2 Eylül 2015 Çarşamba

Kimliksizleşen Dilimiz Ve Osmanlı Türkçesi


“Türkçe, ağzımızda anamızın ak sütü gibidir” diyordu Yahya Kemal. Acaba hangi dildi bahsettiği bu Türkçe? Acaba şu an konuştuğumuz dil mi? “Türkçe diye bahsettiği dil bugün konuşulan Türkçe’den başka ne olabilir ki? Şimdiki konuştuğumuz dil tabi.” dediğinizi duyar gibiyim. Ben aynı kanaatte değilim sizinle. “Ne yani şimdiki mi Türkçe değil, yoksa o dönemdeki mi?” diyeceksiniz değil mi? Evet, diyeceksiniz. Doğru, ikisi de Türkçe. O dönemde konuşulan da şimdiki de Türkçe. Ama farkı var. Nedir fark? Şimdiki konuştuğumuz ve yazdığımız dil biraz kuşdiline dönüştürülmüş bir Türkçe.
Yahya Kemal Osmanlı’nın son dönem, Cumhuriyetin ise ilk dönem şairlerinden, ki divan şiirinin de son dönem en büyük temsilcilerinden… Türkçe’yi anasının ak sütüne benzetirken, o dönemde konuştuğu ve şiirlerini kaleme aldığı dilden bahsediyor. Yani, o dönem insanının anladığı fakat şimdiki aydınımızın dahi anlamakta güçlük çektiği dilden… Neredeyse İstiklal Marşımızı dahi birileri tefsir etmeden anlayamaz hale geldik.

Osmanlı Türkçesi, içinde Arapça, Farsça dillerinden girmiş terkipleri de bulunduran ve Arap harfleri ile yazılan bir Türkçe… Yani yabancı bir dil değil. Televizyonlarda tartışılırken vatandaş diyor ki: “Osmanlıca öğreteceğinize İngilizce öğretin, tarihin derinliklerinde kalmış bir dilin bize ne faydası olacak?” Yaa, bu öğretilen yabancı bir dil değil ki. Öz be öz bizim olan bizden olan dil, yani Türkçe.
Son dönemlerde tartışıldı “Osmanlı Türkçesi Dersleri okullarda okutulsun mu okutulmasın mı?” diye. Ne kadar saçma bir tartışmaydı aslında bu. Neyi tartıştık biz? Analarımızın ak sütüne benzetilen dili öğrenelim mi, öğrenmeyelim miyi? Çocuklarımıza öğretelim mi, öğretmeyelim miyi? Ne demektir bir neslin, dedesinin yazdığı, okuduğu metni okuyamaması. Latin harfleri ile yazılmış Türkçe’ye karşı değiliz – ki zaten şu anda o harflerle yazıyoruz – fakat neden Arap harfleri ile yazılmış Türkçe’den bu kadar korkuluyor? Neden gençliğin atalarının yazdığı harflerle tanışması bu kadar sakıncalı görülüyor birilerince? Yoksa yine mi “Laiklik elden gidiyor?”.
İçindeki Arapça ve Farsça terkiplerin çokluğundan o Türkçe’yi yabancı dil zanneden “yerli yabancılar” varsa onlara da artık ne demeli bilmem. Mutlaka o zamanki terkipler yeniden öğretilsin değil zaten düşüncemiz. Keşke öğretilebilse, o söz zenginliği keşke tekrar elde edilebilse. Ama şu an biz konuştuğumuz kelimelerin Arap harfleri ile yazılmış haline de razıyız. Bunun adı da aslında “Osmanlı Türkçesi” değil, “Arap harfleri ile yazılmış Türkiye Türkçesi” olur herhalde. Keşke o terkipleri, o söz zenginliğini yeniden öğrenip kullanabilsek de öğrenim hayatımız boyunca sınıfların başköşesinde duran “İstiklal Marşımız”da “Gençliğe Hitabe”de ne dendiğini tam olarak anlayabilsek. 4+4+4 zorunlu eğitim sistemi ile en az 12 yıl her gün karşılarında gördüğü ve sanki ne olduğu anlaşılmayan tılsımlı sözler gibi duran o sözleri anlayabilsek. Ne kadar acı aslında değil mi? Her gün bak ama anlama… Biraz ağır olacak ama aklıma tren ve öküz hadisesi geliyor. Ne de olsa o da trenin işinden bir şey anlamıyor. Ne diyelim… Bizi bu hallere düşürenler utansın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder