‘Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de
birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul
edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim”
demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul
eder” demişti. “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni
öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan
Allah’tan korkarım.” “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını
da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.” Derken
nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece
ziyan edenlerden oldu.’ (Maide Suresi, 27-30)
‘Kardeşleri dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve
kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir
yanılgı içindedir.” “Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece
size yönelsin. Ondan sonra (tövbe edip) salih kimseler olursunuz.” Onlardan bir sözcü, “Yûsuf’u öldürmeyin, onu
bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer
yapacaksanız böyle yapın” dedi.Babalarına
şöyle dediler: “Ey babamız! Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Hâlbuki
biz onun iyiliğini isteyen kişileriz.” “Yarın onu bizimle beraber gönder de gezip
oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz.”Babaları, “Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersiz iken onu
kurt yer, diye korkuyorum.” Onlar da, “Andolsun biz kuvvetli bir topluluk iken
onu kurt yerse (o takdirde) biz gerçekten hüsrana uğramış oluruz” dediler.
Yûsuf’u götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman biz de ona,
“Andolsun, (senin Yûsuf olduğunun) farkında değillerken onların bu işlerini sen
kendilerine haber vereceksin” diye vahyettik. (Yûsuf’u kuyuya bırakıp)
akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. “Ey babamız! Biz yarışa girmiştik.
Yûsuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş.
Her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın” dediler.’ (Yusuf Suresi, 8-17)
Bu günlerde ülkemiz çok zorlu bir süreçten geçiyor. Aynı kıbleye yönelen,
aynı secdeye baş koyan insanlar sanki birbirlerine hasım kesildiler. Ne
olduğunu anlamak gerçekten çok güç. Bireysel olarak, Allah’a dua etmekten başka
bir şey gelmiyor elimizden. Ne oldu da böyle oldu, nasıl oldu da bu hale geldik
anlayabilmek hakikaten zor. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâla ‘Mü’minler ancak
kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten
sakının ki size merhamet edilsin.’ (Hucurat Suresi, 10) buyuruyor. Tüm
inananları kardeşlik paydasında toplayan dinimizin bu kutsî mesajına göre
hareket etmemiz gerekmez mi? Birbirini daha dinlemeden, hüküm verenler bunu
nasıl yapıyorlar anlamak mümkün değil. Kerbela’da Hz. Hüseyin’i ve Ehl-i Beyt’i
şehit edenler de kendilerini Müslüman olarak adlandırıyorlardı. Yani ayetin
kardeşlik paydasında topladığı zümrenin içinden sayıyorlardı kendilerini.
Yukarıda verdiğimiz ayetlerde de Hz. Âdem’in iki oğlundan biri diğerini
öldürüyor; diğer ayetler de ise Hz. Yusuf kardeşleri tarafından kuyuya atılarak
ölüme terkediliyordu. Bu eylemleri yapanlar gerçek kardeşlerdi bir de üstelik.
Tabi ki, Müslümanlık ortak çatısı altında değilse din kardeşliği, öz
kardeşliğin bile önüne geçer ama Hz. Yusuf’a o kötülüğü yapan kardeşlerin veya
Hz. Adem çocuklarından katil olanın Müslüman olmadıklarına dair bir ibare de
yoktur. Hem din kardeşi hem gerçek kardeşine yapılmış kötülüklerdi bunlar.
Kardeşlerin birbirlerine karşı bu tavırlarını olumsuz olarak vasfeden
Kur’an-ı Kerim, tüm inananları kardeş kabul ediyor. Bize ne oluyor ki, kardeş
kavgasından neredeyse zevk alır olduk. Yıllarca bu memlekette kardeş kardeşi
kırdı; yetmedi mi? Türk - Kürt, Alevî – Sünnî, Laik – Anti Laik vs.
bölünmüşlüklerle yıllarca nifak tohumları ekildiği yetmedi mi? Şimdi de daha
farklı bir senaryo mu deneniyor?
Peki, toplumda ihtilaflar olamaz mı? Farklı düşünceler olamaz mı? Olur,
tabi ki ve hatta olmalı. Ama bu kardeşlik hukuku
çerçevesinde olmalı. Dinimiz tüm aşırılıklardan bizi men ederken aşırı uçlarda
dolanmak sadece düşman sevindirir. Yazımı bir internet sitesinde okuduğum ve
çok hoşuma giden bir sözle bitirmek istiyorum. ‘Bizim sorunumuz; ihtilafın
varlığı değil, ihtilaf ahlâkının yokluğudur.’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder