Günümüzde İslam’ı tebliğ değil
maalesef İslam’ı temsil sorunu yaşanmakta. İslam’ı anlatan, aktaran kişi bolca.
Fakat bu anlatan ve aktaranların bir kısmı da belki dahil dinin gereklerini
yerine getirmiyor veya gereklerini yerine getiriyormuş gibi davranıyor. Yani
konuştuğumuz, anlattığımız şeyleri yaşamıyoruz.
Peygamber efendimiz İslam dininin
yaşanmasında en büyük örnek muhakkak. Ama birçoğumuz hayatı hakkında doğru
dürüst bilgiye dahi sahip değil. Bir kişiyi örnek almak için önce o kişiyi
tanımak lazım. Tanımak içinde ya tanışmak ya da hakkında yazılanları ve
hayatını anlatanları okumak. Peygamber efendimiz günümüzde yaşamadığına göre o
halde hayatı ve yaptıkları hakkında bilgi sahibi olmak lazım.
Peygamber efendimiz “Namazı benden
nasıl görüyorsanız öyle kılın (Buhari; Ezan, 18)” derken kendinin en büyük
örnek olduğunu aktarıyordu yanındaki sahabe-i kirama. Müslümanlar için en büyük
örnekliğe sahip peygamberimizi kendisine risalet görevi verilmezden evvel dahi
çevresindeki insanlar Muhammedü’l – Emin (Güvenilir Muhammed) olarak
isimlendiriyorlardı. Hicretten hemen önce Hz. Ali’yi kendi yatağına yatırırken kendisini
öldürmek için dışarıda bekleyenlerle aynı inanca sahip bazı müşriklerin
emanetlerini geride kalıp sahiplerine vermesini istiyordu Rasulullah Hz.
Ali’den. Müslüman olmasalar bile bazı müşrikler hala en güvenilir kişi olarak
peygamberimize itimat ediyorlardı demek ki. Günümüzde yaşayan Müslümanlar ne
kadar güvenilir? “Müslüman elinden ve dilinden diğer Müslümanların selamette
olduğu kimsedir (Buhari; İman, 3)” buyuruyor peygamberimiz. Ne oldu da biz
Müslümanlara güvenilmez insanlar haline geldik? “Müslümanım” deyip; camiye
giden, yan yana saf tutan iki mü’min neden birbirine güvenemez hale geldi? Bu
hale nasıl geldik? Nasıl getirildik? Ahlakî normlarımız her geçen gün biraz
daha yozlaşmakta.
Dinimizde “inanç ve davranış”
ilişkisi çok önemli. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette Allah-u Teala “iman etmek”
yani inançla, “amel etmek” yani inandığın şeyleri hayata geçirmeyi,
davranışlara dökmeyi bir arada zikretmekte. (Bakara, 62; Hacc, 50; Talak, 11;
İnşikak, 25; Asr, 3; ilh.) Bu beraberlik de gösteriyor ki; sadece “inandım”
demek yetmiyor. İnandığın şeyi yaşamak, inandığın şeyleri eyleme geçirmek de
gerekiyor. Günümüz Müslümanlarından kime sorsanız “Elhamdülillah Müslümanım”
cümlesini ta içten söylüyor. Fakat yaşamlara baktığımızda Müslümanca bir yaşam
şeklinin olmadığını maalesef görmekteyiz.
Milli Gazete’de yayınlanan bir ankette
“Ahlakî değerlerin bozulmakta olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna
katılımcıların % 86’sı “Evet” cevabını vermişlerdir. Bu yazıyı okuyan birçok
kişinin de bu cevabı vereceği kanısındayım. Gençlere sorulan “Namaz kılıyor
musunuz?” sorusuna katılımcıların sadece % 27,5’i “Evet” cevabını veriyor. Hiç
namaz kılmadığını ifade eden gençlerin oranı ise % 15,5. Peygamberimizin “dinin
direği (Tirmizi; İman,8)” olarak nitelediği ve “Müslümanım” diyen herkesin
günde en az beş vakit kılması gerekli olan bir ibadeti gençlerimizin % 15,5’lik
bir kısmı hiç kılmadığını ifade ediyor ve biz “Bu memleketin %99’u Müslüman”
diyoruz. Burada bir çelişki yok mu? Yine yapılan ankete göre %31’lik bir kesin
Kur’an-ı Kerim okumayı bilmiyor. Yani Türkiye’de yaşayan ve Müslüman olduğunu
söyleyen her üç kişiden biri Kur’an-ı Kerim okumayı bilmiyor. Okumayı bildiğini
söyleyen veya okuyan kişilerden acaba yüzde kaçlık bir kesim tam anlamıyla
tecvitli, kıraate uygun harflerin mahreç ve sıfatlarına uygun okuyabiliyor o da
şüpheli. Kur’an’ın Anlamıyla Buluşma Platformu (KAB) tarafından ANAR’a
yaptırılan bir ankete göre Türkiye’de Kur’an-ı Kerim’i mealinden bir kez olsun
tamamını okuyanların oranı sadece %24. %76’lık bir kesim ise okumamış. “Arapça
metni okurken zorlanıyorum, okuyamıyorum” diyenler, Türkiye’de okur yazarlık
oranı neredeyse %100. Türkçe mealini neden okumuyoruz?
Velhasıl; samimi değiliz arkadaş.
İnandık diyor, fakat gereklerini yerine getirmiyoruz. Din kuru kuruya inandım
demekle biten bir olgu değil. İslam dini hayatın her alanına hitap eden ve
hayatın her alanını etkisine alan bir din. Samimiyet önemli her şeyden önce.
Önce samimi olmalı ve samimi bir kalple “inandım” demeli ve din neyi
gerektiriyorsa sorgusuz, sualsiz, önkoşulsuz gereklerini yerine getirmeliyiz.
Hz. Ömer’in (r.a.) güzel bir sözüyle bitirelim.
“İnandığınız gibi yaşamazsanız,
yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder