2 Eylül 2015 Çarşamba

HAYATIN EN BÜYÜK GERÇEĞİ: ÖLÜM


            Ölüm üzerine birçok sözler söylendi, birçok şeyler yazıldı, çizildi. “Hayatın iki ana gerçeği vardır.” derler; “doğum ve ölüm.”  Dinimizce ölüm bir yok oluş değil bir tebdil-i mekan olarak görülmüştür. Ölüm dünya hayatının bitimi, ahiret yaşantısının başlamasıdır. Yani tabir yerindeyse ölüm, ahirete doğmaktır. Ölüm insanın gerçek vatanını arayışı, gerçek vatanına ulaşma çabasıdır. Şüphesiz her Müslüman cenneti ister. Cenneti elde etmek demek, ilk atamız olan Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaratıldıklarında konuldukları ilk yeri istemek demek yani ilk atamızın ilk memleketini.
            Ölüme her an hazır olmalıdır Müslüman. Yaptığı veya uzak durduğu, yapmadığı her hareketin, her davranışın, İslam’a uygunluğunu düşünmelidir. Müslüman olduğunu söyleyen kişi mutlaka her davranışını Kur’an ve Sünnet filtresinden geçirmelidir. Her atacağımız adımı bunu düşünerek atarsak işte o zaman inananlara vaat edilen cennete ulaşabiliriz.
            Dün hata ve sevabıyla geçmiştir. Geçen günleri geri getirmek mümkün değil. Yarın yaşayacağımıza dair elimizde bir belge de olmadığına göre, içinde bulunduğumuz bu anı, bu saati, bu günü Allah’ın rızasına uygun yaşamaya çalışmalıyız. Bizim belki de en çok ıskaladığımız şey ölüm. Cenazelere gidiyoruz, mezarlıklara gidiyoruz ama ölüm bizim için değilmiş gibi geliyor. Ve belki de hiç ibret nazarıyla bakmıyoruz ölüme.  Ama dedik, ölüm hayatın en büyük gerçeği. Hiç ölmeyeceğiz zannediyoruz, ölümü kendimize hiç yakıştıramıyoruz. Sanki ölüm sadece başkaları için var; bize hiç dokunmayacak zannediyoruz veya dokunmasını istemiyoruz. Bu düşüncelerin en büyük sebebi belki de kendini ölüme hazır hissetmemek. Daha doğrusu ahiret için hazır hissetmemek. Şu da bir gerçek ki; hiç kimse ben tam anlamıyla ölüme hazırım diyemez. Kimse kendisi için cenneti garanti göremez. Müslüman her daim korku ve ümit arasında olmalı. Cehennemden korkmalı, cenneti ümit etmeli. Ne kadar günah işlerse işlesin ne cehennemi garanti görerek, “Ben zaten cehennemliğim, istediğimi yapayım o zaman.” demeli, ne de “Ben ibadetlerimi aksatmadan yapıyorum, iyi de bir adamım. Ben gitmeyeyim de cennete kim gitsin?” diye düşünmemelidir. “Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil.” der Bediüzzaman.
            Peygamber efendimiz “Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız” (Tirmizi, Zühd, 4. IV, 553) buyuruyor. Yani ölümü hatırlamak bize hoş gelmiyor belki, ağzımızın tadını kaçırıyor ama ölümü unutmayın, her an aklınızda bulundurun, öldükten sonra ahiret var, hesap var diyor peygamber efendimiz. Unutmamak lazım ki, insan öldükten sonra yaptığı iyi veya kötü, doğru veya yanlış her şeyin hesabını verecek. Müslüman’ın muhakkak bu şuurla hareket etmesi gerekli.
            Meşhur bir söz vardır. Denir ki; “Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.” Ölümün cennet için ana kapı olduğunu bilir ve bu idrakle hayatımızı devam ettirirsek inanıyorum ki daha dengeli bir hayat sürmüş oluruz.
            Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde; “Cenazeyi, ehli, (hısım, akraba ve aile) malı ve ameli olmak üzere üç şey takip eder. Bunlardan ikisi geri döner, bir tanesi kalır. Ehli ve malı geri döner, ameli yanında kalır.” (Buhari, Rikak, 42 VII,193; Müslim, Zühd, 5, III, 2273) buyuruyor. Unutulmamalıdır ki; cennet için en önemli ahiret azığı ameldir.
            İnsan çevresinde başka insanlar olmayınca, arkadaşı, akrabası, ailesi olmayınca garibanlaşır, kendini yalnız hisseder. İnsan için dünyadaki en büyük dayanak çevresindeki insanlar muhakkak. İşin cilvesine bakın ki; insan öldüğü zaman mezara kişiyi açılmış çukurun içine girerek en yakınlarından biri kendi elleriyle koyar. Bu kişi bazen baba olur, bazen kardeş, bazen de oğul. Yani en yakınındaki kişi. Tahtalar konur ve toprağı da mezara yine en yakınları atar, hem de bir aceleleri varmış gibi seri ve hızlı bir şekilde. Biri yorulunca küreği yere bırakır ve hemen küreği diğeri alır. Sonra belki biraz daha bekleşirler mezarın başında ve herkes gider, kimse kalmaz. Belki senin için dünyayı karşılarına alanlar, sen olmadan bu dünyanın boş, çekilmez olduğunu söyleyenlerin hepsi sırtlarını dönerek gider. İşte artık yalnızsın, teksin. Bu dünyaya da yalnız gelmiştin. Şaşılacak şey ki; doğduğunda sen ağlarken, etrafındakiler gülüyordu; şimdiyse çevrendekiler ağlıyor. Senin gülüp gülmemense peygamberimizin yukarıdaki beyanındaki amellerine bağlı.

            Kendimize hiç yakıştırmadığımız o ölüm, bir gün bizi de bulacak. O nedenle her an ölüme hazırlıklı olmalı, kendimizi asla vazgeçilmez ve unutulmaz diye düşünmemeli. Çünkü kendini dünyanın hakimi zannedenler de öldü; en unutulmaz olacağını zannedenler de unutuldu. Senai DEMİRCİ’nin bir sözüyle bitirelim yazımızı; “Unutulacaksın, unutulduğun dahi unutulacak.”         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder