2 Eylül 2015 Çarşamba

Peygamberimizi Nasıl Anlatma/ma/lıyız?


Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (SAV) nebilerin sonuncusudur. Allah-u Teala Peygamberimizi rahmet vesilesi olarak göndermiştir. Peygamberimiz tüm insanlığa gönderilen yegane peygamberdir. Peygamberimizin hitabı yaşadığı devirden kıyamete kadar yaşayacak tüm insanlaradır ki; o nedenle Peygamberimizin mesajı çağlar üstüdür, evrenseldir.
Mesajı tüm insanlığa olan son nebinin bu kutlu emanetini tüm insanlığa duyurmak ve ulaştırmak da muhakkak ki her mü’minin de görevidir. O nedenle tüm İslam coğrafyasında yüzyıllardır Peygamberimizin insanlığa nasıl anlatılması gerektiğine dair kafa yorulmuştur. Peygamberimizin nasıl anlatılması gerektiğine dair kafa yorulmuştur ama belki de konuyu tam anlayabilmek ve anlatabilmek için soruyu bazen tersten sormak gerekiyor. Bazen ne yapacağını tam olarak bilebilmek için ne yapmaman gerektiğinin farkında olman gerekiyor. O nedenle biz de soruyu bir de tersten soralım. “Peygamberimizi nasıl anlatmalıyız?”a değil de “Peygamberimizi nasıl anlatmamalıyız?” sorusuna kafa yoralım.

Kur’an-ı Kerim’de “en güzel örnek” olarak nitelenen, ümmetinin önünde yegane lider olan peygamberimiz biz ümmetine her yönüyle örneklik teşkil etmektedir. Yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi peygamberlerin neden melek değil de insan olduğu sorusunun cevabında, yeryüzünde dolaşan melekler olsaydı onlara ancak melek peygamberin gelebileceği ifade edilmekteydi. Yani her millete kendi cinsinden peygamber gönderilmiştir ki; kanaatimize göre eğer insanlara gönderilen peygamber insan değil de melek olmuş olsaydı insanlara tam olarak örneklik teşkil edemezdi. Kavimlerinin peygamberlerine yüklemeye çalıştıkları veya onların olmasını istedikleri olağanüstülükleri Allah peygamberlerine yüklememektedir. O nedenle peygamberimizin dilinden Allah, Fussilet Suresinin 6. ayetinde “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” diye buyurmaktadır. Yani peygamberimiz ve peygamberler insandır ve Allah’ın kuludur. Ama peygamberleri diğer insanlardan ayıran çok önemli bir fark vardır ki; o da vahiy almalarıdır. Peygamberimizin yine konuyla alakalı “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyin!” (Buhari, Enbiyâ, 48) ihtarı da gösteriyor ki; peygambere dahi olsa aşırı sevgi ve onun olduğundan daha yüce gibi gösterilmesi peygamberin örnekliğinin ortadan kalkmasına sebep oluyor ve peygamberi hayatın dışına iterek, ulaşılmaz bir nokta haline getiriyor. Oysa ki peygamberimiz toplum içerisinde insanlarla beraber yaşayan biriydi. Bu ihtardan da yola çıkarak Peygamberimizi ulaşılamaz bir hedef haline getirici söylemler insanlarda “ben onun gibi olamam” veya “ben onun gibi yapamam” duygusunu geliştirecektir ki; bu düşünce Peygamberimizin hayatımızın dışında kalmasına sebebiyet verir. Ve İslam kesinlikle böyle bir peygamber profili çizmemektedir.Bir kere en önemlisi Kur’an’a uygun bir peygamber anlayışına sahip olmalı mü’min. Kur’an’da aktarılan peygamber profili dışında bir profil çizmemelidir,  ne Peygamberimiz ne de diğer peygamberlerle ilgili. Kur’an’a baktığımızda birçok kavmin peygamberlerinden hep olağanüstülükler beklediklerini görürüz. Kavimlerin bu isteklerine karşılık peygamberlerin de mucizeler gösterdikleri ayetlerle sabittir. Ama bu mucizeler Allah tarafından var edilmiştir ve peygamberlerin olağanüstü güçleri olduğu anlamına gelmemektedir mucizenin peygambere verilmiş oluşu. Birçok peygamberin kavmi tarafından tabi tutulduğu muameleyi Allah Kur’an-ı Kerim’de bizlere şöyle bildiriyor. “Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı! Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız! dediler.” (Furkan Suresi 7-8) “Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların (buna) inanmalarını sırf, «Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?» demeleri engellemiştir. Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.” (İsra Suresi, 94-95) Yani kavimler peygamberlerinden hep olağanüstülükler beklemişler, peygamberleri hep beşerlikten çıkarmaya çalışmışlardır.
Aşırı idealize edilerek ve kendisine bazı olağanüstülükler yüklenerek hayatın dışına itilen bir peygamber anlayışını, dinimiz nasıl ki doğru görmüyorsa bunun tam zıttı olan peygamberleri ve peygamberimizi sıradan bir insan gibi düşünmeyi ve algılamayı da doğru görmemektedir. Peygamberimizin sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi anlatımı da kesinlikle doğru bir anlatım şekli değildir. Peygamberimiz kendisine ezberletilen bazı sözleri sadece tekrarlayan biri değildi. Sadece kendisine indirilen vahiy haricinde peygamberimizin bir şey bilemeyeceğini iddia da mesnetsiz olacaktır. Aşırı indirgemeci bu yaklaşım Peygamberimizi, mektupları sahibine ulaştıran fakat içinde ne yazdığını bilmeyen bir postacı misaline indirecektir ki; tüm peygamberler de olduğu gibi Peygamberimiz de bundan uzaktır.
Peki, genel olarak peygamberleri ve özel de Peygamberimizi nasıl anlamalı ve nasıl anlatmalıyız? Aslında bu sorunun cevabını her şehadet getirişte tekrar tekrar yineliyoruz. Diyoruz ki “abdühü ve rasulühü”  yani “Allah’ın kulu ve rasülü.” Evet, Peygamberimiz Allah’ın kulu ve rasülüdür. İfrat ve tefrite kaçmadan Peygamberimizin hem bizim gibi yiyen, içen, gezen, dolaşan, üzülen, sevinen, üşüyen, terleyen, acıkan vs. bir insan olduğunun farkında olacağız, hem de onun Allah’ın gönderdiği vahye muhatap olan bir peygamber olduğunun farkında olacağız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder