği kadar yükseltilemedi. Yıllardır Çin tarafından Doğu Türkistan'da sistematik olarak uygulanmakta olan dinî yasaklar, baskı, işkence ve asimilasyon çalışmalarına da yeterince ilgi gösterilemedi.
            'Müslüman'ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir' hadis-i şerifi mucibince dünyanın her tarafındaki Müslümanların derdini kendine dert edinmesi gereken biz Müslümanların, Azerbaycan'da camilerin kapatılmakta olduğundan ve hatta Gazeteci - Yazar Adem Özköse'nin bizzat kendisinden dinlediğim 'Orada bulunduğumuz günler boyunca Bakü'de neredeyse hiç ezan sesi duymadım' deyişinden ve uygulanan başörtüsü yasağından, Tacikistan'da uygulanmakta olan namaz ve oruç gibi temel ibadetlerde de dahil olmak üzere uygulanan baskılardan, başörtüsü yasağından ve on sekiz yaş altı çocukların camiye gitmelerinin yasaklanmasından, Özbekistan'da pazarlarda dahi kadınların başörtü problemi yaşadığından ve dinî birçok alanda Müslümanlara karşı baskı uygulanırken ülkede misyonerlerin rahatlıkla faaliyet yürütebildiğinden, Kırgızistan'ın şu an neredeyse tamamen misyoner kuruluşlar tarafından kıskaca alındığından, Türkmenistan'da dinî baskının devam ettiğinden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin her geçen gün İslamî yaşantıdan her geçen gün daha da uzaklaştığından, Balkanlarda yaşayan veya çeşitli ülkelerde yaşayan ve azınlık durumunda kalan Müslüman Türklerin de durumlarından haberdar olmaları ve onların dertleriyle de dertlenmeleri gerekmez mi? O nedenle de İslamî hassasiyetleri ön planda tutan 'İslamcılar'ın diğer Müslüman coğrafyalar kadar Türk coğrafyasıyla da yakinen alakadar olmaları gerekmektedir.

  

28 Kasım 2017 Salı

Mevlid-i Nebi Haftası ve Peygamberimizin Örnekliği

            Peygamberimizin dünyaya gelişlerinin anısına kutlanması gelenek halini almış olan bir Mevlid Kandili'ne daha ulaştık. Bu yıl "Mevlid-i Nebi Haftası" adıyla değişik etkinliklerle kutlanacak olan hafta münasebetiyle peygamberimiz, insanların gündeminde bir haftalığına da olsa daha fazla yer edinecek. Bu etkinliklerin peygamberimizin insanlar tarafından tanınmasında önemli katkılarının olacağı muhakkaktır. Bu etkinliklerin abartıya kaçmadan ve peygamberimizi olduğu gibi tanıtan programlar olarak icra edilmesi çok mühim.
            Peygamberimizin kısmen de olsa daha fazla tanınmasına vesile olacağını düşündüğümüz bu günlerde bizler de peygamberimizin örnekliği üzerine birkaç söz etmek istiyoruz. Kur'an-ı Kerim'inde Allah'ın "üsve-i hasene" yani "en güzel örnek" olarak tanımladığı peygamberimizin hayatında, biz ümmeti için çok güzel paylar vardır. Peygamberimizin hayatındaki bu paylardan hissedar olmak için öncelikli olarak peygamberimizi tanımamız gerekli. Çünkü tanınmayan birinin örnek alınması mümkün değildir. Peygamberimizi örnek almak demek de onun yaptıklarını taklit etmek değildir. Zira taklit taassuba, taassup da radikalizme götürür. O nedenle içinde bilinçli bir eylemin varlığını da saklayan örnek almanın, taklitten çok uzak olduğu unutulmamalıdır.
            Allah'ın "üsve-i hasene" diye nitelediği peygamberimizi örnek almak için onu tanımak gerekli demiştik. Peki peygamberimizi örnek almak demek ne demektir?
Peygamberimizi örnek almak demek; Güvenilir olmak demektir. Zira peygamber olmazdan evvel bile insanlar peygamberimizi Muhammed'ül Emin (Güvenilir Muhammed) diye isimlendirmişlerdi.
Peygamberimizi örnek almak demek; Affedici olmak demektir. Mekke fethedildiği zaman kendine türlü işkenceler yapan ve sahabesiyle beraber onu memleketi Mekke'den çıkaran müşrikleri affetmişti.
Peygamberimizi örnek almak demek; Merhametli olmak demektir. Taif'e İslam'ı anlatmak için gittiğinde çocuklara taşlatıldığı ve vücudunun değişik yerlerinden yaralandığı halde Taifli'lere beddua dahi etmemiş ve onların helak edebileceği teklifinde bulunan Cebrail'in (as) teklifini de geri çevirmiştir.
Peygamberimizi örnek almak demek; Hoşgörülü olmak demektir. Bedevilerden biri gelip de Mescid-i Nebi'nin kenarına bevledince sahabesinden, bedeviye tepki gösterilmemesini isteyerek bevlettiği yerin bir kova suyla temizlenmesini istemiştir.
Peygamberimizi örnek almak demek; Sözünde durmak demektir. Hudeybiye Barışı imzalandığında anlaşmanın maddelerinden biri de Mekkeli'lerden hiç biri -Müslüman olsalar dahi- Medine'ye alınmayacaklardı. Ebu Cendel Medine'ye geldiğinde Rasulullah Ebu Cendel'in Müslüman olmasına rağmen anlaşmanın hükümlerini çiğnememek için onu Medine'ye almamıştır.
Peygamberimizi örnek almak demek; Cömert olmak demektir. Peygamberimize bir sepet hurma hediye olarak gelecek olsa hemen o sepeti oracıkta bulunan kişilere dağıttırırdı.
Peygamberimizi örnek almak demek; Alçakgönüllü olmak demektir. Bir adam peygamberimizin karşısına gelmiş ve tir tir titriyordu. Peygamberimiz ona "Korkmana gerek yok, ben kral değilim. Ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum…" demişti.
Peygamberimizi örnek almak demek; Çalışkan olmak demek, kendi yapabileceğin bir işi kolay kolay başkasına buyurmamaktır.
Peygamberimizi örnek almak demek; Dosdoğru olmak demektir. "Şu tepenin ardında bir ordu var desem, bana inanır mısınız?" diye sorduğunda orada bulunan tüm insanlar "Elbette, sana inanırız. Sen emin bir kişisin." demişlerdi.
Peygamberimizi örnek almak demek; Adaletli olmak demektir. "Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa onun da elini keserdim." buyuruyor Allah'ın Rasulü.
Peygamberimizi örnek almak demek; Vefakar olmak demektir. Yıllar sonra bile kendini yetiştiren amcası Ebu Talip'in eşi Fatma'yı gözleri nemli ve "O benim ikinci annemdi." diye anmıştı.
       Hayatından daha birçok güzel hasletin sıralanabileceği peygamberimizin hayatını öğrenmek, onu anlamak, onun hayatına benzer bir hayat yaşayabilmek dualarımla...

       Kandilimiz mübarek olsun.

2 Kasım 2017 Perşembe

Hız ve Haz Çağının Popüler Akımı: Deizm

Hız ve haz çağı diye de tanımlanan modern çağın en önemli problemlerinden biri inançla ilgili herhalde. Sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok yerinde karşılaşılan bu problem esasında toplumların kökünü dinamitlemeye aday. İnsanlığın yüzyıllardır oluşturduğu kültür ve medeniyet birikimini de ciddi şekilde tehdidi altında bulunduran bu probleme henüz tam olarak bir çözüm de üretilebilmiş gibi gözükmüyor. Bu manada toplumların kültürlerini eriten baskın kültürlerin varlığı gözlemlenebildiği gibi inanç noktasında da insanlar arasında değişik akımların varlığı da son zamanlarda daha görünür hale gelmekte.
Hiçbir yaratıcı kuvvetin olmadığını düşünen ve inançsızlık anlamına gelen ateizm toplumda genel olarak bilinirken, deizm akımı ise pek fazlaca bilinmemekte. Batılıların "emekli tanrı anlayışı" diye de tarif ettikleri deizm anlayışına göre tüm evrenin bir yaratıcısı vardır fakat tüm evreni var eden yaratıcı evrenin ve içerisindekilerin hiçbir şeyine karışmamakta ve her şey sebep sonuç dairesi içerisinde determine bir şekilde devam etmektedir. Kainat yaratıldığında, kurmalı saatin kurulması gibi yaratıcı tarafından belli bir süreye kadar var olmak üzere kainat yaratılmış ve saatin durması gibi zaman bittiğinde de kainat yok olacaktır.
Bir yaratıcının var olduğunu inkar edemeyen fakat tabir yerindeyse "mümkünse benim işime karışmasın" gibi bir hezeyana kapılmış bu akımın tarifi belki de Kur'an-ı Kerim'de Furkan Suresinin 43. ayetinde kendi hevasını yani nefsinin isteklerini ilahlaştıranlar diye tarif edilenlerden. Kainatı görüp, içindekileri ve tüm mevcudatı görüp bir yaratıcısız bunlar olamaz diye düşünerek zorlamayla da olsa bir yaratıcı fikrine sahip olan bu akım "canım ne isterse onu yapacağım, keyfim nasıl isterse ona göre yaşayacağım"ı yani kendi heva ve isteklerini kendine din edinmiş görünmektedir. Adı konulamamış bir ateizm kokusu olan deizm bir manada "bir yaratıcı olduğunu bilip yokmuş gibi yaşamanın" da adı. Bu manasıyla dünyevîleşme diye dilimize çevrilen sekülerizme de çok yakın duran deizm maalesef gençlerimizi tehdit ediyor.
Son yıllarda ülkemizde de popüler kültürün etkisi ve teknolojinin gelişiminin sağladığı çok farklı bilgilere kısa sürelerde ulaşılabilirlik insanların kafalarında çok ciddi karmaşalara da sebebiyet vermiş gibi. Özellikle saatlerce akıllı telefon, tablet veya bilgisayar başında zamanını geçiren ve "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya" meyyal gençlerimiz ve genç yetişkinlerimiz arasında ateizm veya deizm gibi akımların revaç bulduğunu görmek üzücü. Geçtiğimiz ramazan ayında MAK Araştırma Şirketi tarafından ülkemizde yapılan bir ankette "Allah’ın sadece varlığına ve bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karıştığını karışacağını düşünmüyorum" diyenlerin oranı % 6'dır. Deist diye niteleyebileceğimiz bu zümre hiçbir yaratıcı olduğunu düşünmüyorum diyen ve % 4'lük bir oranı oluşturan ateistleri de geçmiştir.
Ülkemizde artmakta olan bu akıma karşı çocuklarımıza ve gençlerimize bilgilendirmelerde bulunulmalıdır. Din konusunda değişik sorular soran çocuklarımızın ve gençlerimizin sorularına aklın ve bilimin de kabul ettiği doyurucu cevaplar verilebilmelidir. Çok farklı bilgilere çok kısa sürede ulaşabilen gençlere klasik, kalıplaşmış ifadelerle artık seslenilememekte, ulaşılamamaktadır. Sürekli olarak "dinden çıkarsın" veya "o ne biçim soruymuş öyle" gibi ifadelerle bastırılan soruların ilerde sapkın bazı akımların kucağına gençlerimizi ve çocuklarımızı itebileceği unutulmamalıdır. Bu konuda tabi ki devlet kurumlarına Millî Eğitim Bakanlığı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı'na ve diğer ilgili kurumlara çeşitli vazifeler düşmektedir. Fakat bireysel bazda ebeveynlere de bu konuda ciddi görevler düşmektedir. Çünkü çocuğun eğitiminden birincil derecede sorumlu olan ailedir yani anne babadır. Hz. Ali'nin "Çocuğunuzu kendi çağınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin" ilkesi mucibince çocuklarımızın karşılaşabilecekleri bu akımlara karşı onları bilinçlendirmek de öncelikli olarak anne babaya düşer. O nedenle bu konularda önce anne babaların bilinçlenmesi ve bilgilenmesi gerekir. Ve belki de en önemlisi anne babalar çocuklarının inançla ilgili kendilerine yönelttikleri sorular ne kadar absürt veya kendilerini rencide edici de olsa hiçbir şekilde çocuklarının sorularını bastırmadan onlara akla uygun, mantıklı ve dinimizin ölçüleriyle çelişmeyen cevaplar verebilmelidirler.

19 Ekim 2017 Perşembe

Edebiyatımızın Kayıp Yılları: Wattpad Edebiyatı

Türk Edebiyatı kökü derinlere inen köklü bir edebiyat. Şiir, hikaye, roman, hatıra, biyografi vb. birçok alanda her biri kendi alanında mahir yazar ve şairlerimizce vücut bulmuş binlerce eser yer alıyor bu devasa kütüphanede. Bazıları yüzyıllardır okunmakta, bazılarının bölümleri ise ezberlerimizde, hafızalarımızda...
Bu kadar köklü bir geleneği olan edebiyatımıza son yıllarda katkı sunan birbirinden değerli onlarca şair ve yazarımız var. Fakat edebiyatımız içerisine son yıllarda zehirli bir yılan sokulmaya başlayan farlı bir fraksiyon daha var. Son yıllarda çocuklarımızın ve gençlerimizin ellerinde ciltli, kalın ve pahalı, genelde roman tarzı enteresan kitaplar görmeye başladık. İsimleri dahi tuhaf olan bu kitapların yazarları ise çok genç ve bazıları ise hala öğrenci. İnternet ortamında satış yapan sitelerde satış rakamları binlerle ifade edilen bu kitapların içeriğini tabi ki ben de merak ettim.
Ve karşıma wattpad.com isimli bir site çıktı. Yabancı bir kuruluş olan bu sitenin üyeleri genelde gençler. Bir şeyler yazabildiğini düşünen kişiler burada yazdıklarını herkese açık paylaşıyorlar ve diğer üyeler de bu siteye girerek bu yazılanları okuyorlar. Bu yazılar genelde roman ve hikaye bölümleri gibi yazan kişi tarafından oluşturulmuş ve yavaş yavaş paylaşılıyor. Yani bir kişi kitap olarak tasarlayıp yazıları bölümleyip toptan yayınlamıyor da peyderpey sitede paylaşıyor. Bu da şu anlama geliyor ki, akla ne gelirse veya içten ne geçerse o anda yazılıyor ve yayınlanıyor. Bu platformda yazılar yazan kişilerin takipçileri var ve yazılanları bölüm bölüm okuyorlar. Ve bazı kişilerin yazdıkları bölümlerin tıklanma sayıları ise milyonları geçiyor. Tabi ki işi ticari olarak düşünen yayınevleri de bu bölümleri yazan kişilerle bağlantıya geçip bu kişilerle anlaşarak yazdıklarını kitap olarak basıyor ve piyasaya sürüyorlar. Artık bazı yayınevleri neredeyse sadece bu tarz kitaplar basmaya başladı. Türkiye'nin en büyük internet ortamında satış yapan sitelerinden biri "wattpad kitaplığı" diye bir bölüm dahi oluşturmuş. Bu bölümde yer alan ve sadece ilgili sitede satış miktarı bu yazı yazılırken (18/10/2017) 11.079 (onbirbinyetmişdokuz) olan bu bölümdeki en çok satılan kitabın yazarı sadece yirmi yaşında. Bu bölümün en çok satanlarında ikinci sırada yine aynı kişiye ait diğer kitabın devamı niteliğinde olan kitabın satış rakamı ise 6931. Bu iki kitabın ciltli, ciltsiz, kutulu vb. şekillerdeki satışları da dikkate alınırsa satış rakamları 20.000'i geçmekte neredeyse. Listede yer alan diğer kitapların biri altı binden fazla, diğeri beşbinin üzerinde...

Ülkemizde her yıl basılan binlerce kitaptan birçoğunun satışı binleri dahi bulmazken sürekli yeni baskılar yapan bu kitaplarda ne var? Edebî olarak bu kitapların değeri nedir? Tabi ki, bu sorulara en iyi cevabı edebiyatçılar verebilecektir. Lakin sıradan bir okuyucunun da yukarda ismini andığım siteye girip bu yazılanlara şöyle bir göz atması dahi bu kitapların ne denli kaliteli! şeyler olduğunu anlaması için yeterli olacağını zannediyorum. Genelde içerisinde argo, küfür, çarpık ilişkiler, aşağılama, alay, hakaret gibi birçok olumsuz öğe barındıran bu eserlerin kesinlikle çocuklarımızdan ve gençlerimizden uzak tutulması gerektiğini düşünüyorum. Burada anne - babalara ve öğretmenlere büyük görevler düşmekte tabi ki. Lütfen "çocuğum okusun da ne okursa okusun" demeyin. Çocuğunuzun ne okuduğuna dikkat edin. Çünkü çocuklarımızın dimağları okuduklarıyla bina olunuyor. 

13 Ekim 2017 Cuma

"arkesanat" Üçüncü Sayısıyla Raflarda


Çarşamba Ali Fuat Başgil Anadolu Lisesi tarafından yayınlanmaya başlayan "arkesanat" dergisinin üçüncü sayısı çıktı. İlk sayısında amacını ve nedenini "Neden arkesanat? Çünkü sormanın ilk hallerinden biri olan arke problemine atıfta bulunduk. Her bir cümlemiz, varlığımız ve ne idiğimize dokunsun ve onlardan neşet eden çözüm yolları oluşsun istedik. Nedir arkesanat ? “arkesanat”, Çarşamba Ali Fuat Başgil Anadolu Lisesi kaynaklı, Çarşamba menşeli, derdi Türkiye, derdi dünya, derdi “iyi bir şey yapmak” olan bir yayındır. Cümlelerimiz -bir katre olsun- hayatınıza değer katsın isteriz. Kattığımız değer ile ölçüleceğimizin bilincindeyiz." diyerek ortaya koyan "arkesanat" üçüncü sayısıyla raflardaki yerini aldı. 
Okul menşeli bir dergi olmakla beraber etki alanını tüm Türkiye olarak belirleyen ve devamlılığı da esas tutan derginin ilk sayısında yayın ekibinde karşımıza çıkan iki öğretmenden biri ve dört öğrencinin dördü de artık o okulda değil. Fakat aynı simaları yine bu sayıda da karşımızda buluyoruz. Okullarda genelde bir heyecanla başlayan ve birkaç istekli ve idealist öğretmenin sırtında giden fakat sonradan o öğretmenlerin tayini veya çeşitli sebeplerle akim kalan okullardaki dergiciliğin "arkesanat"ın da başına gelmemesini diliyoruz. Okulun Felsefe öğretmeni olan ve aynı zamanda derginin Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenen Ömer Vural hocamın dergi konusundaki istekliliği ve azminin "arkesanat"ın başına böyle bir şey gelmeyecektir ümidini bizde artırdığını söyleyebilirim. Samsun kamuoyunun Çarşamba'da düzenlenen kitap fuarlarının organizesinde görev alan en önemli kişilerden biri olarak da tanıdığı Ömer Vural hoca Türkiye çapında yayın yapan çeşitli dergilerde ve "arkesanat"ta şiirleri yayınlanan bir şair ve derginin felsefe bölümünün de mesulü.
Edebiyat, kültür, sanat alt spotuyla okuyucu karşısına çıkan "arkesanat" içerik olarak da zengin. Çarşamba özelinde tüm Samsun ve Türkiye'nin kültürel birikimine çok ciddi bir katkı sunacağından emin olduğum derginin muhtevası çok renkli. İçerisinde şiir, hikaye, deneme tarzı yazılar olduğu gibi özelde yerele ama genelde umuma hitap eden dosya konularının yanı sıra sinema yazıları, film eleştirileri, felsefe bölümü ve kelime bölümleri derginin muhtevasına değişik bir hava katıyor.
İkinci ve üçüncü sayılarında birer dosya ile karşımıza çıkan derginin belirlediği konular hem yerele hem de ülke geneline hitap eder cinsten. Acizane şahsımın da bir yazısının yer aldığı ikinci sayıdaki dosya konusunu "Çarşamba'yı Sel Aldı" olarak belirleyen derginin bu sayısındaki dosya konusu Çarşamba'nın önemli değerlerinden "Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil"
            Dosya konularının yanı sıra birbirinden bağımsız ve farklı konulardaki yazı ve şiirlerin serpiştirildiği dergi gerçekten okuyanın elinden bırakamayacağı ve merakla okuyacağı cinsten. İlk sayısından itibaren Sadık Yalsızuçanlar, Mustafa Ruhi Şirin, Bilal Sami Gökdemir, Sıddık Akbayır, Selvigül Kandoğmuş Şahin, Kaan Murat Yanık gibi tanınan isimlerin yazı, şiir ve denemeleri dergide yer aldı. Dergiyi Samsun'un yanı sıra İstanbul, Ankara, Amasya, Konya, İzmir, Kayseri, Bursa, Mardin gibi bazı şehirlerde de bulmak mümkün.

            Derginin bu son sayısı olan üçüncü sayısında dosya konusu olan "Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil"le ilgili Prof.Dr.Mustafa Kara'nın Vefatının 50. Yılında Ali Fuat Başgil, Doç.Dr.Mustafa Said Kurşunoğlu'nun Ali Fuad Başgil ve Siyasi Mücadelesi, Emrullah Kılıç'ın Materyalizm Karşısında Ali Fuad Başgil ve Yasemin Kahraman'ın  Ali Fuad Başgil Sempozyumu'ndan Kesitler yazılarının yanı sıra Sadık Yalsızuçanlar'ın Semazen Dönerci, Mustafa Aydoğan'ın Başka, Ebru Akkuş'un Çaresizlik Denizindeki Can Halatı, Orhan Aydoğdu'nun Âlem-i Misal, Güçer Kafa'nın Rabia,  Yılmaz Türker Demirbaş'ın Şehir ve Nun, Hüseyin Ak'ın Bir Nazar Kıl ki Serinleyim / Sevineyim, İsmail Delihasan'ın Kendilik Nedir?, Cahid Efgan Akgül'ün Hoşçakal Balıkları, Halime Yıldız'ın Kırık Kanatlar, Mustafa Karaosmanoğlu'nun Sayılar, Ahmet Sezgin'in Aşk Medeniyetine Yolculuk, Vahdettin Baran'ın Karanlığa Serenat, Fatih Duman'ın Bir Fotoğrafım Olsa Yalnızca Siyah ve Beyaz, Kübra Abukan'ın Bahar Esintisi, Hüseyin Doğan'ın Ölme Çiçeği, Ömer Vural'ın İyioyuncu, Ebru Akkuş'un İlhami Çiçek Üzerine Söylenenler / Adnan İpekdal'ın Aksâ Mersiyesi, Ömer Vural'ın Yaşama Sanrısı, Servet Küçükkerniç'in Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm, Sıddık Akbayır'ın Biz Mevlâna'dan Ne Anlarız?, Mehmet Alp Güven'in Zanaattan Sanata Sepetteki Mısralar, Adem Tokur'un Al Pacino : Ferrari Süren Kör, Harun Apaydın'ın Türk Sinemasında Samimiyetin Yönetmeni : Çağan Irmak, Mehmet Kemiksiz'in Bir Orkestra Şefi : Kaymakam Günalp Varol, İsmail Irmacık'ın Film Üzerinden Yaratıcı Okumalar, Hasan Baylan'ın Şair Yürekli Bahadırlar ve Ömer Vural'ın Görecilik Üzerine adlı eselerini okumak mümkün.


6 Eylül 2017 Çarşamba

Kurban: Rabbine Yaklaşma

             Kurban, kulun rabbine yaklaşmasının adı. Kurban, İbrahim'ce bir duruşun, İsmail'ce bir teslimiyetin adı. Kurban Hacer'in sabrı ayrıca.
            Kurban ibadeti ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem döneminden bu yana var olsa da bildiğimiz manada hayvan boğazlama şeklinde kurban ibadeti, Hz. İbrahim'den bu yana devam etmektedir. Dinimize göre kurban, kulun rabbine yaklaşmasının (kurbiyet) bir yoludur. Kur'an-ı Kerim'de Allah: ‘Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. (Hac Suresi,37)’ buyurarak Allah'a ulaşacak şeyin ne et ne de kan olmayıp kulun rabbine karşı olan kulluk bilincinin ve kulun rabbi karşınında kendini konumlandırdığı yerin önemine dikkat çeker. O nedenle kurban kişinin rabbine yaklaşmasının bir vesilesidir.
            Dinen nisap miktarı mala sahip her kişinin sığır, manda, deve cinsi hayvanlardan (yedi kişiye kadar) veya koyun keçi gibi küçükbaş hayvanlardan birini (tek kişi) kesmesiyle gerçekleşen kurbanın bir ibadet olduğu unutulmamalı ve bu bayram "Et Bayramı" gibi algılanmamalıdır. Dostluk, sevgi ve birlikteliklerin geliştiği zaman dilimleri olan bayramlarda insanların bir arada olması, bayramlaşmaları, sevinçlerini paylaşmaları, modern hayatın insanları birbirinden uzaklaştırdığı çağımızda daha da önemli hale geldiğini düşünmekteyim. O nedenle bayram günlerinde muhakkak büyükler ziyaret edilmeli, tüm aile bayramda bir arada olmalı ve varsa eğer küslükler muhakkak ortadan kaldırılmalıdır.
            Kurban kesildikten sonra kurban etinden fakirin, mazlumun, komşunun hakkı da unutulmamalıdır. Peygamberimizin sünnetine uygun olarak kurban eti üçe ayrılmalı ve üçte biri kurban kesemeyen fakirlere dağıtılmalı, üçte biri kurban kesmiş olsalar dahi komşu, misafir, hısım, akraba ile yenmeli diğer üçte biri ise eve ayrılmalıdır. İkram edilecek veya dağıtılacak etlerin de mümkün olduğunca iyi taraflarından ayrılması daha yerinde olacaktır.
            Kurbanın derisinin kurbanı kesen kişi tarafından kesinlikle satılmaması ve parasının kullanılmaması gerekmektedir. Kurban derisi fakir veya muhtaç durumda olana verilebileceği gibi bir hayır kurumuna da bağışlanabilir. Kurban derisinin kasaplık ücreti gibi kurbanı boğazlayan veya parçalayan kasaba verilmesi de uygun değildir.
Kurban bayramı arifesinden itibaren unutulmaması gereken diğer bir husus da teşrik tekbirleridir. Arife günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar her namazın farzı kılındıktan sonra teşrik tekbirleri getirmek vaciptir. Terki halinde kazası gerekmektedir. Teşrik tekbirleri şu şekilde söylenmektedir. Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd.
Hadis-i şeriflerde duaların en çok kabul edildiği günlerden olarak zikredilen bayram gün ve gecelerinde ülkemiz ve Müslümanlar için de dua etmeyi unutmayalım. Özellikle dağılmış tespih taneleri gibi bir türlü bir araya gelemeyen ümmetin birliği için ve özellikle de Arakan'da sadece Müslüman oldukları için katledilen ve yurtlarından sürülen binlerce Müslüman kardeşimizi de dualarımızda unutmayalım.

Bayramınızı kutlar, bayramın bizi rabbimize yakınlaştırmaya vesile olmasını dilerim.

#İyikiVarsınEren

Daha on beşinde...
Genç bir delikanlı...
Çok şeyler hatırlattı aslında hepimize. Bu topraklar için "Onbeşliler"in bitmeyeceğini haykırdı ardına bakmadan giderken aslında.
Trabzon Maçka'nın bir dağ köyünde ormanın ortasında iki gözlü küçük bir evde yaşıyordu Eren. Şehit olduktan sonra adının verildiği Maçka Anadolu İmam - Hatip Lisesi öğrencisiydi. On üç kardeşin dokuzuncusu, on dört aylık da yetimdi. Babasının acısı tazeydi henüz yüreğinde. Garibandı, yoksuldu, on üç kardeş arasında da olsa yalnız hissediyordu ki kendini "Biri de çıkıp demiyor ki, Eren iyi ki varsın" yazmıştı sosyal medya hesabına.
PKK teröristlerinin yerini gösterirken çatışmanın içinde kalıp şehit düştü on beşinde Eren. Bütün sevinçlerini, umutlarını, garibanlığını, yalnızlığını bırakarak gitti. Tanımadığı on binlerin göz yaşlarıyla gitti. Yiğitliğin, namusun ne olduğunu herkese tekrar hatırlatarak gitti. Şimdi cennetlikler arasında, özlediği, istediği şehitlik makamında. Şahadetin kutlu olsun Eren.
İçi sızlıyor insanın annesinin konuştuklarını duyunca, hakim olamıyor göz yaşlarına. Muhabir soruyor odasını eşyalarını... Ne odası diyor annesi, odası mı vardı Eren'in? Eren'in kendine ait kıyafeti, eşyası  mı vardı? Hepi topu iki göz olan evde kaç kardeş hep beraber yatıyorlardı, diğer iki kardeşiyle ortak kullanıyordu kıyafetlerini de... Yani kendisine ait bir hayatı dahi olamamıştı Eren'in. O yaşında yevmiye çalışıp eve para getirmeye çalışmış Eren. Kazandığı parayla bir tane annesine bir tane de kendine lastik ayakkabı almış. Muhabire gösteriyor annesi "bu ayakkabıları almıştı" diye.
Yokluğun, garibanlığın küçük yaşında sırtına vurduğu zorlukları solukladı kısacık ömründe Eren. Şehit olduğu ve yaptığı kahramanlık duyulunca ülkenin gündemine oturdu sosyal medya hesabında yazdığı mesaj. Hashtag'ler oluşturuldu adına. Oluşturulan hashtag ülke sıralamasında en üstlerde yer aldı. Komandolar eğitimleri sırasındaki yürüyüşlerinde "İyi ki varsın Eren Bülbül" diye inlettiler ortalığı, hakeza özel harekat polisleri de öyle. Tutkunu olduğun Trabzonspor'un maçında stat ismiyle inledi Eren'in. Pankartlara kocaman kocaman ismi yazıldı, resimleri basıldı.
Anadolu'nun bağrında bulunan bu ruh 15 Temmuz gecesi çıkmıştı ya ortaya sen o ruhun hala ölmediğini gösterdin Eren. O gece bir pankart taşıyordu biri. Yazmıştı pankarta "Ev kira ama vatan bizim" diye. İşte o ruhu biz sende tekrar gördük, tekrar hissettik Eren. Ruhun şad, mekanın cennet olsun. Peygamberimize komşu olasın...
Bu kadar değerli olduğunu hissetmemiştin belki hiç değil mi? Belki de hissettin...

#İyikiVarsınEren 

TEOG Tercihleri ve Samsun'da Yeni Tip Okullar

              TOEG sonrası yerleştirme puanlarının da açıklanmasıyla tercih maratonu başlamak üzere. 14 - 24 Temmuz tarihlerinde yapılacak tercihler için veli ve öğrenciler heyecan içerisinde. Okullar araştırılıyor, bilen kişilerden soruşturuluyor, rehber öğretmenlerden fikirler isteniyor. Tabi ki her öğrencinin hedeflediği bir okul veya okul türü var. Liselerde birden fazla çeşidin olması ve lise türlerinin her birinin de birbirinden farklı olması ciddi araştırmaları gerektiriyor.
            Anadolu Liseleri, Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri gibi okulların yanında yetenek sınavlarıyla öğrenci alan Güzel Sanatlar ve Spor Liseleri... Meslekî ve Teknik Anadolu Liseleri, Anadolu İmam - Hatip Liseleri... Meslekî Eğitim Merkezleri de artık TEOG yerleştirme puanına göre öğrenci alıyor. Öğrencilerin hangi okulları tercih edebilecekleri ve okulların kontenjanları e-okul sistemi üzerinden duyuruldu. Bu okul türlerinin yanında Millî Eğitim Bakanlığı'nın son yıllarda yaygınlaştırmaya başladığı "Proje Okullar" ve "Tematik Meslekî ve Teknik Anadolu Liseleri" de Samsun'da boy göstermeye başladı.
            Bu yıl ilk defa öğrenci alacak olan "Tematik Meslekî ve Teknik Anadolu Liseleri"nden biri de Samsun'da açılıyor. Tekkeköy'de açılacak olan Tıbbî Cihaz Teknolojileri Meslekî ve Teknik Anadolu Lisesi, bu yıl "Makine Teknolojisi" alanına öğrenci alacak. Bu okula başvurular 3-13 Temmuz arasında okul müdürlüğüne yapılmakta...
            Samsun'da proje okulu olarak üçüncü yılını dolduran, hem Arapça hem de İngilizce hazırlık sınıflarına öğrenci alma özelliğiyle Türkiye'de sayılı Anadolu İmam - Hatip Liseleri arasında olan ve ayrıca öğrencilerini dil eğitimi için yurt dışına gönderen, okul içerisinde yabancı hocaların dil derslerine girdiği Atakum Anadolu İmam - Hatip Lisesi, bu yıl bünyesine yeni bir alan daha açarak "Fen ve Sosyal Bilimler Programı"na da öğrenci alıyor. Fen Lisesi ve Sosyal Bilimler Liselerinin programının okutulacağı bu program Arapça ve İngilizce hazırlıklı programların aksine diğer liseler gibi dört yıl.
            Atakum Anadolu İmam - Hatip Lisesi'nin yanında bu yıl İlkadım Emine Ahmet Yeni Kız Anadolu İmam - Hatip Lisesi, İlkadım Samsun Anadolu İmam - Hatip Lisesi ve Tekkeköy Anadolu İmam - Hatip Lisesi de "Fen ve Sosyal Bilimler Programı"na öğrenci alacaklar.
            Ayrıca birçok okul kendine başarılı öğrencileri çekebilmek için sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği halinde burs imkanı ve değişik hediyeler sunmakta. Mesela Çarşamba'da ÇİMDER (Çarşamba İmam - Hatipliler Derneği) Çarşamba'da bulunan Çarşamba Anadolu İmam - Hatip Lisesi, Çarşamba Kız Anadolu İmam - Hatip Lisesi veya Yeşilırmak Anadolu İmam - Hatip Liselerinden birine TEOG'dan 400 üzeri puan alıp yerleşerek eğitimine bu okullarda devam eden öğrencilere aylık 100 TL burs vermekte. İki yıldır bu faaliyetini sürdüren dernek, 2017-2018 eğitim öğretim yılında da 400 ve üzeri TEOG puanı alarak Çarşamba'daki Anadolu İmam - Hatip Liseleri'ne kayıt olup, eğitimine bu okullarda devam edenlere burs taahhüdünü sürdürüyor.

            Tercih sürecinde veli ve öğrencilerin işi zor gibi gözüküyor. 

Her Yer İmam - Hatip Mi Oldu?

TEOG yerleştirme puanları açıklandı. Tabi ki, hem velileri hem de öğrencileri tercih heyecanı sardı. 14 - 24 Temmuz tarihleri arasında yapılacak tercihler için okullar araştırılıyor, değişik kişilerden fikirler alınıyor. Bütün bu çaba öğrencilerin daha iyi bir kurumda iyi bir eğitim alabilmeleri için.
            Tabi ki, bu süreçte gündeme sürekli getirilmeye çalışılan "Her yer İmam - Hatip oldu", "gayrimüslimleri bile İmam - Hatiplere yerleştiriyorlar" gibi haberleri temcit pilavı misali görecek yine bazı yazarların gazetelerinde bu türden yazıları yazdıklarını göreceğiz. Peki, gerçekten de öyle mi? Her yer İmam - Hatip mi oldu? Gayrimüslim bir öğrenci de İmam - Hatibe yerleşebilir mi?
            Son soruyla başlayalım. Gayrimüslim bir öğrencinin eğer kendisi tercih etmemişse İmam - Hatibe yerleşme ihtimali sıfır yani yok. Çünkü öğrenciler tercihleri dışında bir okula yerleştirilemiyorlar.
            Gelelim diğer soruya. Her yer İmam - Hatip olmadı. Hatta İmam - Hatibe giden öğrenci sayısı Türkiye'deki toplam öğrenci sayısına bakıldığında çok büyük bir yekunu da oluşturmuyor. Rakamlara bakılacak olursa;
            Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2016 - 2017 Eğitim Öğretim Yılının birinci dönemi istatistiklerine göre Türkiye genelinde İmam - Hatip Ortaokullarının genel görünümü şöyle:
            Türkiye genelinde 410 adet İmam - Hatip Liselerinin bünyesinde, 2.367 adet de bağımsız olmak üzere 2.777 tane İmam - Hatip Ortaokulu bulunmaktadır. Bu kurumlarda 309.406'sı erkek, 347.614'ü kız toplam 657.020 öğrenci öğrenim görmektedir. Bu okullarda 22.532 derslikte 280.732 erkek 304.445 kadın öğretmen eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir. Türkiye genelinde 17.889 Ortaokul ve İmam - Hatip Ortaokulu olduğu dikkate alınırsa tüm Ortaokullar arasında İmam - Hatip Ortaokulunun oranının %15 olduğu, Türkiye genelinde 5.519.689 öğrenci olduğu dikkate alındığında da İmam - Hatip Ortaokullarında okuyan öğrencilerin oranının %11,9 olduğu görülecektir. Yani Ortaokul sıralarındaki öğrenci mevcudunun %88,1'i Ortaokullara giderken mevcut öğrencilerin yalnızca %11,9'u İmam - Hatip Ortaokullarına gitmektedir.
            Samsun'daki İmam - Hatip Ortaokulu verilerine gelince; Samsun'da 44 İmam - Hatip Ortaokulunda  389'u erkek 429'u kadın 818 öğretmen tarafından 543 derslikte 7.211 erkek, 7.220 kız, toplam 14.431 öğrenciye eğitim verilmektedir. Samsun ili genelinde toplam 313 Ortaokul ve İmam - Hatip Ortaokulunda 81.826 öğrenciye eğitim verildiği düşünülürse İmam - Hatip Ortaokullarının il genelindeki Ortaokul ve İmam - Hatip Ortaokulları toplamına oranının %14 olduğu, bu kurumlarda eğitim gören öğrenci oranlarının ise %17,6 oranında olduğu görülecektir. Samsun il geneli olarak İmam - Hatip Ortaokulundaki öğrenci sayısı oranının Türkiye oranından yüksek olduğu okul sayısı oranlarında ise Samsun'un Türkiye ortalamasının çok az da olsa altında olduğu gözükmektedir. Bu da Samsun'daki İmam - Hatip Ortaokullarının Türkiye ortalamasından daha kalabalık olduğu anlamına gelmektedir.
            İmam - Hatip Liselerine gelecek olursak; Türkiye genelinde 1408 adet İmam - Hatip Lisesinde 239.155'i erkek, 277.936'sı kız olmak üzere 517.081 örgün öğrenciye, 41.872'si erkek, 75.453 kız 40.974 öğrenciye de Açık Öğretim İmam - Hatip Lisesi'nde yüz yüze eğitim şeklinde 20.817'si erkek, 20.157 kadın 40.974 öğretmen 29.701 derslik de eğitim vermektedir. Örgün eğitim ve Açık Öğretim İmam - Hatip Lisesi beraber düşünüldüğünde 281.027'si erkek, 353.379'u kız olmak üzere 634.406 öğrencinin İmam - Hatip Liselerinde eğitim aldıkları gözükmektedir. Türkiye genelinde 10.596 lise türü okulda 2.910.634'ü erkek, 2.603.097'si kız toplam 5.513.731 öğrencinin 189.783 derslikte eğitim aldıkları düşünüldüğünde Türkiye genelindeki İmam - Hatip Liselerinin tüm liselere oranının % 13,2 olduğu, İmam - Hatip Liselerinde eğitim gören öğrencilerin tüm lise öğrencilerine oranının da % 11,5 olduğu görülecektir.
            Samsun'daki İmam - Hatip Liseleri ile ilgili verilere gelince, Samsun'da 24 adet İmam - Hatip Lisesinde 5.299'u erkek, 5.831'i kız 11.130 örgün, 883'ü erkek, 1.410'u kız 2293 yaygın eğitim öğrencisi, toplamda 6.182'si erkek, 7.241'i kız 13.423 öğrenciye 893 öğretmen 547 derslikte eğitim vermektedir. Samsun'da 175 lisede 48.054 erkek, 46.426 kız toplam 94.480 öğrenciye 6.195 öğretmenin 3.126 derslikte eğitim verdiği göz önünde bulundurulursa il genelindeki İmam - Hatip Liselerinin tüm liselere oranının % 13,7 olduğu, liselerde okuyan öğrenci sayısının İmam - Hatip Lisesi öğrencilerine oranın da % 14,2 olduğu görülecektir. İl genelindeki okul sayısı ve öğrenci sayısı oranlarının Türkiye geneli oranlarıyla karşılaştırması yapılınca okul adeti oranlarının Türkiye ortalamalarında olduğu fakat öğrenci sayı oranlarının karşılaştırmasında ise Samsun il oranının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu da il genelindeki İmam - Hatip Lisesi öğrenci mevcutlarının Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu göstermektedir.

            Rakam ve oranlara boğduğumuz yazımızın sonunda "Türkiye'de her yer İmam - Hatip oldu" ezberini yeniden düşünmenizi tavsiye ediyorum.

4 Temmuz 2017 Salı

Türkiye Dindarlaşıyor Mu? (Üstünde Düşünülmesi Gereken Bir Anket)

MAK Araştırma Değerlendirme Danışmanlık AŞ tarafından 12 Haziran - 18 Haziran 2017 tarihleri arasında "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Araştırması" üst başlığı ile 30 Büyükşehir ve (Ağrı, Aksaray, Artvin, Bayburt, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Giresun, Gümüşhane, Karaman, Karabük, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Osmaniye, Sinop, Bilecik, Yozgat, Uşak ) 23 il, 154 ilçe de 5400 kişi (Türkiye'deki seçmen sayısının onbinde biri) ile yüz yüze Görüşmelerle yapılan anketin sonuçlarını yorumsuz olarak paylaşıyor ve "Türkiye dindarlaşıyor mu? Türkiye'de son yıllarda dinî eğitim veren kurumların sayısındaki artış gerçekten gerekli mi?" gibi soruları tekrar sorarak anketi yorumsuz olarak paylaşıyoruz.
            "Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?" şeklindeki sorumuza yıllardır %99 u Müslüman diye ifade ettiğimiz toplumun % 86 sı "Evet, Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyorum", derken aynı soruya; "Evet, Allah’ın sadece varlığına bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karıştığını karışacağını düşünmüyorum" diyen literal anlamda deist diye ifade edilebileceklerin oranı % 6, "Hayır, Allah’a inanmıyorum diyerek ateist olduğunu ifade edebileceklerimizin oranı % 4", farklı çekincelerle bu soruya cevap yok / Kararsız diyenlerin oranı % 4 olarak değerlendirilmiştir. Deist ve ateistlerin ağırlıklı olarak büyükşehirlerde yoğunlaştığı, taşrada bu oranın % 1 lerin altına indiği görülmektedir.
            "Meleklere inanıyor musunuz?" sorusuna araştırmamıza katılanların % 75 i "Evet, meleklere inanıyorum." derken "Hayır, gözümle görmediğim varlıklara inanmam." diyenlerin oranı % 15. Cevap yok / Kararsız oranı ise % 10.
            "Kur'an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?" sorusuna katılımcıların % 76 i "Evet, inanıyorum." derken "Hayır, inanmıyorum" diyenlerin oranı % 14, cevap vermeyen veya Kararsız oranı ise % 10.
            "Evinizde Kur'an-ı Kerim var mı? Ve düzenli aralıklarla okuyor musunuz?" sorusuna toplumun % 25 i "Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ve düzenli aralıklarla Kur'an-ı Kerim okuyoruz" cevabını verirken, "Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ama pek okuduğumuz söylenemez." diyenlerin oranı % 32, "Hayır, evimizde Kur'an-ı Kerim yok." diyenler % 33 ken, katılımcıların % 10 i bu soruya cevap yok / Kararsız şeklinde yaklaşmış.
            "Peygamberlere inanıyor musunuz? Hz. Muhammed (sav) sizin için her anlamda örnek alınacak rol model / örnek insan mıdır?" sorusuna katılımcıların % 63'i "Evet, peygamberlere inanıyorum ve ama benim için her anlamda rol modeldir." derken % 20 si "Evet, peygamberlere inanıyorum ama bazı konularda örnek alsam da her konuda Hz. Muhammed (sav) örnek alınacak rol model / örnek değildir." cevabını veriyor. "Hayır, peygamberlere inanmıyorum." diyenlerin oranı % 9. Cevap yok / Kararsız oranı ise % 8
            "Kadere (Hayır ve Şerrin Allah'tan geldiğine) inanıyor musunuz?" sorusuna araştırmaya katılanların %55 i "Evet, kadere (hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine) inanıyorum." derken % 15 i "Evet, kadere inanıyorum ama insan kendi kaderini kendi yapar" diye cevaplarken, "Evet, kadere inanıyorum çünkü insanın zaten hiçbir iradesi yok." diyen % 15. İmanın 6 şartından biri olan kadere imanı ret eden "Hayır, kadere (Hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine) inanmıyorum." diyenlerin oranı %10. % 5 ise cevap yok / Kararsız demiş.
            "Öldükten sonra dirileceğinize ve bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinize inanıyor musunuz?" şeklindeki soruya % 73 "Evet, öldükten sonra dirileceğime ve hesaba çekileceğime inanıyorum." diyerek inandıklarını ifade ederken, aynı soruya katılımcıların % 10 u "Evet, öldükten sonra dirileceğime inanıyorum ama hesaba çekilmeye inanmıyorum." derken, "Hayır, öldükten sonra dirileceğime ve bu dünyada yaptıklarımdan hesaba çekileceğime inanmıyorum" diyenlerin oranı % 9 cevap yok / Kararsız diyenlerin oranı da % 8.
            "Kur'an-ı Kerim'i Arapça hattından okuyabiliyor musunuz?" sorusuna katılımcıların % 32 si Evet, % 54 ü Hayır derken % 14 bu soruya Kararsız / Görüş yok.
            "Hiçbir Kur'an Kursu'na eğitim almak amacıyla gittiniz mi?" sorumuza Evet diyenlerin oranı % 25, Hayır diyenlerin oranı % 65, Kararsız / Görüş yok oranı ise % 10.
            "Kur'an-ı Kerim'in Türkçe mealini hiç okudunuz mu?" sorusuna katılımcıların % 17 si Evet, % 60 ı Hayır, % 23 ü ise Kararsız / Görüş yok şeklinde yaklaşım sergiliyor.
            "Cennete gideceğiniz kesin olsa; şu an cennete gitmek için ölmeyi düşünür müsünüz?" sorusuna Evet diyenlerin oranı % 15, Hayır diyenlerin oranı % 65, Kararsız / Görüş yok oranı % 20.
            "Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sav) hayatını hiç okudunuz mu?" sorusuna katılımcıların % 23 ü Evet, % 65 i Hayır derken, Kararsız / Görüş yok oranı % 12
            "Camiye / mescide hangi sıklıkta gidiyorsunuz?" sorusuna "bayramdan bayrama" diyenlerin oranı % 12 iken, "cuma namazları ve bayram namazları bir de kandil günlerinde" diyenlerin oranı % 32, "zaman zaman vakit namazları dahil camiye gidiyorum" diyenlerin oranı % 13, "hiç gitmiyorum" diyenlerin oranı % 30, Kararsız / Görüş yok diyenlerin oranı % 13.
            "Ramazan ayında oruç tutuyor musunuz?" sorusuna "Evet, tüm ramazan boyunca oruç tutarım" diyenlerin oranı % 45, "Evet ama tüm ramazan boyunca değil ramazanın bir kısmında oruç tutarım." diyenlerin oranı % 25, "Hayır, hiç tutmam" diyenlerin oranı % 20, cevap yok / Kararsız oranı % 10.
            "İslam dini ile ilgili bilgileri daha çok hangi kaynaklardan öğreniyorsunuz?" sorusuna katılımcıların % 30 i "dini kitaplar" derken % 45 i "internet", % 20 i "birine sorarak" % 5 i de Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Hangi sıklıkta namaz kılıyor musunuz?" sorusuna katılımcıların % 22 si "5 vakit namaz kılıyorum." derken, % 26 sı "arada vakit namazları kılarım ama cumaları ve teravihleri ve bayram namazlarını tam kılarım." % 24 i de "arada cuma namazlarını, teravihleri ve bayram namazlarını kılıyorum." derken "hiç namaz kılmıyorum" diyenlerin oranı % 22, Kararsız / Görüş yok diyenlerin oranı ise % 6.
            "Herhangi bir dini cemaate veya tarikata bağlı bulundunuz mu / bulunuyor musunuz?" sorusuna Evet diyenlerin oranı % 15 iken, Hayır diyenlerin oranı % 60, Kararsız / cevap yok diyenlerin oranı % 25.
            "Dini bir cemaat görünümlü FETÖ tarafından tapılan 15 Temmuz darbe teşebbüsü dini grup, cemaat yada tarikatlara bakışınızı nasıl etkiledi?" sorusuna vatandaşların % 30 u "dini grup, cemaat yada tarikatlara olumsuz yada şüphe ile bakmama neden oldu" derken, % 50 si "dini grup, cemaat yada tarikatların daha sıkı, illegal yapılanmalara zemin oluşturmayacak şekilde denetlenmesi gerektiğini" ifade etmektedir. % 12 si ise "dini grup, cemaat ya da tarikatlara bakışım değişmedi" demektedir. % 8 i ise Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Dua eder misiniz? Hangi sıklıkta dua edersiniz?" sorusuna katılımcıların %75 i "Evet, çok sık dua ederim." %10 u Evet, "ara ara dua ederim." % 6 sı "Hayır, dua etmem." % 4 ü Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Eş seçiminde eşinizin dinine düşkün biri olması sizin için ne kadar önemli?" sorumuza katılımcıların % 51 i çok önemli, % 24 ü kısmen önemli, % 20 si önemli değil, % 5 i Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Eşinizin dini değerlere bakışı ve yaşayışı sizinle kıyasladığınızda nasıl olmalıdır?" sorumuza toplumun % 30 u; "benim gibi, benim kadar dindar olmalıdır." % 45 i "benden daha dindar olmalıdır." % 15 i "benden daha az dindar olmalıdır." % 10 u ise bu soru karşısında Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Bir topluluk içine yada birinin yanına gittiğinizde genelde nasıl selam verirsiniz?" sorusuna araştırmamıza katılanların % 41 "Selamün Aleyküm", % 24 ü "merhaba günaydın vs.", % 30 u "na'ber vb." % 5 i Kararsız / Görüş yok şeklinde ifade etmişlerdir.
            "Siyasi bir seçimde(belediye- milletvekili vs.) Adayın dinine düşkün biri olması sizin için ne kadar önemli?" sorumuza katılımcıların % 51 i çok önemli, % 24 ü kısmen önemli, % 20 si önemli değil, % 5 i Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "İslam ülkelerinin (hıristiyan ülkelerin dini lideri papalık gibi) halifelik benzeri bir dini liderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?" sorusuna araştırmamıza katılanların % 54 ü Evet derken, % 40 u Hayır demektedir. % 6 sı ise Kararsız / Görüş yok demektedir.
            "Günah işlediğinizde pişman olur musunuz?" sorusuna Evet diyenlerin oranı % 90, Hayır diyenlerin oranı % 2, Kararsız / Görüş yok oranı % 8 dir.
            "Gusül abdesti alır mısınız?" sorusuna katılımcılardan "Evet, asla gusül abdestim olmaksızın dışarı çıkmam" diyenlerin oranı % 65 iken, "ara sıra gusül abdesti alırım" diyenlerin oranı % 17, "gusül abdestini bilmiyorum / almam" diyenlerin oranı ise % 13, Kararsız / Görüş yok diyenler ise % 5.