Dinimiz İslam dini, tüm inananları,
tüm Müslümanları kardeş ilan etmiş. Kur’an-ı Kerim’de “Mü’minler ancak
kardeştirler.” (Hucurat Suresi, 10) buyruluyor. Demek ki, İslam birliği, inanç
birliği insanlar arasında o kadar büyük ve köklü bir payda oluşturuyor ki;
Allah-u Teâlâ bu ortak paydayı kardeşliğe eşit görmemizi istiyor.
Bu tesis esilen kardeşlik o kadar
güçlü kılınmış ki, tüm Müslümanlar “ümmet” diye isimlendirilmiş. “Ümmet”
kavramı Arapça olup, “ümm” yani “anne” kökünden türemektedir. Bir manada
“ümmet” kavramı, aynı anneden dünyaya gelmiş kişilerin birbirlerine karşı
durumu neyse, inananların, Müslümanların da birbirlerine karşı durumunun aynı
oluşunu ilan etmektedir. İnsanların yakın ve akrabalarını koruyup, gözetmesi
gerektiği gibi, aralarında din kardeşliği bulunan kişileri de koruyup gözetmesi
gerekmektedir. Müslümanların sayılarının az olduğu dönemde, bu işin yapılması
muhakkak ki daha kolaydı. Fakat İslam coğrafyası genişleyip, Müslüman sayısı
artınca ve değişik siyasî yapılar da ortaya çıkınca ümmet arasındaki irtibat
azaldı, zayıfladı. Hilafet makamıyla mana bulan “ümmet”, hilafetin ilgasıyla
bir başsızlığa mahkûm oldu.
Osmanlı’nın son yılları ve
Cumhuriyet döneminde yüzünü tamamen batıya, sırtını ise doğuya dönen biz
Anadolu’daki Müslümanlar, din kardeşliğiyle kardeş ilan edildiğimiz, ümmetin
dert ve sıkıntılarını yani kardeşlerimizin dert ve sıkıntılarını görmezden
gelmeye başladık. Osmanlı’nın son dönemlerinde İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya
gibi sömürgeci ve zorba güçlerin eline düşen İslam coğrafyası kendi başının
derdine düştü. Araplar, Arap milliyetçiliğini, Türkler Türk milliyetçiliğini,
diğer Müslüman unsurlarda kendi millî kimliklerini öne çıkaran milliyetçilik
anlayışlarını kendileri için kurtarıcı gördüler. İslam ortak paydası, ırk ortak
paydasına dönüşmeye başladı. Herkes kendi derdine düşünce kardeşinin derdini
unuttu. İşte Ortadoğu, hala kendi derdinde. “Arap Baharı” denilen bu akım da
dertlerin hala devam ettiğinin en büyük göstergesi aslında. Ha… Hiç mi güzel
şeyler olmuyor, dünya üzerinde? Oluyor; tabi… Avrupa’da ve Amerika’da İslam’a
çok büyük bir teveccüh ve yönelimin olduğundan bahsediliyor. Ve her geçen gün
Müslüman sayısı batılı ülkelerde artıyor.
Yüzünü batıya sırtını doğuya gönen
biz günümüz Müslümanları, İslam coğrafyasının sıkıntılarından ne kadar
haberdarız? “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle, ona gücünüz yetmiyorsa
dilinizle o kötülüğü düzeltin. Buna da gücünüz yetmiyorsa, o zaman kalbinizle
yapılanı onaylamayın ki; bu da imanın en düşüğüdür” (Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248) demiyor muydu
peygamber efendimiz? Bizim kardeşlerimizin dertlerinden haberimiz yok ki,
sıkıntılarına nasıl çözüm bulalım. O halde önce onlardan haberdar olmamız
lazım.
“Şu
an dünyada Müslüman nüfusun en fazla olduğu ülke neresidir?” diye sorsak; kaç
kişi bu soruya bir çırpıda “Endonezya” cevabını verebilir? (Endonezya’da 207
milyon Müslüman yaşamakta ve bu rakam ülke nüfusunun %88’ine tekabül
etmektedir.) Veya kaçımızın önüne dünya haritası konulsa “Aha! İşte Endonezya
burası!” diye bir çırpıda ülkenin yerini gösterebiliriz? Herkesin kendi iç
muhasebesini yapması gerekli. Yerini dahi bilmediğimiz bu ülkelerde yaşayan
insanlarla aramızda kardeşlik ilan edilmiş haberimiz yok. Veya “Asya’nın
Filistin’i” olarak nitelenen Tayland zulmü altında inleyen Patani’den haberimiz
var mı? Ya haberimizin olduğu coğrafyalar? Azerbaycan’da şu an Türkiye’deki “28
Şubat süreci”ne benzer bir süreç yaşanıyor. Din önderleri tutuklanıyor,
sorgulanıyor. Birçok dini oluşum baskı altında. Üniversitelerde Azerilerin
“hicap” diye isimlendirdikleri başörtüsü yasağı var. Haberimiz var mı? Doğu
Türkistan’da yapılan Çin zulmünden haberimiz var mı? Filistin ve Suriye’yi
televizyonlardan ve gazetelerden takip ediyoruz belki ama zulmün ne denli büyük
olduğundan haberimiz var mı? Tacikistan’da 18 yaşından küçüklerin camiye
girmeleri ve namaz kılmaları yasaklandı haberimiz var mı?
Peki,
biz nasıl bir ümmetiz? Hani kardeştik!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder