Geçenlerde eski bir öğrencim bana
bazı sorular yöneltti. Sorduğu sorulardan derin bir zihnî karmaşa içerisinde
olduğunu ve bocaladığını fark ettim. En temel imanî noktalarda bile çeşitli
sorgulamalarının olduğunu ve bazı şeyleri zihninin tam olarak almadığını
anlattı. Anne – babası, çevresi ve içinde yaşadığı toplumu Müslüman olan
gençlerimiz neden böyle bocalamalara düşüyorlar? Devrimiz bilim ve teknoloji
devri. Pozitivist, materyalist, rasyonalist vb. bakış açılarıyla yazılmış,
anlatılmış birçok doküman var ortada. Zamanımızda her türden bilgiye ulaşmak
çok kolay artık. Bu kolaylık, dinî temeli sağlam olmayan birçok gencimizi
maalesef seküler bir yaşam tarzına sürüklüyor. Birçok gencimiz pratikte deist
denebilecek tanrı anlayışlarıyla yaşamlarını sürdürüyor. Tabir yerindeyse,
“Allah var ama (haşa) benim işime karışmasın” der gibi yaşıyor ve hatta
bazıları içten içe belki de “(haşa) keşke olmasaydı” diyebiliyor. İmanın ilimle
yoğrulması ve tahkik boyutuna ulaşması gerekli günümüzde. Ne demiş bir İslam
mütefekkiri? “Medenîlere galebe ikna iledir.” Peki ne oldu da bu hale geldik
veya getirildik?
Araştırmak, öğrenmenin can damarı
belki de. Soru sormak, sorgulamak Kur’an-ı Kerim’de defalarca kez zikredilen
bir olgu. Bir konuyu tam olarak algılayabilmek için çeşitli bakış açılarından
faydalanarak konuların üzerine yoğunlaşılmalı ve eleştirel bakış açısıyla
konular sorgulanabilmelidir.
Sorgulamak önemli. Soru sormak,
sorabilmek önemli. Fakat sorunun soruluşunda iki sebebin olduğu göz ardı
edilmemeli. Biri hüsn-i niyetle öğrenmek için sormaktır. Diğeri ise soru
sorulan konunun zayıf yönlerini tespite çalışmak veya onun yanlışlığını ispat
etmek için sormaktır. İslam’a karşı bunların ikisi de yüzyıllardır yapılmakta.
İlki daha iyisini öğrenmek,
öğrenebilmek için sormak, sorgulamak. Bazı sorulan sorular haddi aşsa da, hiç
sorulmamasından, sorgulanmamasından ve hep soru işareti olarak kalmasından
iyidir. “Öğrenmek için sormanın, sorgulamanın günahı yoktur.” derler. Hüsn-i
niyetle yapılan bu sorgulamalar daha iyiyi öğrenmek içindir ve mutlaka bu tür
sorular ve sorgulamalar olmalıdır.
Diğeri ise alt etmek için, devirmek
için yapılan sorgulamadır. Yüzyıllardır İslam dışı inanç gruplarından veya
ateistlerden birçok oryantalist (müsteşrik, şarkiyatçı) İslam’ın açığını
bulmak, eleştirmek veya (haşa) yanlışlığını ispat etmek için birçok
araştırmalar yaptılar; kitaplar ve makaleler yazdılar. Lakin bu saldırılar,
İslam’ın yıkılmaz ve yıkılamayacak surlarında küçük bir gedik dahi açamadı ve
açamayacak. Fakat bu saldırılar bazı Müslümanların kalelerinde gedikler açtı ve
bu gediklerden bazıları öyle büyüdü, öyle büyüdü ki; Müslümanların o surlarını
parçaladı. Bu memleket neler görmedi ki? Ateist olduğunu söyleyen müftüler bile
gördü.
Peki neden? Neden bu hallere düştük?
Bu halde kaldık? İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren İslam’a karşı gelen bu
saldırılara ve tecavüzlere karşı Müslüman ilim adamları çeşitli cevaplar
verdiler ve onları susturdular. O kadar ki, kocaman bir kelam bilim dalını
geliştirdiler. Şimdi ise maalesef bu sahada yeni fikirler pek yok. Eskiden
yazılanlar tekrar edilip duruluyor çoktan çoğa. Günümüzde zararlı yayınların
çoğu sanal âlem yoluyla ulaştırılıyor insanlara. Tabi ki, sanal âlem dışında
diğer yollar ve yöntemler de kullanılıyor. Fakat denetimi daha zor olan sanal
âlemde bu türden yayınlar daha yoğun. Gençlerimiz bu denetimsiz ortamda “kurtun
karşısındaki kuzu” misali karşılaştıkları bu saldırılara yem olabiliyorlar. Karşılaşılan
kafa karıştırıcı sorular gönülleri kirletiyor. Öğrendiği statik din anlayışıyla
çözemediği bu soruları, bu konuları iyi bildiğini düşündüğü bazı kişilere, bazı
“hoca”lara soran genç dimağlar tam ikna edilemiyor. Veya soru sorduğu insanlar
“Sus! Dinden çıkarsın. Fazla düşünme kafayı yersin.” gibi bazı söylemlerle
kafalarındaki soru işaretlerini gidermek yerine, soruları katmerleştiriyorlar,
katranlaştırıyorlar. Çünkü soruya muhatap olanlar da soruya Fransız. Belki,
cahillikleri ortaya çıkmasın veya toplumda bilinen “hoca”lık itibarları yerle
bir olmasın diye bir insanın gönlünü şeytanın eline teslim ediyorlar.
Bu meselenin çözümünü kaliteli din
eğitiminde görüyorum ben. Çocuklarımıza daha küçük yaştan itibaren devlet
eliyle kaliteli bir din eğitimi verilebilmeli. Yoksa bu kuzular, o kurtlara
daha çok yem olurlar…
Not:
Yazımızın başlığı aslında Emine Şenlikoğlu’nun bir kitabının adıdır. Fakat
yazılanların o kitapla alakası yoktur. Tamamen özgündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder