Farklı kişilerce
değişik değişik tanımları yapılmış olan iki kavram olan “din” ve “dindar”
kavramları son günlerde gündemde… “Din” kavramı, insanları hem dünya hem de ahiret
saadetine ulaştırmayı gaye edinmiş ilahi bir manzumeler bütünü aslında…
“Dindar” (Dinci değil) da, dinin gereklerini yerine getiren kişiye verilen
isim… Malumdur ki, Türkçede “-der, -dar” eki sahiplik de ifade eder. Bu
yönüyle, kelime olarak “dindar” kavramı “dine sahip” anlamına gelmekte… Kimin
ne kadar dindar olduğunu bilebilmek, ölçebilmek şüphesiz ki mümkün değil.
Kimsenin kalbini yarıp bakamayız ve elimizde “dindarmetre” gibi bir alet de yok.
Ama kişilerin eylemlerinden, dışa vurduklarından, içleriyle ilgili ipuçları
edinebiliriz.
Başbakanımız
Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde “dindar gençlik” yetiştirmek gibi bir
hedeflerinin olduğundan bahsetti. Aslında bu yeni bir şey değil, malûmun ilamı
gibi bir şeydi. Çünkü bundan yaklaşık kırk yıl önce çıkarılmış “Millî Eğitim
Temel Kanunu”nun ikinci maddesinde, Millî Eğitimin amaçları içerisinde nasıl
bir gençlik yetiştirilmek istendiği şöyle aktarılıyor. “Atatürk inkılâp ve
ilkelerine ve Anayasa'da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan; insan haklarına ve Anayasa'nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek.” Millî ve manevî değerlere sahip bir kişi ile dindar bir
kişi arasında ne fark var? Bence fark yok. “Dindar gençlik” söylemi bir hedef
belki de… Özlem duyulan bir ideal… Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli”, Necip
Fazıl’ın “Büyük Doğu Gençliği”, Sezai Karakoç’un “Diriliş Nesli” dediği
“Beklenen Nesil”… Ümit bağlanan, görülen yanlışları düzeltebileceğine inanılan
bir gençlik…
Başbakanımızın
“dindar gençlik” söylemi boşuna söylenmiş bir söz değildi şüphesiz. Kapitalist
sistemin iyice bencilleştirdiği, sadece kendini düşünen, empati yapamayan ve
vicdan, ahlâk, merhamet gibi manevî değerlerin gözünde geçer akçe olmadığı
modern insan, özüne dönmek zorunda. Yoksa zevk ve şehveti kutsayan bu hayat
tarzı, insanı insanlığından uzaklaştırmaya ve daha da aşağılara düşürmeye
namzet. Eski Yunan filozoflarından Sofistlerin ortaya attığı Hedonizm
(Hazcılık) felsefesi sanki hortladı günümüzde. Sadece maddî isteklerin değil
de, manevî zevklerin de olduğunu keşfedebilen bir gençlik yetiştirebilmeliyiz.
Dindar,
kültürüne, ananesine sahip çıkan, millî ve manevî değerlerinin bilincinde bir
gençliğin yetişebilmesi için ilk yapılması gereken okumaktır. Peki, ilk önce
neyi okumalı? Tabi ki, öncelikle Kur’an’ı okumalı… Kitaba, bilgiye dayalı
olmayan bir dindarlık, taassuba dönüşür, bağnazlığa dönüşür. Bilinçli bir
Müslüman, dinine bağlı dindar bir Müslüman, önce kutsal kitabını sonra da
peygamberinin hayatını okumalı, peygamberini tanımalı ve onun sünnetine ittiba
etmeli. Bu iki ipe sıkı sıkıya tutunan kurtuluşa erecektir.
Yazımızı
“dindarlık” konusunda konuşmaya en layık konumlardan birinde olan Diyanet
İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in konuyla ilgili sözleriyle bitirelim…
Dindarlık; yaratıcıya,
kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karşı dürüst, adil, ahlaklı ve
samimi olmaktır.
Dindarlık, başkasını
aşağı, hor hakir görmek değildir. Dindarlık, dinî darlık, bağnazlık, ötekini
tanımamak hiç değildir.
Dindarlığın en temel
ilkesi içtenlik ve samimiyettir. Sanal, görsel ve gösterişçi dindarlık gerçek
dindarlık değildir.
Dindarlık, yaratıcıya
saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur,
muhabbettir; husumet ve kibir değildir.
Dindarlık herkesin iman,
hikmet ve hakikat denizinden avuçlayıp içebildiğidir. Ummanın kendisi değildir
Dinin bizatihi kendisi hiç değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder