2 Eylül 2015 Çarşamba

Senin “İsmail”in Ne?

Senin “İsmail”in Ne?
Kurban bayramı yaklaşıyor. Herkes kurbanlıklarını alma veya kurbanda hisselerini kimlerle paylaşacağının telaşında. Tatlı telaşlar tabi ki bunlar. Kimileri de tercihlerini yurtdışından, özellikle de açlıkla boğuşan Afrika’dan yana kullanacaklar. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının (Deniz Feneri Derneği, İHH İnsanî Yardın Vakfı, Cansuyu Derneği, Yardımeli Derneği vb.) veya Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumların kurban organizasyonlarıyla vekâleten kestirecek kurbanlarını. Bu yazımızda yaklaşan kurban bayramına da hazırlık olsun diye kurban ibadetinin tarihsel arka planına götürmeye çalışacağız sizleri. “Ne zamandan beri kurban ibadeti var?”, “Kurban ibadeti nasıl ortaya çıktı?”, “Kurban sadece hayvan boğazlamak mı? Yoksa günümüze kurbanın yansımaları var mıdır?” gibi bazı sorulara cevap aramaya çalışacağız.
            Türkçemizde “Kurban” diye isimlendirdiğimiz ibadet, Arapçada daha çok “zebh”, “nahr” veya “udhiyye”, “dahiyye” kavramlarıyla ifade edilir. Kurban ibadeti ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem dönemine kadar gitmektedir. Yani kurban ibadeti insanlıkla yaşıttır ve her dönemde kurban ibadeti vardır. Kur’an-ı Kerim’de de ifadesini bulan Hz. Âdem’in çocuklarından Kabil’in Habil’i öldürmesi hadisesinde Allah için kurban verildiği anlaşılmaktadır. (Maide Suresi, 27 vd.) Hz. Âdem dönemi sonrasında da kurban ibadeti devam etmektedir. Fakat Hz. Nuh dönemine kadar kurban ibadeti bir hayvanın kurban edilmesi şeklinde değil de bitkilerden takdimeler sunmaktan ibarettir. İlk defa Hz. Nuh döneminde hayvan kurbanına rastlanmaktadır ve hayvan kurbanının Hz. Nuh döneminden itibaren var olduğu düşünülmektedir. Fakat günümüzde boğazlanarak hayvan kurban etmek şeklindeki kurban ibadeti Hz. İbrahim’le başlatılmaktadır. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i -Yahudilere göre kurban edilecek olan Hz. İsmail değil, Hz. İshaktır.- kurban etmek istemesi hadisesini hepimizce malum bir hadisedir. Şimdi o meseleyi kısaca tekrar hatırlayalım.
            Hz. İbrahim’in ilerlemiş yaşına rağmen çocuğu olmamış ve Hz. İbrahim de salihlerden bir erkek çocuk vermesi için Allah’a dua etmiştir. Nihayetinde Allah-u Teâlâ Hz. İbrahim’e, Hz. İsmail’i nasip etmiştir. Hz. İbrahim Allah-u Teâlâ’dan erkek evlat isterken, çocuğun olması durumunda onu Allah için boğazlayacağını da adamıştır. Hz. İsmail gelişip, gezip, oynayacak yaşa geldiğinde Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim’e verdiği sözü hatırlatarak, Hz. İsmail’i kurban etmesini istemiştir. Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail’e Allah’ın emrini aktardığında, Hz. İsmail babasına; “Babacığım neyle emrolunduysan onu yap.” diyerek teslimiyetini dile getirmiştir. Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail’i boğazlayacağı sırada Allah-u Teâlâ Cebrail (as) aracılığıyla bir koç göndermiş ve onun yerine bunu kes demiştir. Ve günümüze kadar da hayvan boğazlamaya dayalı kurban ibadeti bu ilk kurban ile başlamış oldu.
            Bu hadiseyle kurban ibadetinin başlangıç noktasını öğrendik ama yapmamız gereken bir şey daha var. Empati yaparak kendimizi Hz. İbrahim’in ve Hz. İsmail’in yerine koymak. Önce Hz. İbrahim olalım. Bir baba düşünün ki; yıllarca çocuğu olmamış, evlat hasretiyle kavrularak yıllarca Rabbine yakarmış bir erkek çocuğu olsun diye. İlerlemiş yaşına rağmen, belki de tam ümitler yitmek üzereyken Allah bir erkek çocuk nasip etmiş Hz. İbrahim’e. Tam da dualarında yakardığı gibi, salihlerden bir evlat.  “En sevdiğini kurban et.” emriyle yatırmış İsmail’ini bıçağın altına. Hz. İsmail’in yerine geçelim şimdi de. Bir çocuk düşünün ki; Allah emrediyor diye bıçağın altına yatıyor gözünü bir an bile kırpmadan. İkisi de tam bir imanla yapmışlardı bu eylemlerini. Ne Hz. İbrahim bıçağı vururken “Nasılsa bu bıçak kesmez.” diye düşünmüştü; ne de Hz. İsmail. Tam bir iman ve tam bir teslimiyet içerisindeydiler Allah’ın emrine.
            Bir Hz. İbrahim olduk, bir Hz. İsmail. Şimdi soralım kendimize. Bizim İsmail’imiz ne acaba? “Makamımız mı?”, “Paramız mı?”, “Ailemiz mi?”, “Eşimiz mi?”, ”Çocuğumuz mu?”, ””El gün ne der?” düşüncesi mi?” Neyimizden vazgeçmeliyiz acaba? Hangi tarafımızdan? Veya İsmail olalım bir de. Allah istedi diye vazgeçebilir miyiz canımızdan gözümüzü bile kırpmadan acaba? Yatabilir miyiz öleceğimizi bile bile bıçağın altına?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder