Önümüzdeki perşembe, kurban
bayramının birinci günü…
Kurban, Hz. Âdem’den bu yana olan
bir ibadet. Hayvan boğazlama şeklinde yaptığımız kurban ibadetiyse, Hz.
İbrahim’den ümmetimize miras. İnsanlığın her döneminde kurban olmuş. Kurban
ibadeti olmayan bir din yok gibi. Her inanç kendince kutsal gördüğü veya kutsal
olarak algıladığı varlıklara kurbanlar adamış veya kesmiş. Yahudiler
bitkilerden de kurban olabileceğini düşünürken, Hıristiyanlarsa Tanrı oğlu
Mesih’in çarmıhta kanının akmasını kurban olarak algılamış ve çarmıhta Hz.
İsa’nın tüm insanlık için kendini feda ettiğine inanmış. Yapageldikleri ekmek
şarap ayinlerindeki şarabı Hz. İsa’nın kanı, ekmeği de eti olarak
sembolleştirmiş, şaraplı ekmeği yemekle de Hz. İsa ile bütünleşeceklerine
inanmışlar. Yine tarihin çeşitli dönemlerinde değişik bölgelerde bulunan farklı
farklı inançlardaki insanlar, kendi hemcinsleri olan insanları bile Tanrılarına
kurban olarak sunabilmişlerdir.
Dinimizdeki kurban geleneği ilk
insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den gelen bir dini gelenek. Hayvan boğazlama
şeklindeki kanlı kurban ise Hz. İbrahim’den günümüze kadar uygulanagelmiş. Burada
Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etme olayını da anımsamak gerek. Hz.
İbrahim’in ilerlemiş yaşına rağmen çocuğu olmamış ve O da Allah’a kurban etmeye
söz vererek bir evladının olması için dua etmiş. Duası gerçekleşip, bir oğlu
olmuş Hz. İbrahim’in. Hz. İsmail… Hz. İsmail de babası Hz. İbrahim gibi
peygamber olacaktır zaten. Hz. İsmail biraz büyüyüp de gezip oynayacak yaşa
geldiğinde kurban etmek için verdiği sözü tutması istenir, Hz. İbrahim’den.
Peygamber oğlu peygamber olan Hz. İsmail’e, Hz. İbrahim emredildiği şeyi
aktarınca; Hz. İsmail “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni
sabredenlerden bulacaksın, der.” (Saffat Suresi, 102) Hz. İbrahim oğlu İsmail’i
kurban etmek üzere yatırır fakat bıçak İsmail’i kesmez. Gökten melek bir koç
ile iner ve onun yerine bunu kurban et diyerek, günümüze kadar gelen kurban
geleneğini de başlatmış olur. Peygamber efendimizin de her yıl muhakkak kurban
kestiğine dair kuvvetli rivayetler mevcuttur.
Günümüze kadar gelen kurban
geleneğinin iki önemli aktörü olan Hz. İbrahim ve Hz. İsmail rollerine bürünmek
ve düşünmek lazım belki de bu bayramda…
Önce Hz. İbrahim olalım…
Bir baba düşünün, yıllarca çocuğu
olmamış. Dualar etmiş yalvarmış, bir erkek evlat istemiş. Hatta eşi Sare bu
isteğini bildiği ve ona bir evlat veremediği için cariyeleri olan Hacer’i eşiyle
evlendirmek için çabalamış ve eşini bu evliliğe ikna etmiş. Hz. İbrahim
ilerlemiş yaşına rağmen ikinci eşi olan Hacer’den bir erkek evlat sahibi olmuş.
Yıllardır özlemle beklediği oğlunu kurban etmesi için verdiği söz ilahî beyanla
hatırlatıldığında, bu vazifeyi yerine getirmek için yıllarca özlemle beklediği
evladını bıçağın altına yatırabilmiş. Bıçağı vururken; “Nasılsa bu bıçak
kesmez, ben peygamberim; Allah bana acır” düşüncesinde değil, emri bihakkın
yerine getirmek düşüncesindedir. Yani Hz. İbrahim’in içinde bir pazarlığı
yoktur. Fakat o bıçak kesmez. Feda edecektir Allah için en sevdiğini. Yıllarca
özlemle beklediği, gözünün önünde gezip oynarken belki de keyiflendiği
yavrusunu. Feda edebilecektir. Şimdi şöyle bir düşünmek lazım. Hz. İbrahim
Allah için oğlunu bile feda edebilecekken; biz Allah için nelerimizi feda
edebiliriz veya neleri feda edebiliyoruz?
Şimdi de Hz. İsmail olalım…
Küçük yaşta olmasına rağmen
peygamber oğlu peygamber Hz. İsmail, Allah’ın emri babası tarafından kendisine
tevdi edildiğinde, tam bir teslimiyetle, pazarlıksız, hiç ikiletmeden;
“Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın,
der.” (Saffat Suresi, 102) Yani, “Eğer, Allah verdiği canı yine kendi yolunda,
kendi emriyle alınmasını istiyorsa işte boynum, vur bıçağı, ayır gövdemden”
diyebilmiştir. Bunu diyebilen Hz. İsmail; bu sözleri söylediğinde daha küçük
bir çocuktur. Ve bıçağın altına boynunu uzattığında da nasılsa bu bıçak kesmez
düşüncesinde değildir Hz. İsmail. Biz inancımız için, dinimiz için bırakın
boynumuzu, canımızı, rahatımızdan taviz veremezken Hz. İsmail canından
vazgeçebilmiştir.
Bu sahnede bir kişi eksik değil mi?
Evet. Hz. Hacer…
Ya Hacer olabilmek, Ya Hacer
olabilmek kolay mıdır? Evladını bile bile ölüme göndermek? Hem de, evladını
kesecek olan da babası. Hacer’in duyguları yok muydu? Hissiz bir kadın mıydı
sizce? Hayır, elbette ki öyle değildi. Ama Allah’ın emri karşısında eşi ve
çocuğu gibi O da tam bir teslimiyet içerisindeydi. Var mıdır, Hacer gibi ana?
NOT: Arefe günü sabah namazından
başlayarak kurban bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar (ikindi namazı
da dâhil) "Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber.
Allahu ekber ve lillahi'l-hamd" şeklinde 23 vakit namazın farzı
kılındıktan hemen sonra teşrik tekbirlerinin getirilmesi vaciptir. Unutulması
veya terk edilmesi halinde kazasının yapılması gereklidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder