Hz. İnsan tabirini ilk önce Dücane
Cündioğlu’nun bir kitabının ismi olarak duymuştum. Ve garip gelmişti ilkin.
Daha sonra üzerine biraz kafa yorunca gerçekten de Kur’an-ı Kerim’de de Allah-u
Teala’nın defalarca tekrarladığı “insanın diğer birçok varlıktan üstün olduğu”
(İsra Sûresi, 70, Tin Suresi, 4) hakikatiyle karşılaştım. Bu belki de insan
olarak kendimin ne olduğu noktasında derin düşüncelere dalmamı sağladı ve
Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde insanın ne gibi özelliklerinden
bahsedildiği araştırma alanımıza girmiş oldu. Burada belki de en önemli soru
bir insan olarak biz kendimizi ne kadar tanıyoruz? Bir zanaatkâr imal etmiş
olduğu bir mamulü ne kadar iyi tanıyorsa, bizleri yaratan Allah-u Teala da
bizleri çok iyi tanıyor. Hatta bizi bizden daha iyi tanıyor.
“Cinleri ve insanları ancak bana
ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sûresi, 56)
İnsanların ve cinlerin en yüce
yaratılış gayeleri, Allah-u Teala’ya ibadet etmek, kulluk etmektir. İnsan
dünyaya değişik şeyler için oyun ve eğlence için değil bilakis Allah-u Teala’yı
tanımak, O’nun emir ve yasaklarını hayata geçirmek için, o emir ve yasakları
harfiyen hayata geçirmek için gönderilmiş bir varlıktır. İnsan Sûresi’nin 2.
ayetinde de Allah-u Teala insanın dünyada imtihan vesilesiyle bulunduğuna temas
eder. Demek ki insan dünyada başıboş bırakılmış değil, bilakis büyük
sorumluluklar üstlenmiş bir varlıktır.
“…Herkesin kazandığı iyilik kendi
lehine, işlediği fenalık aleyhinedir…” (Bakara Sûresi, 286)
İnsan imtihan sahası olan dünya arenasında
yapmış olduğu tüm iş ve işlemlerden sorumlu tutulmuştur. Allah-u Teala insanın
yapmış olduğu iyi ve kötü her ne var ise hepsini görevli kıldığı Kiramen ve
Katibin adlı melekleri vasıtasıyla kaydettirmektedir. Vakti geldiğinde tüm bu
kayıtlar ortaya serilecektir. Herkes yapmış olduğu iyi veya kötü ne varsa
yapmış olduğu her şeyin hesabını vermekle mükelleftir. Küçük veya büyük yapılan
iyi ve kötü her şeyin karşılığı verilecektir. (Zilzal Sûresi, 7-8) Herkes kendi
yaptığının karşılığını görecek ve kimse de bir diğerinin günahını
yüklenmeyecektir. (Fâtır Sûresi, 18)
“ Biz emaneti göklere, yerküreye ve
dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve
onu, insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.”(Ahzab Sûresi, 72)
İnsan ağır bir yükün altına girdi
şüphesiz. Yukarıdaki ayet bunu çok açık ve sarih bir şekilde gözler önüne
seriyor. İnsanın bu yükü yüklenmesinin sebebi insanın diğer varlıkların
birçoğundan üstün meziyetlere sahip olmasıydı aslında. Veya bu yükü yüklendiği
için diğer varlıkların büyük çoğunluğundan üstün meziyetlerle yaratıldı. İnsan
diğer varlıklardan aklının olması ve aklın beraberinde getirdiği üretebilme
potansiyeli, irade ve fikir yetileriyle ayrılıyor. İnsanı “eşrefi mahlukat”
(Tegabun Sûresi, 3) yapan şey tam da bu olsa gerek. İnsanı en şerefli kılan şey
yani, akıl ve aklın beraberinde getirdikleri. Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de
birçok yerde insanın akıllı bir varlık olduğuna, düşünebildiğine atıfta
bulunuyor ve hatta “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?” gibi ifadelerle
insanı kendini diğer varlıklardan farklı kılan o potansiyelini ortaya koyması
için teşvik ediyor. Bu ağır yükü, bu emaneti üstlendiği için de insan Kur’an-ı
Kerim’de Allah’ın yeryüzündeki halifesi (temsilcisi) (Bakara Sûresi, 30) olarak
niteleniyor. İnsana, tabir yerindeyse yeryüzünün efendiliğini bahşedilmesinin
sebebi işte insanın bu ağır emaneti sırtlanmasıdır. Ve o nedenle de insan,
sadece insan değil “Hz. İnsan”dır. Yazımızı Necib Fazıl Kısakürek merhumun
dizeleriyle sonlandıralım.
“İnsan sanırdım mukaddes yüke hamal…
Hamallık ki, sonunda ne rütbe var; ne de mal.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder