Ölüm üzerine birçok sözler söylendi,
birçok şeyler yazıldı, çizildi. “Hayatın iki ana gerçeği vardır.” derler;
“doğum ve ölüm.” Dinimizce ölüm bir yok
oluş değil bir tebdil-i mekan olarak görülmüştür. Ölüm dünya hayatının bitimi,
ahiret yaşantısının başlamasıdır. Yani tabir yerindeyse ölüm, ahirete
doğmaktır. Ölüm insanın gerçek vatanını arayışı, gerçek vatanına ulaşma
çabasıdır. Şüphesiz her Müslüman cenneti ister. Cenneti elde etmek demek, ilk
atamız olan Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaratıldıklarında konuldukları ilk yeri
istemek demek yani ilk atamızın ilk memleketini.
Ölüme her an hazır olmalıdır
Müslüman. Yaptığı veya uzak durduğu, yapmadığı her hareketin, her davranışın, İslam’a
uygunluğunu düşünmelidir. Müslüman olduğunu söyleyen kişi mutlaka her
davranışını Kur’an ve Sünnet filtresinden geçirmelidir. Her atacağımız adımı
bunu düşünerek atarsak işte o zaman inananlara vaat edilen cennete
ulaşabiliriz.
Dün hata ve sevabıyla geçmiştir.
Geçen günleri geri getirmek mümkün değil. Yarın yaşayacağımıza dair elimizde
bir belge de olmadığına göre, içinde bulunduğumuz bu anı, bu saati, bu günü
Allah’ın rızasına uygun yaşamaya çalışmalıyız. Bizim belki de en çok
ıskaladığımız şey ölüm. Cenazelere gidiyoruz, mezarlıklara gidiyoruz ama ölüm
bizim için değilmiş gibi geliyor. Ve belki de hiç ibret nazarıyla bakmıyoruz
ölüme. Ama dedik, ölüm hayatın en büyük
gerçeği. Hiç ölmeyeceğiz zannediyoruz, ölümü kendimize hiç yakıştıramıyoruz.
Sanki ölüm sadece başkaları için var; bize hiç dokunmayacak zannediyoruz veya
dokunmasını istemiyoruz. Bu düşüncelerin en büyük sebebi belki de kendini ölüme
hazır hissetmemek. Daha doğrusu ahiret için hazır hissetmemek. Şu da bir gerçek
ki; hiç kimse ben tam anlamıyla ölüme hazırım diyemez. Kimse kendisi için
cenneti garanti göremez. Müslüman her daim korku ve ümit arasında olmalı.
Cehennemden korkmalı, cenneti ümit etmeli. Ne kadar günah işlerse işlesin ne
cehennemi garanti görerek, “Ben zaten cehennemliğim, istediğimi yapayım o
zaman.” demeli, ne de “Ben ibadetlerimi aksatmadan yapıyorum, iyi de bir
adamım. Ben gitmeyeyim de cennete kim gitsin?” diye düşünmemelidir. “Cennet
ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil.” der Bediüzzaman.
Peygamber efendimiz “Ağız tadını
bozan ölümü çok hatırlayınız” (Tirmizi, Zühd, 4. IV, 553) buyuruyor. Yani ölümü
hatırlamak bize hoş gelmiyor belki, ağzımızın tadını kaçırıyor ama ölümü
unutmayın, her an aklınızda bulundurun, öldükten sonra ahiret var, hesap var
diyor peygamber efendimiz. Unutmamak lazım ki, insan öldükten sonra yaptığı iyi
veya kötü, doğru veya yanlış her şeyin hesabını verecek. Müslüman’ın muhakkak
bu şuurla hareket etmesi gerekli.
Meşhur bir söz vardır. Denir ki;
“Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.” Ölümün cennet için ana
kapı olduğunu bilir ve bu idrakle hayatımızı devam ettirirsek inanıyorum ki
daha dengeli bir hayat sürmüş oluruz.
Peygamber efendimiz bir hadis-i
şeriflerinde; “Cenazeyi, ehli, (hısım, akraba ve aile) malı ve ameli olmak
üzere üç şey takip eder. Bunlardan ikisi geri döner, bir tanesi kalır. Ehli ve
malı geri döner, ameli yanında kalır.” (Buhari, Rikak, 42 VII,193; Müslim,
Zühd, 5, III, 2273) buyuruyor. Unutulmamalıdır ki; cennet için en önemli ahiret
azığı ameldir.
İnsan çevresinde başka insanlar
olmayınca, arkadaşı, akrabası, ailesi olmayınca garibanlaşır, kendini yalnız
hisseder. İnsan için dünyadaki en büyük dayanak çevresindeki insanlar muhakkak.
İşin cilvesine bakın ki; insan öldüğü zaman mezara kişiyi açılmış çukurun içine
girerek en yakınlarından biri kendi elleriyle koyar. Bu kişi bazen baba olur,
bazen kardeş, bazen de oğul. Yani en yakınındaki kişi. Tahtalar konur ve
toprağı da mezara yine en yakınları atar, hem de bir aceleleri varmış gibi seri
ve hızlı bir şekilde. Biri yorulunca küreği yere bırakır ve hemen küreği diğeri
alır. Sonra belki biraz daha bekleşirler mezarın başında ve herkes gider, kimse
kalmaz. Belki senin için dünyayı karşılarına alanlar, sen olmadan bu dünyanın
boş, çekilmez olduğunu söyleyenlerin hepsi sırtlarını dönerek gider. İşte artık
yalnızsın, teksin. Bu dünyaya da yalnız gelmiştin. Şaşılacak şey ki; doğduğunda
sen ağlarken, etrafındakiler gülüyordu; şimdiyse çevrendekiler ağlıyor. Senin
gülüp gülmemense peygamberimizin yukarıdaki beyanındaki amellerine bağlı.
Kendimize hiç yakıştırmadığımız o
ölüm, bir gün bizi de bulacak. O nedenle her an ölüme hazırlıklı olmalı,
kendimizi asla vazgeçilmez ve unutulmaz diye düşünmemeli. Çünkü kendini
dünyanın hakimi zannedenler de öldü; en unutulmaz olacağını zannedenler de
unutuldu. Senai DEMİRCİ’nin bir sözüyle bitirelim yazımızı; “Unutulacaksın,
unutulduğun dahi unutulacak.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder