2 Eylül 2015 Çarşamba

Hz. İnsan


Hz. İnsan tabirini ilk önce Dücane Cündioğlu’nun bir kitabının ismi olarak duymuştum. Ve garip gelmişti ilkin. Daha sonra üzerine biraz kafa yorunca gerçekten de Kur’an-ı Kerim’de de Allah-u Teala’nın defalarca tekrarladığı “insanın diğer birçok varlıktan üstün olduğu” (İsra Sûresi, 70, Tin Suresi, 4) hakikatiyle karşılaştım. Bu belki de insan olarak kendimin ne olduğu noktasında derin düşüncelere dalmamı sağladı ve Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde insanın ne gibi özelliklerinden bahsedildiği araştırma alanımıza girmiş oldu. Burada belki de en önemli soru bir insan olarak biz kendimizi ne kadar tanıyoruz? Bir zanaatkâr imal etmiş olduğu bir mamulü ne kadar iyi tanıyorsa, bizleri yaratan Allah-u Teala da bizleri çok iyi tanıyor. Hatta bizi bizden daha iyi tanıyor.

“Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sûresi, 56)
İnsanların ve cinlerin en yüce yaratılış gayeleri, Allah-u Teala’ya ibadet etmek, kulluk etmektir. İnsan dünyaya değişik şeyler için oyun ve eğlence için değil bilakis Allah-u Teala’yı tanımak, O’nun emir ve yasaklarını hayata geçirmek için, o emir ve yasakları harfiyen hayata geçirmek için gönderilmiş bir varlıktır. İnsan Sûresi’nin 2. ayetinde de Allah-u Teala insanın dünyada imtihan vesilesiyle bulunduğuna temas eder. Demek ki insan dünyada başıboş bırakılmış değil, bilakis büyük sorumluluklar üstlenmiş bir varlıktır.

“…Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık aleyhinedir…” (Bakara Sûresi, 286)
İnsan imtihan sahası olan dünya arenasında yapmış olduğu tüm iş ve işlemlerden sorumlu tutulmuştur. Allah-u Teala insanın yapmış olduğu iyi ve kötü her ne var ise hepsini görevli kıldığı Kiramen ve Katibin adlı melekleri vasıtasıyla kaydettirmektedir. Vakti geldiğinde tüm bu kayıtlar ortaya serilecektir. Herkes yapmış olduğu iyi veya kötü ne varsa yapmış olduğu her şeyin hesabını vermekle mükelleftir. Küçük veya büyük yapılan iyi ve kötü her şeyin karşılığı verilecektir. (Zilzal Sûresi, 7-8) Herkes kendi yaptığının karşılığını görecek ve kimse de bir diğerinin günahını yüklenmeyecektir. (Fâtır Sûresi, 18)

“ Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu, insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.”(Ahzab Sûresi, 72)
İnsan ağır bir yükün altına girdi şüphesiz. Yukarıdaki ayet bunu çok açık ve sarih bir şekilde gözler önüne seriyor. İnsanın bu yükü yüklenmesinin sebebi insanın diğer varlıkların birçoğundan üstün meziyetlere sahip olmasıydı aslında. Veya bu yükü yüklendiği için diğer varlıkların büyük çoğunluğundan üstün meziyetlerle yaratıldı. İnsan diğer varlıklardan aklının olması ve aklın beraberinde getirdiği üretebilme potansiyeli, irade ve fikir yetileriyle ayrılıyor. İnsanı “eşrefi mahlukat” (Tegabun Sûresi, 3) yapan şey tam da bu olsa gerek. İnsanı en şerefli kılan şey yani, akıl ve aklın beraberinde getirdikleri. Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde insanın akıllı bir varlık olduğuna, düşünebildiğine atıfta bulunuyor ve hatta “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?” gibi ifadelerle insanı kendini diğer varlıklardan farklı kılan o potansiyelini ortaya koyması için teşvik ediyor. Bu ağır yükü, bu emaneti üstlendiği için de insan Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın yeryüzündeki halifesi (temsilcisi) (Bakara Sûresi, 30) olarak niteleniyor. İnsana, tabir yerindeyse yeryüzünün efendiliğini bahşedilmesinin sebebi işte insanın bu ağır emaneti sırtlanmasıdır. Ve o nedenle de insan, sadece insan değil “Hz. İnsan”dır. Yazımızı Necib Fazıl Kısakürek merhumun dizeleriyle sonlandıralım.

“İnsan sanırdım mukaddes yüke hamal…
 Hamallık ki, sonunda ne rütbe var; ne de mal.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder